Almanya gezi notları (15)
Aramızdaki şehvet, husumet, enaniyet, adavet, riyaset, ihtiras vs. gibi engelleri kaldırırsak birbirimizi görüp sevebiliriz. Bu engeller aramızda olduğu müddetçe birbirimize yaklaşmamız, yakınlaşmamız mümkün değil.
Oysa vahşi hayvanların sırtında yaşıyoruz, hayatımızı ölüme yediriyoruz. Gökte insandık, yerde imtihan. Vahşi hayvanların sırtında birbirimizin kanına girdik. Gökte sözdük, yerde ziyan. Başkalarının değirmen taşlarında özümüzü öğüttük.
Hep uzaktan bakacağız birbirimize, uzaktan hayıflanacağız. Pişman olacağız ama iş işten geçmiş olacak. Bu engeller aramızda olduğu müddetçe birbirimizin doktoru olamayız içimizdeki hastalıkları tedavi etmek için. İçimizdeki hastalıklar bizi ayrı vuracak, dışarıdaki doktorlar çaresizlik içinde kahrolacak. Aramızdaki engelleri kaldırırsak beraber iyileşeceğiz, birlikte büyüceğiz; tam insan olacağız. Aramızdaki engeller insanlığımızdan götürüyor, içimizdeki hastalıkları vahşi hayvanlara dönüştürüyor. Herkesin hayatı farklı bir hayvana yem oluyor. Bana hayvanını söyle sana telef olduğunu anlatayım. Peygamber devesi misin bir şehvet anında başı gövdesinden ayrılan? Denizanası mısın hangi denizde kimin için savaştığını bilmeyen. Belki de sivrisineksin ölümü ve yaşamı birbirinden ayırt edemeyen? Bir domuz olmadığını ispatlayabilir misin? Belki de bir yılansın her deri değiştirmede biraz daha sürüngenleşen, biraz daha kayganlaşan, biraz daha acımasızlaşan. Aslan mısın bir baş olmak için binlerce baş alan? Belki de bir köpeksindir sahibinin kapısında yağlı bir kemik bekleyen?
*
Kızıl saçlı kadın hikayesini anlattı. Trajik bir hikaye ve umutsuz bir vakıa. Babası Alman bir kadınla evlenmiş burada. Sonra anlaşamamışlar. Babası Hatice’yi Türkiye’ye kaçırmış. Hatice o zamanlar 5-6 yaşlarındaymış. 12 yaşına kadar Malatya’da kalmış. Sonra tekrar Almanya’ya dönmüş. Türkçeyi iyi bilen Alman annesiyle sürekli görüşüyormuş. 17 yaşında nişanlanmış, 18 yaşında evlenmiş, bir sene sonra çocuğu olmuş. Sonra bir çocuğu daha olmuş. 55-60 yaşlarında, torunları var Hatice’nin. Umutsuz bir vakıa olmasına gelince, her gün dışarıda bir yerlerde, evinde hiç oturmuyor. Amaçsız biçimde zaman öldürmekten başka yaptığı bir şey yok. Hayattan kopmuş. Ona bakınca aynı gerçeği bir daha görüyorum: İnsanın hayatta kendini aşan, kendinden öte bir amacı olmalı.
*
Dükkanda İsmail ile konuştum. “Mutlu değilim. Mutlu olmadığım bir yerde kalmak istemiyorum” dedi yine. İsmail’in hep söylediği sözler. Biliyorum İsmail hayatı boyunca mutluluğu arayacak. Ona şu örneği anlattım: Tohumu toprağın içine atarsın. Göremezsin onu, kaygı ve umutsuzluk arasında gidip gelirsin tohum filizlenene kadar. Tohum filizlenince mutlu olursun. Tohum ağaca dönüşüp meyve verince mutluluğun kocaman olur. Sonra? Mutluluk ağacı kurur. Sen de mi onunla mutsuz olacaksın! Mutluluk sebebin dışsal olmamalı, içten içeriden olmalı. Mutluluk ağacını içimizden kendimiz çıkarmalıyız, yeşertmeliyiz. Zamana ve mekana ve de kişilere bağlı olmamalı mutluluk sebebimiz.
*
Gecenin geç yarısında 2010’lu yıllarda çokça dinlediğim Kendine İyi Bak şiiri karşıma çıktı, tuttu kalbimden, sıktı; bırakmadı beni. Döndüm 10-15 yıl önceki gençliğime. Bu şiir neden hiç peşimi bırakmadı, içimde bir yerlerde hep pusuda bekledi? Öyle sanıyorum ki bu şiirin kalıntıları hep benimle olacak. Neden ama? Bu şiir benim hangi yaramın kapısını tutmuş, ne içeriye girmeme izin vermiş nede dışarıya çıkmama yol olmuş; hep bir yerlerde tutuklu kalmışım.
Hayat ve aşk ile imtihan olursun; hayatın bu tarafında sen, aşkın öbür tarafında ise o kalmıştır ya da tersi, sen aşkın bu tarafında tutuklu kalmışsındır, o ise hayatın öbür tarafına savrulmuştur: Fark etmez, gerçek değişmez! İkinizin bir araya gelmesi, ikinizin hayatı ve aşkı bir arada tutması imkansızdır ama kalbinden geçenleri söylersin inanmak pek güç olsa da: “Sevdim seni bir zamanlar, seni hala seviyorum ve benden sonra da mutlu olmanı diliyorum.” Mümkün mü? Aşkı ve hayatı tek bir kelimeyle ifade edebilirsin: Parçalanmışlık. Parçalarla vaktini geçirirsin, oyalarsın kendini. Avutmaya çalışırsın; nafile. Aşk ve hayat imtihanından ikmale kalmışsındır. Hiçbir zaman kemale ermeyecek bir aşk ve hayat. Acı gerçek dökülür dilinden ama: “Kendine iyi bak çünkü bundan sonra kendinden başkası olmayacak yanında sana bakacak.”
Bütün bir hayatın baştan sona yalnızlıkla dolacak. Aşk ateşiyle yanıp kül olacak bir yalnızlık.
*
Burada ekmeğini kazanmak için gurbete gelip memleketinden, anne-babasından kopan binlerce insan var. Anne-babalar sırf ekmeklerini kazansınlar diye evlatlarını buralara gönderiyorlar. Evlatlar da yıllarca buralarda kalıyorlar ekmeklerini kazanmak için. Zamanla ekmek kazanılıyor ama soğuk ve kirli bir ekmek bütün bir hayata ve ömre damgasını vuruyor.
Genç, soğuk ve kirli ekmeğin esiri oluyor; memleketinden, ailesinden, geçmişinden, özünden, kökünden uzaklaştıkça uzaklaşıyor. Eskisi gibi onlarla görüşmüyor. Bazen yılda bir defa memleketine gidiyor, bazen beş yılda bir, bazen daha uzun yıllara yayılıyor bu dönüşler. Evlat, soğuk ve kirli ekmekle yeni bir hayat kuruyor kendine ve bu yeni hayatta memleketinin, anne-babasının, geçmişinin yeri çok az oluyor; çünkü ona yeni hayatında eşlik edecek memleket hatıraları pek azdır.
*
İnsanlar burada namaz kılanlara hoş bakmıyorlar, onları İslamcı terörist sanıyorlar. 12 yıl önce buralara geldiğimde böyle bir şey yok. Suriye iç savaşından sonra DAİŞ gibi örgütlerin ortaya çıkmasına bağlı olarak artık Batılılar bütün Müslümanları aynı kefeye koyuyorlar, namaz kılanlara şüpheyle bakıyorlar. Çünkü namaz kılıp sonra da üzerindeki bombayı patlatan çok Müslüman gördüler. Onların korkularını, kaygılarını anlıyorum ama bu yine de onları haklı göstermez. Tek tük yapılan terör eylemlerinden hareketle bütün Müslümanlara şüpheyle yaklaşmak doğru değil.
*
Stuttgart gezisi yordu. Almanya’nın sanayi ve ticaret şehridir Stuttgart. Sanat ve tarihi fazla aramamak gerekir bu şehirde. İki büyük araba firmasının (Mercedes-Benz, Porche) üretim merkezidir. Yani karşımızda Almanya’nın minyatürü olan bir şehir var. Yani haftanın beş gününü çalışan bir gününü eğlenen (Cumartesi), bir gününü de dinlenerek geçiren (Pazar) bir şehir. Hayat yok Stuttgart’ta; sadece bedenen üreten insanlar var. Sevmedim Stuttgart’ı. Nihayetinde Baden-Württenberg eyaletinin başkentidir. Almanya’nın en pahalı şehridir. Yine meraklılar Ludwigsburg Sarayı’nı, Televizyon Kulesi’ni, Weissenhof Malikanesini, Yalnızlık Sarayı’nı, Maulborn Manastırı’nı, Hohenzollern Kalesi’ni, Mercedes-Benz ve Porche müzelerini gezebilir.
*
Avrupa ile Bizim Farklılarımız
1-Avrupa farklılıklarını koruyarak birleşiyor, bütünleşiyor, güçleniyor. Biz farklılıklarımızı ötekileştirerek parçalanıyoruz, dağılıyoruz, zayıflıyoruz.
2-Avrupa bir medeniyet olarak kültürel değerler skalasını oluşturmuş. Bizde böyle bir şey yok. Her devlet İslam dinini kendi ulusal çıkarları için kullandığından dolayı bir değerler skalasından bahsetmek mümkün değil.
3-Avrupada aile kavramı değişime uğramış. Bildiğimiz anlamda aile yok ama yine de aileler çocuklarını özgüven sahibi ve özgür bireyler olarak yetiştirmesini biliyorlar. Bizde aile kavramı eski geleneksel değerlerini korumaya yönelik olduğu için çocuklar baskılanmaktadır. Çocuklarda kimlik sorunları her daim canlılığını korumaktadır. Aileler çocuklarda koltuk değneği görevi görürler; bu yüzden hep bir tarafları eksiktir, hep birilerine muhtaç olarak yetişirler. Hayatı boyunca birilerinin gölgesinde kalarak karar verirler.
4-Avrupada oyun parkları çocukların kişiliklerini geliştirmeye ve güçlendirmeye göre düzenlenmiş. Çocuklar eğlenirken öğreniyorlar. Bizim oyun parklarımızı sadece eğlenmeye göre düzenlenmiştir. Çocuklar sadece eğlenirler, eğlenirken öğrenmezler.
5-Avrupalılar, insan merkezli ahlaki değerlere göre yaşıyor. İnsana sırf insan olduğu için değer veriyorlar. Bizde ne insani ahlak var ne de Allah korkusu var. İnsana değer vermek gibi bir derdimiz yok.
6-Avrupalıların dini Hristiyanlık, kiliseler her yerde var. Avrupalı kiliseye az gider ama Tanrıyı unutmaz. Tanrıya inanan dindar insan çok Avrupa’da. Her toplumun dini vardır/olmalıdır. Avrupa topluluğunun dini de Hristiyanlıktır. Bizim dinimiz İslamiyet’tir, din hayatımızın her yerinde var; ama dini doğru yaşayan Müslüman az. Bizde yanlış Müslümanlık toplumun dini olmuş. Avrupa’nın soyut din algısı, bizim yanlış din algımızdan daha üstün ve de daha az zararlı.
7-Avrupalı çalışkan ve disiplinli; kendilerinde bir iç disiplin alışkanlığı geliştirmişler. Biz tembel ve dağınığız; işten kaçma ve savurganlık karakterimiz ve yaşam tarzımız olmuş.
8-Avrupada dostluk, akrabalık, arkadaşlık gibi lokal değerler zayıflamasına rağmen, kardeşlik, sevgi, saygı, hoşgörü vs. gibi evrensel değerler gelişmiş. Bizde tam tersi bir durum söz konusu; dostluk, arkadaşlık, akrabalık gibi yerel değerler artıkça kendi içimize kapanmışız, kendimizle daha çok didişmişiz, evrensel değerlerden kopmuşuz.
9-Avrupa manayı maddenin içinde eritmiş, kendi oluşturdukları Avrupa Birliği yolunda ilerlemeye devam ediyorlar. Bizde madde ve mana birbirinden kopuk, gerçek manada hepimizi bir araya getiren bir birliğimiz yok.
10-Avrupa geçmişteki günahlarıyla, katliamlarıyla yüzleşmeye hazır; ama biz hala böyle bir şeyden çok uzağız. “Yap ve zamanla yüzleş” Avrupalıların, “Yap ve inkar et” bizim politikamız olmuş.
11-Avrupa’da devlet halkın hizmetkarıdır, bizde halk devletin hizmetkarıdır. Misal korku duygusu ikisinde de çok farklı gelişmiş. Avrupalılar devletten (aslında kendilerinden; çünkü halkın kendisi devlet olmuş, devletle bütünleşmiş) korktukları için işlerini düzgün yaparlar, dürüst olurlar ama bizde ise biz Allah’tan korkmadan her şeyi yaparız, rahatlıkla kul hakkına gireriz, devlete yakalamadan istediğimiz her şeyi yaparız; çünkü halk devletten kopuk, halk devleti benimsememiş.
12-Avrupa’da devletin var oluş sebeplerini sorgulayabilirsin, istediğin gibi eleştirebilirsin; ama devletin çizdiği sınırların dışına çıkamazsın, kuralları ihlal edemezsin. Bizde ise tam tersi, devleti sorgulayamazsın, eleştiremezsin ama sınırlarını kendin tayin edebilirsin, kurallarını kılıfına uydurup çiğneyebilirsin.
13-Burada devlet mefhumu, kişilerden bağımsız olarak ortaya çıkıp gelişmiştir. Devlet koşulların ürünüdür, koşullara göre devletin kuralları değiştirilir. Bizde devleti kişiler biçimlendirir, kurar. Koşulların içinde en uygun fırsatı görüp ortaya çıkan kişinin etrafında şekillenir devlet.
14-Avrupa’da din-devlet ilişkisinde dinin etkisi minimum seviyededir. Bizde ise tam tersine devlet dini ya yasaklayarak ya da dine bünyesinde yer vererek maksimum seviyede kullanır.
15-Avrupada düşünceye, eğitime, araştırmaya çok önem verilmektedir; bizde ise itaate, güce, makam ve mevkie güvenilmektedir.
16-Avrupada erkek egemenlik yönetim biçimi ortadan kalkmıştır; kadın ve erkek eşittir. Bizde ise hayatın her alanında erkek egemenliği vardır, kadına ikinci sınıf insan muamelesi yapılmaktadır.
17-Avrupa çok üreten ve az tüketen bir toplumdur; bizde ise tam tersidir, az üretiriz çok tüketiriz.
18-Avrupa, azgın kapitalist sistemi sosyal devlet yardımlarıyla dizginleyerek sınıf farklarını minimize etmişken; eşitliği, kardeşliği, adaleti ve özgürlüğü maksimum seviyeye çıkarmıştır. Bizdeki çarpık kapitalizm yüzünden devlet aygıtını kullananlar halkın gelirlerine haksız biçimde sahip olmaktadırlar.
19-Avrupada oturmuş bir hukuk sistemi var. Hukuku çiğneyenler er-geç hukuk önünde hesap verirler. Bizde oturmuş bir hukuk sistemi olmadığı gibi her kesin yaptığı ve götürdüğü yanına kar kalıyor. Her hükümet kendine göre kanunlar çıkarıyor, hukuku yorumluyor, mahkemelere ayar veriyor.
20-Avrupa’da siyaset amaç değil araç olduğu için devletin topluma hizmet etme biçimidir. Bizde ise siyaset araç değil amaçtır ve buna göre birileri çıkarlarına ulaşmak için siyaseti kullanır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın