Kürt İslamı’nın üç şartı vardır: samimiyet, yerlilik ve hoşgörü.
Kürtler tarih boyunca benimsedikleri inancı işgal ve ganimet aracı kılmamış, dinle samimiyet temelli bir ilişki kurmuştur. Bu da Kürt dindarlığının en mümeyyiz vasfı olmuştur.
Araplar İslam’ı ganimet aracı kılarken, Türkler işgal ve hakimiyet için kullanmış, bu durum Kürt hafızasında “Araplar ganimet, Türkler siyaset, Kürtler ibadet” sözüyle yerini almıştır.
Kürt İslamı’nın ikinci şartı yerliliktir. Ancak Kürtler bunu gerçekleştirmede tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Her ne kadar Kürt belleğinde “Her peygamber nefsine dua etmiştir” gibi sözler yer alsa da, Kürtler bulundukları jeopolitiğin sonucu olarak sürekli kendine yabancılaştırılmış, bu da Kürtlerde yerli bir İslam formunun oluşumuna engel olmuştur. Kürdistan’da egemenlik mücadelesi veren Arap, Fars ve Türkler, İslam’ı Kürtlere karşı silah olarak kullanmış, her biri kendi İslam formunu oluştururken Kürt İslamı’nın olgunlaşmasına engel olmuştur.
Kürt İslamı eşyanın doğası gereğidir. Hakikat bir güneşse, yerlilik, herkesin yapısına göre onu yansıtmasıdır. Hakikat bir kumaşsa, yerlilik, herkesin endamına göre ondan elbisesini dikmesidir. Hakikat su ise yerlilik, herkesin ihtiyacı kadar ondan içmesidir. Yemek, yeryüzündeki tüm insanların ortak ihtiyacıdır ancak her milletin kendine özgü bir mutfağı vardır. Hak taaddüt eder. Hak tekessür eder. Hak tenevvü eder.
Islam da böyledir. Her ulus İslam kumaşından kendi karakterine, cüssesine ve coğrafyasına uygun bir kıyafet dikerken Kürtlere ısrarla Arap kandurası, Fars kaftanı ve Türk pantolonu gerçek İslam gibi giydirilmiştir.
Kürtler kendileri olmak istediklerinde bu arayış ayrımcılıkla yaftalanmıştır. Oysa Kürtlerin her alanda ve her bakımdan kendi olması Kur’an’ın gereğidir. Dört Kur’an ayeti bunun dayanağıdır.
Birincisi insanları uluslara ve kabilelere ayıran bizzat yaratıcının kendisidir. Kendi olmak, ayırmak ve ayrımcılık yapmak değildir: “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi uluslara ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat, 13)
Bu “ayrı”lık, ayrımcılık ve üstünlük değil, her ulus ve milletin kendi kökleri ve kimliğiyle varlık sahnesindeki yerini alması ve birbirini hukuken tanıması ve tanışmasıdır.
Kur’an, ulusların ayrılığını ikinci bir ayetle pekiştirir: “Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması da O'nun varlığının, kudretinin delillerindendir.” (Rum, 22)
Bu ifade hiçbir ulusun ve dilin diğerinden üstün ve faziletli olmadığını, hepsinin eşit olduğunu vurgular. Arap’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Arapça diğer dillerden faziletli değildir. İslamiyet’in Arabistan’da ortaya çıkması, Kur’an’ın dilinin Arapça olması onu diğerlerine üstün kılmaz.
Tarihsel süreç içerisinde Arapların İslamiyet’i Araplaştırma aracı kılması, birçok ulus ve ülkeyi Araplaştırması İslamiyet’in sömürü silahı olarak kullanılmasıdır. İnsanların en temel ihtiyacı olan ateş silah olarak kullanıldığı gibi İslamiyet de silah olarak kullanılabilir. Ancak bu, en başta Kur’an’ın ulus ve dillerle ilgili ilkelerine aykırıdır.
Avamın aklı gözlerinde olduğundan, şekilsel Araplaşmayı Müslümanlık sanabilir. Hacca gidenlerin Arap giysileriyle dönmesi, “dindar ve alim” imajı için Arap giysilerinin kullanılması, Arapça dilini yaygınlaştırmanın Müslümanlık sanılması, Müslüman olanların Arapça isimler kullanması, tüm ulus ve dillerin Allah’ın ayetlerinden olduğu gerçeğine aykırıdır.
Müslüman olan Kürtler için Kürt İslamı’nı zorunlu kılan üçüncü ayet, her ulusun öncü ve yöneticilerinin kendilerinden olmasıdır. Kur’an’ın “Nitekim size, sizden olan bir peygamber gönderdik.” (Bakara, 151) ifadesi bunu anlatır.
Tüm peygamberler içinden çıktıkları toplumu kendi ailesi görmüş, onlarla duygudaşlık kurmuştur. Kur’an’da Hz. Muhammed için “Andolsun, size, içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer” (Tevbe, 128) ifadeleri kullanılmıştır. “Kardeşleri Lut” (Şuara, 161) ifadesinden anlaşılacağı üzere, diğer peygamberlerin de milletleriyle ilişkisi aynı şekildedir.
Hz. Muhammed, toplumunun karşısına çıktığı Safa tepesindeki ilk sahnede şu ifadeleri kullanır: “Ey Kureyşliler! Size karşı benim hâlim, düşmanı gören ve âilesine zarar vereceğinden korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın hâli gibidir.”
Kürt İslamı’nın dayanağını oluşturan dördüncü ayet, öncü ve idarecilerin dilinin Kürtçe olmasını zorunlu kılar. Kur’an’da “Biz her peygamberi ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açıklasın.” (İbrahim, 4) denilmiştir. Bu durum bir kavmin başka dil bilip bilmemesinden bağımsızdır. Hakikatin özel, seçkin bir dili yoktur.
Cafcaflı Arapça ifadeler, söylenenleri doğru kılmaz, değerini arttırmaz. Hakikat, her dilde ifadesini bulur. Kürtler için Kürtçe, Araplar için Arapça, Farslar için Farsça, Ermeniler için Ermenice, Yahudiler için İbranice, İngilizler için İngilizce hakikatin dilidir.
Kürtçeye yabancılaşan bir Müslümanlık, hakikatten sapmıştır. Kürtçeyi önemsizleştiren, silikleştiren bir Müslümanlık Kürtlerin özümseyebileceği dini bir anlayış değildir. Kürtçe, Kürt Müslümanlığının anadilidir.
Saydığımız dört ayet, sarih şekilde Müslüman Kürtler için Kürt İslamı’nın farz olduğu gerçeğini önümüze koyar. Kürtler Araplara, Farslara veya Türklere benzemek zorunda değildir. Aksine, Müslümanlık adı altında bu tür yönelimler, doğasını bozmak ve zemininden kopmaktır.
Bugüne kadar olduğu gibi, birileri yukarıdaki Kur’an ifadelerinin karşısına başka Kur’an ifadelerini ya da Emevilerle kurumsallaşan Arap üstünlükçü Müslümanlığa ilişkin rivayetleri koyarak, Kürtlere gerçek Müslümanlığı Araplaşmak veya Türkleşmek olarak telkin edebilir.
Ya da evrensellik adı altında Kürt kimliğini, kültürünü ve dilini anlamsızlaştırarak, Kürtlerin egemen kimlikler içinde erimesini teşvik edebilir.
Her iki yaklaşım da hakikatten uzaktır. Bugüne kadar bu tür yönelimlere kapılmak, Kürtler için sadece esareti sonuç vermiştir.
Kürt İslamı'nın üçüncü şartı hoşgörüdür. Kürtler tarih boyunca çok inançlı bir ulus karakteri sergilemiş, komşu olduğu ya da savaştığı ulusların din ve inançlarına bile düşmanlık yapmamıştır. Buna rağmen, Kürtler içine nifak sokan, Kürtleri kafir, dinsiz, din düşmanı, İslam karşıtı diye ayrıştıran her zihniyet zehirlidir. Yerli değildir. Kürtler içinde yıkıcı bir role sahiptir.
Su bir ihtiyaçtır ama onunla boğabilirsiniz. Ateş bir ihtiyaçtır ama onunla yakabilirsiniz. Din de böyledir. İnsanın psikolojik ihtiyaçlarından birini, insan iradesini söndüren, yaşama düşmanlık eden, hakları gaspeden bir araca dönüştürmek mümkün.
Herkes için doğru olanın Kürtler için şaibeli olması, Kürtlerin egemen olmamasının sonuçlarındandır. Kürt İslamı kendini bilmek, kendi olmaktır. Kürtlük doğasını korumak, inanç ve düşünce gözetmeksizin aile ruhunu yaşatmaktır. Kürtlerdeki dini inanış ve arayışların bu anlayışla gerçekleşmesi şarttır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın