Kürdistan Teali Cemiyeti ve şubeleri niçin kapatılmış?
Limni Adası'nda bulunan Mondros kasabasında 30 Ekim 1918’de imzalanan antlaşma, fiilen Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getirmiş ve o ana kadar zaten hemen hemen bütün Hıristiyan unsurlar (milletler) Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış ve kendi bağımsız devletlerini kurmuştular. “Edirne’nin dışında Makedonya bütünüyle Osmanlı İmparatorluğu’yla ilişkisini kesmişti. İşte bu dönemde devlet rejimi İttihat ve Terakki Cemiyeti programı dahilinde katı bir Türk milliyetçiliği siyaseti izliyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin biricik gayesi Türk olmayan unsurları kesin olarak Türkleştirmek ya da kökten tasfiyeye tabi tutmaktı. Bu nedenle Türk olmayan milletlere mensup gençler arasında Osmanlı devletine karşı bir nefret ve güvensizlik havası esmeye başlamıştı.”[1] Aynı dönemde İmparatorluk bünyesinde bulunan Müslüman unsurlardan da başta Araplar olmak üzere kopuşlar başlamıştı ve bu anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte kopuş süreci tamamen hızlanmıştı.
Müslüman topluluklardan önemli bir nüfusa sahip olan Kürdler de kurdukları Kürdistan Teali Cemiyeti ve onunla bağlantı içerisinde olan diğer örgütler (Kürd Neşr-i Maarif Cemiyeti, Kürd Kadınları Teali Cemiyeti, Kürd Hêvî Cemiyeti, Kürd Millet Fırkası, Kürd Demokrat Fırkası vd.) bünyesinde örgütlenmeye başlar. KTC’nin nizamnamesinde cemiyetin, “Kürd milletinin siyasi, iktisadi ve sosyal menfaatleriyle, tarihi ve örfi hukukunun temini ve kolayca inkişafı (gelişimi) maksadıyla” kurulduğu belirtilir. Aslında diğer milletlerinki gibi bu dönemde kurulan Kürd cemiyetleri de bir taraftan Kürdçe eğitim, dil, kültür, tarih ve folklor üzerine çalışmalar yaparken, nizamnamesinde belirtildiği gibi, Kürdlerin siyasi menfaatlerini de gözetleyerek siyasal perspektif olarak da genelde Wilson Prensiplerini esas alarak Kürdlerin kendi kaderini tayin hakkını savunuyordular. Savaş sonrası durumu değerlendirmek için düzenlen Paris Barış Konferansı’nda Kürdleri temsil etmek üzere, KTC merkez yönetimi tarafından Kürd delegasyonu başkanı olarak seçilen Şerif Paşa da konferansa sunduğu muhtırada, “Wilson Prensiplerine göre Kürdlerin tamamen hür ve müstakil bir hükümete sahip olması gerektiğini belirtir.”[2] KTC yöneticileri bu cihetteki çalışmalarını genişleterek siyasi destek alabilmek için, İstanbul’daki birçok diplomatik misyonla ve özelikle de İttifak Devletleri temsilcileriyle ilişkiler kurumuş ve görüşmelerde bulunmuşlar. İstanbul’daki İngiliz askeri istihbarat şefinin KTC ile ilgili olarak Dışişleri Bakanlığı Müsteşarına gönderdiği 17 Haziran 1919 tarihli raporda, “Kürt partisinin (KTC’nin), şu an için Britanya mandasında bağımsız bir Kürdistan için çalıştığı, partinin propagandasının 'Serbesti' gazetesi tarafından yürütülmekte”[3] olduğun bildirilmiş. Geliştirilen bu diplomatik ve siyasal ilişkilerden dolayı Tarık Zafer Tunaya, “Cemiyet bir siyasal parti olmadığını açıklayarak işe başlamışsa da eylemleri tamamen siyasaldır ve İstanbul hükümetlerinin isteklerine ters yönde gelişmiştir.”[4] değerlendirmesinde bulunur.
Cemiyetin Kürdistan meselesini Wilson Prensipleri dahilinde çözüme kavuşturulması talebi ve bu doğrultuda siyasal ve diplomatik ilişkiler geliştirmeye çalışması, Kürdistan’da teşkilatlanmaya başlaması, hem İstanbul hükümetini ve hem de Mustafa Kemal’i oldukça tedirgin etmişti. Bu nedenle KTC daha da gelişmeden ve Kürdistan’da güçlü bir örgütleme aşamasına gelmeden şubeleriyle birlikte kapatılması gerekliliği üzerinde iki taraf da hemfikirdi. Daha sonraki süreçte yaşanan gelişmeler de bunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.
İkinci Meşrutiyet sonrasında kurulan diğer legal Kürd cemiyet ve örgütleri gibi, KTC ve şubeleri de alınan siyasal bir karar sonucu kapatılmışlar. Karşıt görünseler de İstanbul hükümeti ve Mustafa Kemal’in başını çektiği Heyet-i Temsiliye, KTC ve şubelerinin kapatılmasında ortak ve koordineli hareket etmişler. KTC yönetici ve üyeleri, şube yönetimleri, yazarları, şehirlerdeki eşraf ve aydınların bütün itirazlarına, yoğun tepkilerine rağmen kuruluştan kısa bir süre sonra şubeler kapatılmaya başlanmış ve daha sonra da merkez kapatılmıştır. “Kürdistan”da hayat-memat meselesi için teşekkül etmiş ve Ferit Paşa zamanında sebepsiz kapatılmaya maruz kalmış olan “Kürdistan Teali Cemiyeti” şubelerini açtırmak.”[5] amacıyla çeşitli girişimlerde bulunulmuş. Cemiyetin kurucu ve aktif üyelerinden biri ve aynı zamanda avukat olan Mehmed Mihri, yazdığı bir yazısında birçok boyutuyla cemiyetin kapatılmasının büyük bir hata olacağı uyarısında bulunmuşsa da, bu cihetteki itirazlar ve girişimler sonuçsuz kalmıştır. “Kürd cemiyet ve fırkalarının mevcudiyeti hakaret ve küçümsemeci bir bakışla görülmemeli. Şarkın ahenk ve şirazesini muhafaza için kesin ihtiyaç olarak bilinmelidir. Kürd cemiyetlerinin maksadı; dini rabıtayı [bağları] güçlendirmek, kardeşliği ve sadakati sürdürmekle beraber, Kürdistan’da milli istiklal için ortaya çıkmış olan münferit hareket ve kıyamların önüne geçerek hem Kürdlüğün birliğini temin, hem de onları ve hatta bütün Müslümanları yok olma tehlikesine sürüklemekten meneylemektir. Kürdistan’da mevcut ecnebi, ittihatçı velhasıl Kürdün milli menfaatleri haricinde vaki’[olan] her çeşit propagandaların önüne set çekmektir. Bu nokta-i nazardan Kürd Cemiyetlerini kapatmak değil, çoğaltmasına yardım etmek lazımdır.”[6]
Cemiyetin sadece İstanbul’da 15000'e varan üyesi vardı.[7] KTC üyelerine birer üyelik kartı da verilirdi ve bu kartın üzerinde üye bilgilerinin yanısıra bir de bayrak resmi vardı. Cemiyet üyesi ve aynı zamanda da muhasibi olan Abdülkadir oğlu Seyyid Muhammed, 1925 yılında Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırken, cemiyette bulunan bayrakla ilgili sorulan soru üzerine; bayrağın, cemiyetin son umumi kâtibi olan Zeynel Abidin Fani tarafından hazırlandığı, renk ve sembol olarak da yeşil zemin üzerinde ışık saçan bir güneş resminin nakış edildiğini belirtir. İfadesinin devamında da böyle bir bayrak hazırlamanın amacına dair, Osmanlı bayrağı söndü, biz de onun yerine bir Kürd bayrağı yaptık ki onun yanında bir güneş gibi parlasın. Bu bir umut.[8]
KTC ve şubelerinin kapatılması ve üyelerinin tevkif edilmesi, Kürdlerde büyük bir rahatsızlık meydana getirmiştir. Cemiyet yöneticileri ve üyeleri, basın aracılığıyla konuyu gündeme taşıyıp dönemin İçişleri Bakanlığı ve hükümet yetkililerinden bu zorba, hukuk dışı ve adil olmayan uygulamaların nedenlerini açıklamaya çağırmışsa da nafile bir girişimden ibaret kalmış. Jîn dergisinin 33. sayısında “Kürd cemiyetinin şubeleri niçin sed edilmiştir (kapatılmıştır)” başlığıyla İçişleri Bakanlığı’na hitaben yayımlanan yazıda, KTC şubelerinin hangi kanuna muhalefetten kapatıldığı, şubelerin kapatılmasına rağmen İstanbul merkezine yönelik bir kapatma davası olmadığını, benzer diğer cemiyetlerin neden kapatılmadığı gibi sorular yönelterek bu kararın aslında Kürd milletinin hak ve hukukuyla ilgili siyasi bir karar olduğunu belirtirler.
Yazar KTC şubelerinin kapatılması kararının yanlışlığını ve çelişkilerini, “Kürd cemiyetinin şubeleri niçin sed edilmiştir (kapatılmıştır)” başlıklı yazısında, dört madde halinde şöyle değerlendirmiş:
“1- Beyefendinin bakanlığı döneminde 19 şubemiz vardı, acaba bu şubelerimizin hepsi birlikte mi kanuna muhalefet ettiler?
2- Bu şubelerimiz hangi kanuna muhalefetten kapatılmıştır?
3- Adı geçen şubeler İstanbul merkeze bağlıdır ve merkez şubemiz de kapatılmamıştır. Acaba merkez şubemiz Adil Bey’in dediği derecede muhalefet etmemiş midir ki kapatılmamıştır?
4- Sizin bakanlığınız döneminde baştan başa Osmanlı memleketindeki bütün kulüpler ve cemiyetlerden sadece bizim cemiyet mi kanuna muhalefet etmiş? Başka bir cemiyetin daha kapatıldığından haberdar değiliz.
Hayır! İçişleri bakanlığı adına kısaca biz cevap verelim: Bunlar Kürd kulüpleri olduğu için ve her hükümetin siyasi gayelerinden başlıcası odur ki Kürdler kendi haklarına kavuşmasın, bunun için sed edilmiştir (kapatılmıştır).”[9]
17 Kanun-ı Evvel 1334 (17 Aralık 1918) tarihinde kurulan KTC, 1920'nin ikinci yarısına doğru gelince, bir taraftan cemiyetin bölgedeki şubeleri birer birer kapatılırken aynı zamanda KTC İstanbul'daki merkezi de dışa yansıyan boyutuyla başkan Seyid Abdulkadir'in temsil ettiği "muhtariyet" taraftarları ile Mehmed Emin Bedirhan ve Memduh Selim’in temsil ettiği "istiklal" taraftarı kanat olmak üzere ikiye bölünür. Bağımsızlıkçı kanat, Kürd Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti[10] adıyla yeni bir örgüt kurarlar.
Kürd Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti'nin (KTİC) tanınan kurucu üyeleri arasında Ferid Bedirhan Bey, Şükrü Baban, Fuat Baban, Hikmet Baban, Doktor Abdullah Cevdet, Doktor Şükrü Mehmed Sekban, Bitlisli Kemal Fevzi, Ekrem Cemil Paşa, Kerküklü Necmedin Hüseyni, Mevlanzade Rıfat ve Memduh Selim Bey vardı.[11] Şubelerin kapatılması üzerine bu ayrışma da eklenince, cemiyeti daha da zayıf bir duruma düşürür. Robert Olson, Kürd milliyetçiliği tarihi üzerinde araştırmalar yapan bir Kürd tarihçisine dayandırarak, “M. Emin Bedirhan, Başkan Wilson’un kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin Kürdistan’da da tatbik edilmesini istemekteydi. Türkiye’den ayrılmak, fakat Sultanı halife olarak tanımak cihetinde bir çözüm arayışındaydı. Emin Ali Bedirhan ve Seyyit Abdülkadir arasındaki farkı, Abdülkadir’in Birleşmiş bir Kürdistan’ı parçalanmış bir Kürdistan’a tercih etmesinden ibarettir.”[12] der.
Fakat bu dönemde Sevr Antlaşması’nın imzalanması ve ilk olarak böyle bir uluslararası anlaşmada bir Kürdistan devletinin kurulması gündeme gelince, KTC çalışmaları da yeni bir ivme kazanır ve gerekirse silah da kullanacağını açıkça belirtilir. Batı Dersim aşiret reisleri adına Ankara’daki Büyük Millet Meclisi riyasetine aşağıdaki telgraf çekilir: “Sevr Antlaşması gereğince Diyarbekir, Elaziz, Van ve Bitlis vilayetlerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Bu teşkil edilmelidir, aksi takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almağa mecbur kalacağımızı beyan ederiz. 25 Kasım 1920.”[13] KTC’nin aktif üyesi ve hareketin Sivas-Erzincan-Dersim bölgeleri öncü kadrolarından bir olan Nuri Dersimi, kendilerine olumlu bir cevap verilmediği takdirde, başkaldırı planlarını şöyle açıklamıştır: “İlk önce Dersim’de Kürdistan’ın bağımsızlığı ilan edilecek, Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek, Kürd milli kuvvetleri Erzincan, Elaziz ve Malatya doğrultusunda Sivas’a doğru hareket ederek Ankara Hükümeti’nden resmen Kürdistan’ın bağımsızlığını tanımasını isteyecek… İlk adım başarıyla atıldıktan sonra, bütün Kürdistan’ın bizimle işbirliği yapacağına şüphe yoktu.”[14]
10 Ağustos 1920'de imzalanan ve bir Kürdistan devletinin de kuruluş ihtimalini ortaya çıkaran ve yeni bir ümit ve ivme kaynağı olan Sevr Anlaşması'nın da asıl olarak İtilaf Devletleri arasındaki anlaşmazlık nedeniyle uygulanmayacağı anlaşılınca ve Koçgiri Hareketi de amacına ulaşamayınca, KTC, bölgede ilişkide olduğu muvazzaf ve aktif çalışmakta olan rütbeli Kürd askerler, aşiret liderleri, münevver ile ulema kesiminden oluşan üyeleri üzerinden Cibranlı Halit Bey liderliğinde illegal olarak Erzurum merkezli yeni bir örgütlenme çalışması başlatır. Kendisi de KTC üyesi ve daha sonra da Kürdistan İstiklal Komitesi’nin Siirt şubesi başkanlığını yapan Bitlisli İhsan Nuri bu süreci şöyle değerlendirmiştir: Kürdistan Teali Cemiyeti’nin Türk hükümeti tarafından kapatma ve ilgası üzerine saçtığı tohumla Kürdistan’ın sinesinde büyük vatanperver Halid Beg-i Cibrî başkanlığında mefkure aşkıyla, milletin ruhundan doğan ve pek az zaman zarfında muazzam bir ayaklanmayı gerçekleştirme kudretini gösteren Kürdistan Komitesi kurulmuştur.[15]
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
[1] Dr. Nuri Dersimi, Hatıratım, Doz Yayınları, İstanbul, 1997, s. 30, 31
[2] Kürd heyeti murahassası reisi Şerif Paşa’nın Sulh Konferansına takdim ettiği muhtıranın sureti, Kurdistan, Sayı: 12, 13 Ağustos 1335 (13 Ağustos 1919)
[3] Mesut Yeğen, İngiliz Belgelerinde Kürdistan, Dipnot Yayınlan, 2011, s. 49
[4] Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt 2, Mütareke Dönemi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, Dipnot 14, s. 201
[5] Mehmed Mihri, Kürdlerin hissiyat-ı necibesi, Kurdistan, no: 15, Necm-i İstikbal Matbaası, Çarşamba 29 Teşrinievvel 1335-R (19 Temmuz 1919), İstanbul
[6] Cano, Türk ve Kürd Meselesi, Kurdistan, sayı: 13, Birinci sene, Pazar, 31 Ağustos1335 (31 Ağustos 1919)
[7] Mesut Yeğen, İngiliz Belgelerinde Kürdistan, Dipnot Yayınlan, 2011, s. 117
[8] Seyyid Muhammed, Kürd Cemiyetinde Kimler İstiklal (Bağımsızlık), Kimler Muhtariyet (Otonomi) Taraftarıymış? Vakit Gazetesi, 19 Mayıs 1925, r. 1-2
[9] Jîn, Kürd cemiyetinin şubeleri niçin sed edilmiştir (kapatılmıştır), Sayı: 33, 17 Cemaziyelahir 1338 (9 Mart 1920), İstanbul, r. 1
[10] Jîn, Kürd Teşkilat-ı İctimaiye Cemiyeti, 4 Şevval 1338, Pazartesi, 21 Haziran 1336 (21 Haziran 1920), s. 1
[11] Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopî), Doza Kurdistan: Kürt Milletinin 60 Yıllık Esaretten Kurtuluş Savaşı Hatıraları, Özge Yayınları, İkinci Baskı: 1991, Ankara, s. 61
[12] Robert Olson, Kürd Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Özge yayınları, Ankara 1992, s. 48-49
[13] Dr. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, İkinci Baskı, 2004, İstanbul, s. 140
[14] Dr. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, İkinci Baskı, 2004, İstanbul, s. 141
[15] Bitlisli İhsan Nuri, Kürd Milli Ayaklanması Sebepleri, Askeri Önemi, Sevk İdare Etme Şekli, Bağdat İstiklal Matbaası, 1341-1925
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın