“Benden çok önce gelen bilginlerin kitaplarını ve takipçilerinin çalışmalarını gözden geçirdim… Bu ince ve zor yolda ilerlemek için ısrarla uğraşmaya başlayınca bu kıymetli fende öne çıktım. Sonra kendime ve yaptıklarıma şüphe ile baktım. Güzel hikmetlerin çeşitli yönlerini keşfetmek için gayret sahiplerinin yardım kolları bana uzandı… Çalıştığım gecelerin mehtabı doğdu…”
Cezerî’nin Önsözünden
800’lerde yaşayan coğrafyacı Yakubi’nin “Ceziretu’l Ekrad” (Kürtlerin Cizresi) dediği Cizir, Cudi ve Nuh’un gemisi gibi insanlığın başlangıç mitolojilerini bestelediğinden midir bilinmez, bin yıllar boyunca ilim ve irfan beşiği oldu.
12. yüzyılda Cizreli bir Kürt yaptığı makine ve düzeneklerle dünya bilim tahtına oturdu. Adını, tarihe altın harflerle yazdırdı.
Bilimsel mirasıyla, tüm dünyada mühendislerin başı, mühendisliğin, sibernetiğin, mekaniğin ve robot ilminin kurucusu ve dünyanın ilk analog bilgisayarını yapan kişi unvanlarını elde etti. Sanayi devrimine zemin hazırladı.
Bilimi sanatla buluşturdu. Farklı kültürleri ustalıkla yoğurdu. Eserlerini sırlar ve şifrelerle kurdu. Tarihe damgasını vurdu.
Mühendisliğin doruğuna çıkan, robotların, otomasyonun, mekanik ve sibernetik bilimlerinin temelini atan bu dahiyi daha yakından tanımak için 850 sene öncesinin dünyasında bir saraya giriyoruz.
İnsan görünümünden farkı olmayan bir robot karşılıyor bizi. Elindeki balığın ağzından kadehimize dilediğimiz içeceği dolduruyor.
Bu, tarihin ilk insansı robotu. İnsana benzeyen ve insan davranışlarını yerine getiren bir android. Başlığının altındaki delikten göğsüne dolan içecek, balığın başını eğmesiyle ağzından ikram olarak bize sunuluyor. Boş kadeh yerine konuldukça, bu işlem yedi buçuk dakikada bir tekrarlanıyor.
İnsan beynine alınan bilginin yürekte işlenerek ikramını sembolize ediyor adeta. Balık, okyanusların derinliklerinde ilk canlı türlerinin ortaya çıkışını ve bilincin derinliklerini simgeleyen sonsuz bir gizem.
Biraz ilerliyoruz ve karşımıza insan şeklinde bir başka robot düzeneği çıkıyor. Elinde kapağına kuş kondurulmuş bir ibrik var. İbriğin ağız lülesi ejderha şeklinde. Diğer elinde bir havlu. Önce ibriğin tepesindeki kuş ötüyor. Ötüşü bitince ibrikten elimize su döküyor. El-yüz yıkama bittikten sonra diğer eliyle havlu uzatıyor. Yanlış okumadınız, uzatıyor.
Biraz daha ileride insan şeklinde, kasa aksamı olmadan kendi başına ayakta duran bir robotun elindeki şişeyle kadehini doldurduğunu ve yedi buçuk dakikada bir içtiğini görüyoruz. Tamamen teatral bir gösteri.
Sadece bunlar mı? Ötede bir kürsüde oturan ve yedi buçuk dakika aralıklarla birbirinin kadehini doldurup içen insan görünümlü iki robot var. Kadehlerini içtiklerinde başlarını memnuniyetle sallayan iki robot. Sahneleme fikrini doğuda hayata geçiren Cezerî’nin bu konuda Yunan komedyasından etkilenmiş olması muhtemel. Ya da kim bilir!
Şen şakrak, muazzam bir ortam. Bir yanda yedi buçuk dakikada bir bulunduğu dolabın kapıları açılan ve dolaptan çıkıp kadeh sunan hizmetli kadın, diğer yanda havuzda yüzen bir kayığın içinde bir eliyle ağzındaki kavalı tutan diğer elinde kürekle ayakta bekleyen bir kayıkçı. Kayığın altındaki delikten dolan su, saatte bir kayığın dolmasıyla yerini kaval sesine bırakıyor.
Ve kayıklı bir su saati daha. Yüksekliği 161 cm. Nehir üzerindeki gezi ve eğlence kültürünü yansıtıyor. Dicle Nehri’ndeki gezilere gönderme olsa gerek.
Bir kayık maketi, ortasında oturan bir insan, üstünde yukarı doğru ağzını açmış bir ejder. Ejderin ağız hizasında bir şahin ve bunların da üstünde kubbemsi tepede bir başka şahin. Sistemin ortasında oturan adam elindeki çubukla yavaşça dönerek dakikaları gösteriyor. Kayık maketinin içinde bulunan tas, altındaki delikten su alıyor ve bir saat boyunca yavaşça alçalıyor. Bir saatin sonunda tas batıyor ve şahinin ağzından çıkan bronz bir küre ejderin ağzına düşüyor. Ağırlaşan ejder başı yavaşça alçalarak küreyi kayıktaki zilin üstüne düşürüyor. Ve sistem tekrar başa dönüyor. Düzenekte düşmüş kürelerin sayısı (toplam 15 küre bulunuyor) saati gösteriyor.
İnsan figürleri açısından en kalabalık ve gösterişli eser, kadın ve erkek figürlerinden oluşan 175 cm boyunda müzikli eğlence kayığı. Sohbet meclislerinde bir havuza bırakılan ve her yarım saatte eğlenceli sesler çıkaran bir müzik kayığı. Müzik aletleri tef ve arp gibi vurmalı çalgılar. Mekanizma yarım saatte bir, toplamda yedi buçuk saat sürüyor. Diğer tarafta anıt şeklinde 5,8 metre yüksekliğinde Tavus Kuşlu Su Saati var. En üstte dairesel pencerelerden oluşan saat kadranı, hemen altında kendi etrafında 360 derece dönen dişi tavus kuşu, onun altında yavru tavus kuşları ve en altta yarım saatte bir hızla kendi etrafında dönen erkek tavus kuşu.
Ön cephenin üst kısmında bulunan küçük dairesel pencerelerin her birinin yarısı gündüzleri her yarım saat sonunda kırmızıyla kaplanıyor. Geceleri ise ışıklanıyor. Bu sırada erkek tavus kuşu kendi etrafında dönüyor, ortada bölmedeki iki yavru tavus kuşu ise birbirleriyle gagalaşarak ses çıkarıyor. Böylece her yarım saatte bir şölen oluşuyor. Dişi tavus kuşu ise dakika kadranı vazifesi görerek yarım saat boyunca kendi etrafında dönüyor. Sistemin çalışması düzeneğin içinde akan suyla sağlanıyor.
Küçük dairesel pencereler açılıp kapanıyor, tavus kuşları hareket ediyor ve ortama kuş sesi yayılıyor. Bu düzenek, 14. yüzyılda Avrupa’da mekanik saatlerde kullanılan eşapman sisteminin ilk uygulaması.
Sonra bir şeyler içmek istiyoruz ve öküzlü bir içecek otomatı dikkatimizi çekiyor. Düzeneğin başında bir hizmetli duruyor. Düzenek bir öküzün üstünde oturan ve arkasında içecek küpü bulunan, öküzün sırtındaki satıcının elinin karışım kadranını organize ettiği ve talep edilen içeceği çeşmeden akıttığı bir mekanizma.
Hizmetli dört ayrı renkteki içecekleri ve suyu ayrı ayrı küpün kapağından içine dolduruyor. Dışarıdan bakınca hepsinin küpte birbirine karıştığını sanıyoruz. Oysa öküzün karnındaki çok yönlü valf düzeneğiyle her bir sıvı ayrı bölümlere kanalize ediliyor ve birbirine karışması önleniyor. Bu düzenek bir yandan fonksiyonel yapısıyla içecek sunarken, diğer taraftan teatral gösteriyle eğlendiriyor.
Bir diğer şaheser de 4 metreye yakın yükseklikte en üstte güneş, ay ve zodyak takımyıldızlarının gökyüzündeki konumunu gösteren bir gösterge bulunan, altında ise alt alta iki farklı pencere bölümü olan, onun da altında sağlı sollu iki şahinin yer aldığı ve en altta da çalgıcıların olduğu bir anıt su saati.
Bu saat güneşin yıl içinde değişen günlük hareketlerini değişken ibre hızıyla ölçebilen tarihteki ilk mekanik saat. Her saat başında bir pencere açılıyor ve bir insan figürü beliriyor. Hemen altındaki pencerede ise kısa özlü bir söz görünüyor. Saatin orta kısmında bulunan yarım daire halkası şeklinde dizilmiş küçük dairesel pencerelerin sırayla aydınlatıyor, şahinlerin ağızlarından bronz bilyelerin düşmesiyle gong sesi duyulmasını sağlıyor. Bu arada z e m i n d e b u l u n a n m ü z i s y e n heykelcikler de davul, zil ve borazan çalıyor. Bu işlem bir gün veya gecede 3 kez tekrarlanıyor. Yine üst kısımda güneş ve ayın o günkü yeri burç kümelerine göre görülüyor.
Gezintiye devam ediyoruz. Ve işte en ilgi çekici eser: Filli Su saati. Yüksekliği 195 cm olan saat, kocaman bir fil üzerinde tasarlanmış. Filin başının üstünde fil sürücüsü insan görünümlü bir robot var. Filin sırtına yüklü düzeneğin ortasında her yarım saatte bir 180 derece dönen ve dakikaları gösteren yine bir insan figürü var.
Onun üstünde ağzını yukarıdaki şahinlerin ağzı hizasında açmış iki ejder, iki şahinin ortasında da birer elini şahinlerin başı üstünde tutan tarihin en erdemli hükümdarı sultan Selahaddin Eyyübi.
Saatin en tepesinde anka kuşunu sembolize eden bir kuş. Her yarım saatte bir tekrar eden animasyonlar, filin karnında bulunan tasın yarım saatte batması ve bronz bilyelerden birinin düşmesi sonucu kuşun kendi etrafında dönmesiyle başlıyor.
Sultan elini bir şahinin başından kaldırdığında, o şahine ağzındaki topu bırakma izni vermiş oluyor. Açılan gagadan ejderin ağzına bir küre bırakılıyor ve ejder yavaşça süzülerek aşağı iniyor ve ağzındaki bilyeyi vazoya bırakıyor. Vazonun içine düşen top ses çıkarıyor. Bu şekilde filin boynuna düşen bilye fil sürücüsünü hareket ettiriyor ve sürücü elindeki aletlerle önündeki tepsiye vuruyor. Top da filin boynundaki açıklıktan çıkarak çıngırağa çarpıp yere düşüyor.
850 yıl öncesine gittiğimizi unutmuşçasına, şaşkınlıkla sarayda gezmeye devam ediyoruz. Ağzından su akıtan tavus kuşları, türlü çeşme otomatları, rahipli kan ölçme tekneleri, fıskiye ve ses otomatları, inanılmaz şifreli sandıklar ve türlü türlü sanat eserleri görüyoruz. Hem fonksiyonel, hem görsel, hem duyusal, hem de düşünsel eserler.
Kah mumlu saatlerle, maymunların, kılıçlı dövüşçülerin kullanıldığı mekanizmalara rastlıyoruz, kah sohbet meclislerinde hakemliği sembolize eden atlı süvari figürlerinin olduğu eserlerle karşılaşıyoruz. Hepsinde sanat, hepsinde estetik, hepsinde müzik ve ince hesaplar belirgin bir şekilde kendini gösteriyor.
Gezdiğimiz saray Kürt Eyyübi imparatorluğu egemenliğindeki Diyarbekir’de. Ve 850 yıl önce tüm bu olağanüstü robot, mekanizma ve cihazlar kullanılıyor. Bu yönüyle tarihin ilk modern şehri.
O dönemde Diyarbekir’deki kütüphanede 140 bini aşkın kitabın bulunduğu söyleniyor. Bu da bu eserlerin sahibine Çin, Yunan, Mısır, Hindistan ve kadim Aryan kültürü hakkında detaylı okumalar yapma fırsatı sunuyor.
Cezerî Kimdir?
Tüm bu sanat eserlerini ortaya koyan kişi “Zamanın benzersizi” (Bediüzzaman) diye anılan ve Kürd Eyyübi imparatorluğu döneminde Cizre, Hasankeyf ve Diyarbekir’de 1153 – 1233 yılları arasında yaşamını sürdüren Cizreli İsmail Cezerî. Babasının adı Rezzaz. Lakabı Ebuliz.
Kürd Eyyübi imparatorluğunda Kürdler tüm dünyada ün salan birçok bilge yetiştirdi.
Mekanikte İsmail Cezerî, tarih ilminde Cizreli İbn-i Esir’ler, Ebul Fida, İbn-i Ezrak, felsefede İbn-i Halikan, Suhreverdi, kimyager Îbrahim Xelatî, astronomide Fahrettin Xelatî, felsefe, tıp ve tarihte Şemseddin Şehrezûrî, müzikte Seyfeddin Urmevî, fizik, matematik ve yıldız biliminde Musa Kemaleddin…
1174 yılına kadar Cizre’de kalan Cezerî, bu dönemde Zengiler’in baskılarından olsa gerek Diyarbekir’e geçiyor ve Eyyübi yönetiminde olan Artuklu sarayında saygıyla karşılanıyor. Çoğunluğu Nasıruddin Mahmud döneminde (1200–1222) olmak üzere 25 yıl Diyarbekir’de kaldıktan sonra Cizre’ye dönüyor ve burada ömrünün sonuna kadar yaşamını sürdürüyor. Öldüğünde, sahip olduğu saygınlık nedeniyle normal mezarlık yerine, Nuh’un mezarının yan tarafına defnediliyor.
1206’da “El Camiu Beyn El-İlim Vel Amel, En Nafiu’ Fis-Sanaat il-Hiyel” (Makine Yapımında Yararlı Bilgiler ve Uygulamalar, The Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices, Prof. Dr. Donald Hill, 1974) adlı kitapta eserlerini ayrıntılı ve resimli bir şekilde bizzat kendisi anlatıyor.
Bu kitabın bir nüshası 1206 yılında Heskifli bir katip tarafından çoğaltılıyor. Kitabın 16 nüshası günümüze ulaşıyor. Bunlardan 5’i Topkapı’da, 1’i Süleymaniye’de. Diğer nüshalar Bağdat (1), Dublin (1), Oxford (2), Leiden Universitesi (2), Paris Bibliotheque National (3) gibi kütüphanelerde bulunuyor. Cezerî’nin kitabı sonraları Fransızca, Almanca, İngilizce ve Türkçe dillerine tercüme ediliyor.
Kitapta ayrıntılı bir şekilde anlatıldığına göre Cezerî 6 robot, 8 su saati, 4 mum saati, 4 içecek otomatı, 5 çeşme otomatı, 4 kan ölçme otomatı, 6 fıskiye otomatı, 6 ses otomatı, 3 şifre ve matematik mekanizması ve 5 su yükseltme mekanizması icad etti.
Diyarbekir’deki Camiya Mezin (Ulu Cami) bahçesinde bulunan güneş saati ve Cizre’deki Camiya Mezin’ın kapısı ile kapı tokmakları olan ejderler de Cezerî tarafından yapıldı.
Cezerî’nin 850 yıl önce ortaya koyduğu teknoloji tüm çağları etkiledi. Dünyaca ünlü mimar, mühendis, matematikçi, anatomist, müzisyen ve heykeltıraş Leonardo Da Vinci (1452 – 1519) hatıralarında Cezerî’nin icatlarından faydalandığını belirtiyor.
1330–1388 yılları arasında yaşayan ve ilk astronomik saati geliştiren İtalyalı ünlü bilim insanı Giovanni de Dondi de Cezerî’den etkilenip esinlendi.
Cezerî’nin eseri ilk kez Eilhard Wiedemann (1852–1928) ve Fritz Hauser adlı iki Alman mühendis tarafından tercüme edildi. 1920’lerde Almanya’da Cezerî’nin makinelerinin birer örneği yapılıp sergilendi.
Daha sonra İngiliz Mekanik mühendisi ve doğubilimci Prof. Dr. Donald Hill (1922–1992) 1974 yılında Cezerî’yi İngilizce’ye çevirdi. Hill’e göre: “Şimdiye kadar, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir medeniyetinde, Cezerî kadar bu derece mükemmel, pratik bilimsel ve kusursuz bir eser yazılmamıştır.” 1976 yılında Londra’da “Science Museum”da Cezerî’nin makineleri çalışır halde sergilendi.
Nature Dergisi onu, 12. yüzyıl mühendisliğinin doruğuna erişmiş kişi olarak tanıtırken, Bilim Ve Ütopya Dergisi Ocak 2002 sayısında Cezerî’ye 51 sayfa ayırdı ve onu “Robotların ve otomasyonun atası” olarak tanıttı.
Cezerî’nin Semboller Dünyası
Cezerî eserlerinde suyu, şarabı, kadının güzelliğini, müziği, bilimi, dansı, kültürel zenginlik ve felsefeyi buluşturmuş, eşsiz tablolar ortaya koymuştur.
Simge olarak Cezerî’nin eserlerinde heykelciliği, tavus kuşunu, iki başlı kartalı, yılan ve ejderhayı; fil, maymun, balık, şahin, ördek, rahip, şarap sunan kadın ve müziği kullanması hayli dikkati çekicidir.
Bilindiği üzere bu motifler (özellikle insan t a s v i r l e r i ) m ü s l ü m a n k ü l t ü r d e kullanılmamaktadır. Çağını, toplumunu ve dinsel kalıpları aşmayı başaran Cezerî’nin eserlerinde kullandığı motif ve metaforların gelecekte çokça tartışılacağı muhakkak. Birkaçına bakmakla yetinelim:
Selahaddin Eyyübi: Filli Saat’in tepesinde oturan ve iki eliyle şahinleri ve düzeneği kontrol eden kişi tarihin en kudretli Kürt sultanı, Selahaddin Eyyübî’dir. Cezerî, siyasi figür olarak sadece Selahaddin Eyyübi’yi sanatına yansıtmıştır.
Cizre Kapı Tokmağı: Cizre’deki Camiya Mezin’ın kapısı için yapılan, karşılıklı duran iki ejder ve ortalarında yer alan aslan baş ı figürü de Cezerî’nin bilinen eserlerindendir. Badem gözlü, sivri kulaklı, kanatlı şekilde v e b i r b i r l e r i n i n k a n a t l a r ı n ı ı s ı r ı r pozisyonda, altta birbirine dolanan kuyruklarında kartal başı ile tasvir edilmişlerdir. Bu tasvirin çeşitli sır ve tılsımları içerdiği açıktır. Bazı araştırmacılara göre; iki ejderle Dicle ve Fırat Nehirleri ve ikisi arasındaki Kürdistan coğrafyası sembolize edilmektedir. Aslan başı ise Kürtlerin gücünü, vatanlarının yöneticisi olma ve egemenlik hakkını göstermektedir.
Ejder: İyilik ve gücü simgeliyor. Cezerî’nin mekanizmalarında aktarma fonksiyonuna sahip. Kürdistan’ın can damarı niteliğindeki Dicle ve Fırat nehirlerine atfen kullanıldığı varsayılabilir. Ejder, Kürt simgelerindendir. Kürt krallarının kullandığı Azi-Azdiya-Ecdiya ünvanı ejderha anlamına gelmektedir. Bir Sümer yazıtında Kürtlerden bahsederken “Dağlardaki ejderhalar” ifadesi kullanılmıştır. (Bkz. O. L. Vilcheviskj, Kurd, Lîs, İstanbul, 2010, s. 45.)
Tavus Kuşu: Tavus, Yunan tanrıçalarından Zeus’un karısı Hera’nın arabasını çeken kuş olarak resmedilir. Her rengi içerdiği için kemal düzeyini, tam oluşu simgeler. Êzîdîlikte Tavus Kuşunun tanrının yarattığı 7 melekten en büyüğü olduğuna inanılmakta, tanrıya karşı geldiğinden 7000 yıl cehennemde kaldıktan sonra pişman olduğu ve döktüğü gözyaşlarının 7 büyük testiyi doldurduğu ve bunların cehennem ateşini söndürdüğüne inanılmaktadır. Bunun üzerine tanrı tarafından affedilip tanrının temsilcisi olarak yeryüzüne gönderilmiştir. Kuyruk tüyleri geniş bir renk skalası içerdiğinden her biri, farklı bir renkle ifade de edilen gök katlarının derecelenmesini ve bu farklı frekanslardaki ortamların tamamını simgeler. Sembol en çok bu anlamda kullanılmıştır. Kuyruk tüylerindeki gözleri, bilgeliği simgeler.
Alfabe: Cezerî, kitabında 21 adet Arap harfini kullanmış, her harf iki işaretle temsil edilmiş, ancak Kef (K) harfi bir işaretle temsil edilmiştir. Bilindiği üzere Kürt kelimesi Kef harfiyle başlar. Cezerî’nin neden böyle yaptığı bilinmemektedir. Bazı araştırmacılar simya ilminden esinlendiğini tahmin etmektedir.
Kürtçe: Cezerî’nin kitabında yer alan kelimelerden 700 tanesinin Kürtçe olduğu araştırmacılar tarafından belirtilmektedir. Mîzab (suyu aktaran ince boru), baziyan (kartal), destûr (regülatör), şinaber (çember, halka), sonbazec (yüzey temizleyici), sewelcan (ahşap baston), derazink (kapı çerçevesi), qendîl (kandil), birkar (daireyi bölümlere ayıran alet), nermazec (eklem, mafsal), karizvan (çubukları birbirine bitiştiren şey), sosin (zambak) bunlardan bazılarıdır.
Burçlar: Cezerî’nin eserlerinde sıkça burçlar kullanılmıştır. Kürdler’in en eski atalarından olduğu varsayılan ve milattan önce 3. bin yılda hüküm süren Gutiler döneminden kalma Cizre Bazibda (Yafes) Köprüsü’nde sekiz gezegeni ve burçları simgeleyen kabartmalar bulunmaktadır. Cezerî’nin bundan etkilendiği düşünülmektedir. Bilime ve insanlığa sunduğu eşsiz armağanlarla adını altın harflerle tarihe yazdıran Cizreli bir Kürt’ün fantastik ve sırlı dünyası gizemini hala koruyor. Her tarafa heykeli dikilesi bu insan, sahipsizlikten gereği gibi tanınmıyor bile. Geleceğin dünyası, yerini Da Vinci’nin şifrelerinden Cezerî’nin şifrelerine bırakacak. 850 yıllık sır er geç gizemini açacak, Kürtler tarihe dönüş yapacak. Cezerî’den 300 yıl sonra Cizîrî’nin dediği gibi: “Hangi yöne dönersen dön seninledir himmet Elçin olsun Zühre, Zühal etsin sana hizmet Devlet ayının ışığı parıltısı olsun mumunun Yücelik güneşi şulesi olsun nurunun” Şimdi soru şu: 850 yıl önce tarihteki ilk robotu icat eden, bilgisayarın altyapısını kuran, mekanik ve sibernetikte devrim yapan Kürtler ne zaman uzaya çıkacak?
(Bu yazının ilk hali aynı başlıkla 11.03.2019 tarihinde https://www.salomecizrawi.com/kurdler[1]ne-zaman-uzaya-cikacak.html/ adresinde yayımlandı.)
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın