Almanya Gezi Notları (7)
Bu sabah Füruğ Ferruhzad’ın Yeryüzü Ayetleri ile yola çıktım. Müthiş bir şiirdi; beni anında kendine bağlamıştı. “O zaman güneş soğudu ve bereket topraklardan gitti” diye başlayan şiir.
Füruğ, İran şahlarının, diktatörlerinin, teokratlarının zulmü altında inleyen bir serçe gibi göründü gözüme. Serçe yaşamak için bol sembollü şiirlere tutunuyordu. Her inleyişi muazzam bir şiire dönüşüyordu. Füruğ, özgürlüğe olan tutkusuyla müthiş bir kadın şair.
“Ve çöllerde yeşillikler kurudu ve balıklar denizlerde kurudu ve toprak ölülerini kabul etmez oldu artık.”
Çöl İran rejimidir; yeşillik Füruğ ve onun gibi özgürlük sevdalılarıdır. Deniz onların karanlık emelleridir; balık Füruğ ve arkadaşlarıdır. Toprak onların kararmış kalpleridir; ölümün bin bir yüzünü görüp yaşayan ise Füruğ ve dostlarıdır.
Daha çok sığınır olduk gecelere ve sonlarını karanlığa teslim eden yollara. Gidecek yerimiz yoktu, konuşacak kimsemiz kalmamıştı. Aşka ve sevgiye, merhamete ve dostluğa yer veremez olmuştuk hayatlarımızda. Zaferlere hasret kalmıştık, içten içe hep kendimize yeniliyorduk, kimseye söyleyecek bir sözümüz kalmamıştı. Hepimiz suskunluk ustası olmuştuk, kendi içimize çekileceğimizi biliyorduk.
Sonra “gebe kadınlardan doğan başsız çocuklar” hep başı sonu olmayan yolculuklarımıza adadığımız ömrümüz ve hayallerimiz değil miydi? Sonra “utançlarından mezarlara sığınan beşikler.” Şahın karanlığı her yeri sarmıştı. Tek güvenli bir yer kalmıştı; yerin altı. Karanlığa inat Yeryüzü Ayetleri’ne durmuştu kalemimiz. Onlara inat yaşayacaktık özgürlüğümüzü ve hayallerimizi. Yenilmeyecektik, yenilgilerden zaferler çıkarmasını bilecektik; böyle böyle bilenecektik. Durmayacaktık. Tarihin hiçbir döneminde karanlığın aydınlığa galebe çaldığı görülmüş değildir. Bu çağda da böyle olacaktır, aydınlığımız galip gelecektir.
*
İsmail, şunları yazmamı istedi:
-Burada insanlar çok soğuk; hep üşüyorum, hep memleketin sıcaklığını özlüyorum.
-Kaçan insanların özgürlüğü yok, bir avluda yaşıyor gibiler; herkeslerden ve her şeylerden izole edilmişler.
-Konuşacak kimse bulamıyorum. Konuşmak istediğim çok şey var ama konuşacak kimse yok.
İsmail’in tek derdi geri dönmek…
*
Burada psikolojisi düzgün insan az. Başta dışarıdan gelenler olmak üzere çoğu insanın psikolojisi bozuk, çoğu insanda bir şeyler eksik. Alman düzeni onların psikolojik bozukluklarını tolere ediyor, sıradan gösteriyor, akışa bıraktırıyor…
*
Aslen Halfetili ama uzun yıllardır Antep’te yaşayan Mesut iki yıl evvel buraya, abisinin yanına gelmiş. Gelir gelmez de çalışmaya başlamış. “Niçin geldin?” diye soruyorum. “Hayat koşulları çok kötü Türkiye’de. Misal orada çok çalışsam alacağım araba Doğan SLX ama burada alacağım BMW. Burada da insani bir hayat yok ama en azından hayatımızı kazanıyoruz. Tek avantajım, abimin yanında direkt işe başlamak oldu. Gelir gelmez de yapmam gerekeni şimdi yapıyorum: Ehliyet almak ve Almanca öğrenmek; çünkü bunlar olamadan hiçbir şey yapamazsın, hiçbir şey olamazsın burada. Şimdi ehliyete çalışıyorum, bundan sonra yapacağım ilk iş Almanca kursuna yazılmak.
Burada her şey karşılıklı. Kimse kimseye merhamet etmez. Bir şey öğrendim: Kendi ayakların üzerinde duracaksın. Dönmeyi düşünmüyorum. Dönüp ne yapacağım! Dönmeyi değil de benden küçük kardeşimi de buraya getirmeye çalışıyoruz. Ailecek kök salmak istiyoruz buralara.”
*
Bugün kardeşimle Plohicgen’den Wernau’ya yürüdük, 4-5 km. Yol üzerinde küçük bir mezarlığa uğradık. Mezarlık tek kelime ile beni hayrete düşürdü. Mezarlar hep estetik bir zevk gözetilerek yapılmıştı. Rengarenk çiçekler ve görsellerle süslenmişti. Her mezarlık ayrı bir tasavvurla yapılmıştı. Genelde haç ve haçtaki Hazreti İsa motifleri baskın olmakla birlikte çeşitli desenlerle yapılmış mezar taşları çoğunluktaydı.
Mezarların üstünde alçıdan yapılmış çocuk, melek figürleri buralı halkın kuvvetli biçimde ahirete inandığını gösteriyor. Hristiyanlık mezarlığını iki kelime ile ifade edebiliriz: İnanç ve estetik, yani ahiret ve güzellik. Gerçekten de halk olarak mezarlarda yatanların estetik beğenilerin güçlü olduğunu ve dindar Hristiyan kimliğiyle sonsuzluğa karışmak istediklerini görüyoruz. İnanarak ve güzellikle sonsuzluğun kalbinde yaşamak, ebediyen var olmak.
Öte yandan mezarlıkta cenazesini yaktırıp kül olarak mezarlık yaptıranlar da nerdeyse mezarlığın yarısını kapsıyor. Bu mezarlar küçük bir kare şeklinde toprakta yapılmış, bir kısmı da küçük dolaplarda kavanozlarda saklı tutulan küller halinde.
Mezarlara hayran kalmıştım, fotoğraflarını çektim. Çektiğim mezar fotoğraflarını sosyal medyada paylaşıp paylaşmamak konusunda çok tereddüt yaşadım; sonuçta bir Müslüman’dım ve Hristiyan mezarlarının fotoğraflarını paylaşarak insanları Hristiyanlığa geçmeye teşvik etmek istemezdim. Aslında bir Müslüman olarak modernizmle çatışma halindeydim. Sonra niyetime baktım: Müslümanlara bakın Hristiyanlar nasıl mezarlarını temiz ve güzel yapıyorlar, siz de böyle yapın. Bundan sonra mezarlık resimlerini paylaştım.
*
Dinlediğim müziklere, sevdiğim şiirlere, fikirlerini paylaştığım düşünürlere, severek okuduğum yazarlara, hayranı olduğum filmlere, takip ettiğim ajanslara bakıyorum da hep muhalif olandan yanaymışım. Neden zulüm ve haksızlıklar hep düzenlerde, muhafazakarlarda, düzen yanlılarında oluyor; hak ve adalet peşinde koşanlar hep muhalif kimliğiyle bilinenler oluyor? Her insan hata yapabilir, yanlışa düşebilir; ama bile isteye zalimlerden yana olanlarla, alt sınıftakileri hor görenlerle işim olmaz. Ben insanların dinine, diline, ırkına, yerine, yurduna bakmıyorum. Duruşuyla zalimlerden yana mı yoksa mazlumlardan yana mı? Ben buna bakıyorum. İki büyük Türk edebiyatçısını karşılaştıralım: Ahmet Hamdi mi yoksa Sabahattin Ali mi? Tabii ki Sabahattin Ali diyeceğim. Necip Fazıl mı yoksa Nazım Hikmet mi? Tabi ki Nazım Hikmet diyeceğim.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın