Ben sürünün içindeki keçi oldum hep; ne sürüye uyandım ne de çobana soruldum. Hep kafama buyruk yaşadım. Belki biraz inatçıydım ama kendime ait bir yaşamım ve ölümüm, başlangıcım ve sonum, yaratılışım ve tasavvurum vardı. Sevmedim sürünün ayak oyunlarıyla yaşamayı, istemedim çobanın üstün ve kutsal görüşlerini; onların arasında yerim hiç olmadı.
Kıyıda köşede tuttuğum uçurumlarım vardı, hiç bozdurmadığım gizli geçitlerim sonra, gün yüzü görmemiş yeraltı sığınaklarım. Sürü ve çoban beraber olup üstüme geldiklerinde görünmez olmayı tercih ettim, görünmez olmayı bildim. Çobana yakın durmadım ki beni tatlı ve cazibedar tuzaklarıyla kandırsın, sürünün içinde olmadım ki onlar gibi konfora alışayım, kendimden taviz vereyim.
Başkalarının sevaplarıyla cennet düşleri görmektense günah keçisi olma suçlamasını göze aldım da öyle yola çıktım. Çobanın ahlaki değerlerinin, sürünün gelenek göreneklerinin bir hükmü, bir değeri, bir bağlayıcılığı olmadı benim için. Acılarımla ve ödediğim bedellerle onların bütün bildiklerini ve bilemediklerini boşa çıkardım. Ben onların kömür madenlerinde kendi yaşam incisini arayan kara bir keçiyim, buna yazgılıyım.
Her kes sonundan korksun, bilhassa da yolculuğun başlangıcını unutanlar. Çobanlar ve sürüler hiç bilmezler yola ne zaman ve nasıl çıktıklarını. Ben hiç unutmadım gök kubbe altındaki hoş seda niyazımı, yokluktaki biricik varlığımı, mevcudattaki müstesna hiçliğimi, sonsuzluktaki payımı, ömürlük aidatımı. Gücümü ve manamı bunlardan aldım. Beni anlayamazsınız ve içinize alamazsınız. Bozarım alelade düzeninizi, fazla gelirim size, rahatsız ederim bütün bir varlığımla.
Ben başkalarının içi geçmiş, kararmış yaşantılarının üzerinden atlayan ak keçiyim. Yarına dair aydınlık düşleri olan ideallerim için çıkmıştım yola ve meydan okumuştum onlara. Adım çıkmıştı Ak Deli’ye. Onlar Ak Deli dedikçe aklıma Ak’ıllı olduğum gelirdi. İçten içe gülerdim onlara, onların da bana güldüğünü bilerek, diş bilediğini görerek. Onların asılsız ithamlarını boşa çıkarmak hiç zor olmamıştı.
Ben siyahlığı kendimden, beyazlığı başkalarından alıp birbirine karıştıran gri keçiydim. Renklerin ve sınırların baskısından kurtulmuştum, büsbütün kendimi azat kılmıştım. Göğün altındaki bütün dağları gezmek hakkım vardı. Griydim, ak ve karanın ötesinde, sürülerden ve çobanlardan azade. Griydim, dağların dağlara kavuştuğu zirvelerde, siyah ve beyaz bulutların birbirine karıştığı yerde. Griydim, yol ile yolcuların bir olup sustuğu ufuklarda, baskıların ve sınırların bittiği diyarlarda.
Ben görünmez dağ zirvelerine hep tek başına çıkan kayıp dağ keçisiyim; beni aramayın, beni rahat bırakın, hiçbir şekilde bana ulaşmayın. Dağın zirvesinde yalnızlığım ve kimsesizliğim bana yeter. Rüzgar göğün şarkısını bir başka azimle fısıldar kulağıma mütemadiyen. Bir şair intihar eder içimde, her zamanki nedenlerle. Bir çocuk yeni bir mezar kazar kendine kalbimde, bir başka azimle. Bir anne evladının kemiklerini arar, gün yüzü görmemiş bir yenilgiyle. Bir kuş yeni bir kafes aramaya başlar, hemen başımın üzerinde. Bir insan güvercinleriyle dünyayı terk eder, eski bir su sızıntısıyla.
Çobanın kaydı ve sürünün emniyeti altında olmaktansa dağ zirvesinde kalmayı tercih ettim her defasında. Kaybolmak, hiçbir yere ait olmamaktır. Kaybolmak, aşağıya inen yol işaretlerini yıkmaktır. Kaybolmak, yeryüzü ayetlerini keçi diliyle okumaktır. Ama kelimelerimin karşılığı yoktur sizde. Van Gogh’un kulak ağrısı yok kulaklarınızda. Hölderlin’in gece korkuları yok gecelerinizde. Trakl’ın cesareti yok zerrenizde. Yeats’ın kalp çarpıntıları yok kalbinizde. Woolf’un gözyaşları yok gözlerinizde. Sevdiğim, istediğim, değer verdiğim hiçbir şey yok sizde. Taptıklarınızı görmedim. Sadece çobanı ve sürüyü gördüm. Çobandan hep uzak kaldım, sürüyü otlarına gömdüm.
Yoluma geçitsiz sular çıktığında geri dönmeyi düşünmedim hiç; hep uzaklara, ötelere gitmem gerektiğini bildiğim için. Çoban sürüsüyle geri döndüğünde onlara da bir şey demedim; çünkü ben geçitsiz sularının yolcusuydum, onlarsa geçitsiz suların geri dönen sakinleriydi. Hep böyleydi. Tarih boyunca hep böyle olmuştu.
Ölümü göze alarak sulara vurduğumda kendimi, sudaki dostum Küçük Kara Balık, gökteki yoldaşım Martı Jonathan Livingston benimledir hep. Mutluydum ve umutluydum; çünkü arkamda ne kıyı kalmıştı ne de onların haklı çıkaracak bir hüküm. Önümde ulaşmam gereken bir menzil de yoktu. Su, yolunu arayan bir yolcuydu; ben, özgürlüğüne giden inatçı bir keçiydim. Buydu benim hakikatim, onların gerçeği ve hakikat gerçekten hep daha kuşatıcı ve kucaklayıcı olmuştur.
Sesim cırtlak olabilir ama bana ait. Sürünün kalabalığında sıradan boş bir ses olmaktansa kendi tek başınalığımda sıra dışı ve cırtlak bir keçi sesi olmayı tercih ettim. Yere çakılır sürünün bağırtıları, yükselir biricik çığlığım. Ben çobanın yol göstericiliğini reddeden, sürünün yol haritasının yırtan inatçı keçiydim. Bilirim koyun postuna girmiş kurtların yoluma kurduğu tuzakları. Bilirim ve yoluma devam ederim; asla yolculuğumdan geri kalmam.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın