Doktor Şükrü Mehmed Beyrut’ta bulunduğu süre içerisinde 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalanır. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından yaklaşık üç ay önce, antlaşma metni mevcut şekliyle birinci BMM tarafından onayının sorun olabileceği endişesiyle, ani bir kararla 1 Nisan 1923’te esas olarak Lozan’ı kabul edecek yeni Meclis seçimlerine gidildi. Yapılan yeni seçimlerde, özellikle Kürdistan’da seçilen mebuslar başta olmak üzere bütün adaylar merkezden belirlendi. Böylece muhalif olabilecek Kürdler tamamen siyasetten uzaklaştırılarak tasfiye edildi ve Kürdlerin bir kısmının daha önceleri açıklanan vaatler nedeniyle Kemalist hareketten olan beklentileri de boşa çıkmış oldu.
Lozan Antlaşması metninde Kürdlerin hak ve hukukuna dair doğrudan hiçbir madde bulunmaz. Beş kısımdan ve toplam olarak 143 maddeden oluşan anlaşma metninin “Azınlık hakları” bölümünde, Kürdler için de bazı dil ve kültürel haklar aranabilir. Ancak Ankara Hükümeti, Kürdleri Müslüman çoğunluk içerisine koyup azınlık olarak kabul etmediği için, söz konusu hakların Kürdlere tanınmasını kabul etmemiştir. Kemalist yönetime göre varılan anlaşma gereğince azınlık hakları Müslüman olmayanlar için geçerliydi. Çünkü alt komisyon belgelerinde Müslüman azınlıklardan bahsedilirken, parantez içerisinde “Kürdler, Çerkezler ve Araplar” sıralanmaktadır. Antlaşmanın 39. maddesinin 4. paragrafında bahsedilen haklar ise Türkiye’de yerleşik olan herkesten bahsetmektedir: “Herhangi Türkiye tebaasının münasebatı hususiye ve ticariyede, gerek din, matbuat veya her nevi neşriyat hususunda ve gerek içtimaatı umumiyede herhangi bir lisanı serbestçe istimal etmesine karşı hiçbir kayıt vaz’edilmeyecektir.”[1] paragrafından hareket ederek Kürd dilinin basın yayın alanında kullanılabileceği yorumu yapılmaktadır ve yapılabilir de. Ancak Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından kısa bir müddet sonra gizli veya açık uygulamalar ve çıkartılan yeni kanunlarla başta dil olmak üzere Kürdler ve Kürdistan’a dair ne varsa yok sayıldı ve yasaklandı. O ana kadar “Türk-Kürt kardeşliğinden” bahseden Mustafa Kemal, Cumhuriyetin kurucu unsurlardan bahsederken artık şöyle demektedir: “Cumhuriyetimizin asıl unsuru Türk halkıdır.”[2]
Doktor Şükrü Mehmed Sekban’ın “Kürtler Türklerden Ne İstiyorlar?” başlığıyla 14 Eylül 1923’te Beyrut’tan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Bayındırlık Bakanı ve Diyarbakır Milletvekili Feyzi (Pirinççioğlu) Bey üzerinden Mustafa Kemal’e ulaştırmak istediği mektup böyle bir süreçte yazılmış. Mektubun orijinal metni otuz bir sayfadan ibaret olup Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmıştır. Feyzi Bey’e üç mektup gönderdiği halde cevap alamaz ve bunun üzerin Zülfi Bey’e (Diyarbekir parlamenteri ve Lozan heyeti üyesi Zülfü Tiğrel) yazmış. Mektubun gönderilmesi üzerinden üç ay geçmesine rağmen Fevzi Bey’den bir cevap alamadığı için, 18 Aralık 1923’te mektubu taahhütlü olarak göndererek kamuoyuna açıklamış ve şöyle bir ilave not eklemiş: “Aradan üç ay geçtiği halde bu mektuba henüz bir cevap zuhur etmemesine nazaran verilecek hükmü -başka söz söylemeden- karin-i kirâmın takdir ve vicdanlarına havale ediyorum.”[3]
Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra yok sayılan ve inkâr edilen Kürd milletinin hak ve hukukunun tanınması için, Kürd aydınları Şükrü Mehmed Sekban’ın mektubunun mahiyetine benzer içerikte mektuplar, daha sonra da farklı zamanlarda cumhuriyetin kurucu kadroları ve yöneticilerine yazmışlar. Cumhuriyet’in 10. yılı dolayısıyla Celadet Bedirhan da “Türkiye Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” başlığıyla bir açık mektup gönderir ve mevzubahis mektup daha sonra kitap şeklinde basılır.[4] Benzer bir açık mektup da Mustafa Remzi Bucak tarafından, 03.01.1965 tarihinde dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye gönderilmiştir.
İşte yukarıda kısaca bahsettiğimiz koşullarda Şükrü Mehmed Sekban’ın 14 Eylül 1923’te Beyrut’tan “Kürtler Türlerden Ne İstiyor” başlığıyla şahsı adına yazdığı mektupta, kısaca süreci değerlendirip kendi siyasi serüveninden bahsettikten sonra, Kürd meselesinin çözümüne dair Türklerin önünde dört seçeneğin olduğunu belirtir: Türkler, ya bugünkü Türkiye hududu dâhilindeki Kürtleri Osmanlı devleti idaresinde olduğu gibi terk ederler, yahut Türkleştirmek politikasını takip ederler, yahut Panturanizm gayesini takip ederek imha ve tehcir politikasını ittihaz ederler. Bir dördüncüsü de Kürtleri bir millet olarak tanıyıp kendilerine müsait olmak esbâbını izhar ederler.[5]
Bu genel girişten sonra, Doktor Şükrü Mehmed Sekban’ın adı geçen mektubunda, o zaman ileri sürdüğü fikirleri özetleyerek şöyle sıralayabiliriz:
Kürtlerin Türkleşmesi ve asimilasyonu meselesi mümkün değil. Üç-dört yüz sene evvel kılıç kuvvetiyle asimle edilemeyen Kürtleri, bundan sonra Türkün zayıf hars-ı medenisi hiçbir vakit maalesef temsil (asimile) edemeyecektir. Cebren asimilasyo/kolonizasyon ve imha politikası: Belki mümkündür. Belki diyorum. Çünkü top, tüfek ve vesâ’it-i cedide-i harbiyeye karşı Kürtlerin kendi kendilerini müdafaa edememeleri muhtemeldir. Fakat bundan ne faida olur?
Kütleri bir millet olarak tanımak ve hukuk-i siyasisine hürmet etmek. Kürtler İran, Türkiye ve Irak devletleri arasında bölünmüş olarak kalıyorlar ve millet olarak kendi kaderlerini belirlemeye sahip olamıyorlar. Milletlerin, kendi mukadderatlarını bizat idare etmeleri beynelmilel bir akide, bir düstur olmuştur. Hiçbir kuvvet bunu men edemez.
Kürdistan’ın tasavvur edilen idaresi için muhtelif numuneler bulunabilir. Avusturya, Macaristan, Prusya (Bavyera, Saksonya) gibi bir hidîviyet teşkili, bir Cebeli Lübnan mutasarrıflığı tarzında türlü türlü siyasi şekiller bulmak mümkündür. Teşkilat-ı Esasiye Kanunnamesinin yirmi ikinci maddesine müracaatla ekseriyetle Kürdlerin sakin oldukları havaliyi 22. Maddeni tarifatı veçhile birleştirerek Müfettiş-i Umûmilik ihdas edelim, Müfettiş-i Umûmi Kürt olmalıdır ve intihabı Millet Meclisi tarafından icra edilsin.
Türkler ne derlerse desinler ve ne düşünürlerse düşünsünler biz Kürtler de “lisan-ı millimize hâkim ve mahsul-i sayımıza mutasarrıf olmak istiyoruz. Bir milletin kendi lisanını (dilini) talim ve tedvin etmekten daha mukaddes ne hak olabilir. Kürdün lisanından aziz ne mukaddesatı olabilir?
Türk-Kürt meselesi daima mevcut olagelmiştir. İstanbul’da mütarekeyi müteakip gelen bütün kabineler Kürt meselesini anladıkları vecihle (yolla) halletmek istemişler. Kürt meselesi ancak ve ancak Mustafa Kemal Paşa’nın zaman-i riyasetlerinde haledilebilir.[6]
Elbette ki Doktor Şükrü Mehmed Bey’in Kürd meselesinin çözümüne dair yukarıda kısaca özetlenen önerileri ve talepleri, içinde yer aldığı örgütsel yapının ve diğer bir kısım Kürd aydınlarının, meselenin çözümü amacıyla Mustafa Kemal ve arkadaşlarından olan beklentilerinden bağımsız olarak düşünülemez. Fakat yeni Kemalist yönetim çözüm yerine, bir taraftan yasal Kürd örgütlerin kapatırken diğer taraftan da Türkleştirme ve inkâr politikasını takip ederek, tehcir ve imha politikasını uygulamaya başladılar. Kürdler bu durum karşısında illegal örgütlenmek durumunda kalarak kurmay Miralayı Halid Bey’in başkanlığında “Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti[7] ya da kısa adıyla Kürdistan İstiklal Cemiyeti yani yaygın bilinen adıyla Azadi Örgütü oluşturarak 1925 “Kürd Milli Ayaklanması”na[8] doğru giden yolun taşlarını döşemeye başladılar. Bağdat’ta bulunan İngiliz Hava Kuvvetleri Komutanlığı yetkililerinin firari Kürd subaylarına dayandırarak hazırladıkları rapora göre, “Şimdiki örgüt, Kürd Mustafa Paşa, Molla Said-i Kurdî ve İbrahim Bey El Heyderi (şu anda Irak hükümetinin Evkaf Bakanı’dır)’nin önde gelen üyelerden olduğu, Emin Âli Bedirhan’ın yardımcılığını yaptığı Seyid Abdülkadir başkanlığında 1918-1919 yıllarında İstanbul’da bulunan bir cemiyetin devamı olarak savunulmaktadır. Bu cemiyetin Doktor Şükrü Muhammed (şu anda Bağdat’tadır) vasıtasıyla İstanbul’daki İngiliz Yüksek komiserliği tarafından tanındığı ve Hükümetin kuşkuları sebebiyle karargahını 1921’de Erzurum’a taşınmış ve şimdiye kadar da hareket bu merkezden gelişmiştir.[9]
(Devam edecek.)
[1] http://ua.mfa.gov.tr/detay.aspx?88
[2] Tekin Alp, Türkleştirme, say. 8, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1928
[3] Dr. Şükrü Mehmed Sekban’ın Mustafa Kemal’e Mektubu, Kürtler Türklerden Ne İstiyor? Hazırlayan: Hüseyin Siyabend Aytemur, Hîvda Yayınları, İstanbul, 2021, s. 80-81
[4] Mir Celadet Âli Bedirhan, Bir Kürt Aydınından Mustafa Kemale Mektûp, Doz Yayınları, İstanbul, 2010
[5] Dr. Şükrü Mehmed Sekban’ın Mustafa Kemal’e Mektubu, Kürtler Türklerden Ne İstiyor? Hazırlayan: Hüseyin Siyabend Aytemur, Hîvda Yayınları, İstanbul, 2021, s. 70
[6] Dr. Şükrü Mehmed Sekban’ın Mustafa Kemal’e Mektubu, Kürtler Türklerden Ne İstiyor? Hazırlayan: Hüseyin Siyabend Aytemur, Hîvda Yayınları, İstanbul, 2021, s. 63-81
[7] Şevket Beysanoğlu, Anıtlar ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi (Cumhuriyet Dönemi), Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, 3. Cilt, 2001, r. 975
[8] Bitlisli İhsan Nuri, Kürd Kıyamı Millisi (Kürd Milli Ayaklanması) Sebepleri, Askeri Önemi, Sevk İdare Etme Şekli, Bağdad İstiklal Matbaası, 1925
[9] Ahmet Mesut, İngiliz Belgelerinde Kürdistan (1918-1958), Doz Yayınları, İstanbul, 1991, s. 143
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın