Filistin toprakları Birinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar Osmanlı egemenliğindeydi. 1918’de İngiltere destekli Arap güçleri Osmanlı hâkimiyetine son verdi. 1920’de Milletler Cemiyeti kararıyla İngiltere bölgede manda idaresi kurdu.
1900’lerin başında bölgede 25 bin dolayında Yahudi yaşamaktaydı. Bu sayı 1914’e gelindiğinden yeni göç dalgasıyla 70 bine dayanmıştı. İngiltere’nin 1922’deki nüfus sayımına göre Filistin’deki 750 binlik nüfusun yüzde 11’ini Yahudiler oluşturmaktaydı.
Avrupa’daki Yahudi düşmanlığı Yahudilerin devlet kurma arayışını hızlandırdı. Bu doğrultuda Yahudiler ata topraklarına akın akın dönmeye başladı. Bu göçler Filistin’de Yahudi-Arap düşmanlığını tetikledi ve 1929’da 133 Yahudi Araplar tarafından öldürüldü.
1947’de Birleşmiş Milletler Yahudi-Arap krizini İngiltere’den devraldığında, Yahudiler nüfusun üçte birini oluşturuyor, toprakların yüzde 6’sına hükmediyordu.
İkinci Dünya Savaşı’nda 6 milyon Yahudi öldürüldü. İnsanlık tarihinin en korkunç soykırımlarından biri Naziler eliyle gerçekleşti.
Yahudiler 2000 yıllık devletsiz yaşamın ardından 1948’de Tel Aviv’de İsrail devletini ilan etti.
İsrail’in ilanından bir gün sonra Ürdün, Mısır, Lübnan, Irak ve Suriye Arap devletleri İsrail’e savaş açtı. Ancak Araplar püskürtüldü. Mısır Gazze’yi alırken, Ürdün de Batı Şeria’yı ilhak etti.
1959’da Yaser Arafat liderliğinde kurulan ve İsrail’e saldırılarıyla ses getiren El Fetih örgütü, 1964’te kurulan ve tüm Arap devletlerinin desteğini alan Filistin Kurtuluş Örgütü FKÖ’yü ele geçirdi ve Arap devletlerinin etkinliği gittikçe yerini Filistinli örgütlere bıraktı. 1967’deki 6 gün savaşlarıyla İsrail Ürdün güçlerini Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten çıkardı. Bu savaşta 500 bin Arap mülteci durumuna düştü.
1973’te Mısır ve Suriye Yom Kippur savaşıyla İsrail’e yeni bir saldırı başlattı. Suudi Arabistan İsrail’i destekleyen ülkelere petrol ambargosu koydu.
Mısır ve İsrail 1978’de Camp David’te barıştı. İsrail, 1982’de sınırlarını korumak bahanesiyle Lübnan’ı işgal etti. Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce kişinin öldüğü katliamlar gerçekleştirdi. 1987’de Arapların intifada adını verdiği genel protestolar başladı.
ABD’nin arabuluculuğuna rağmen İsrail uzun yıllar FKÖ’yü terör örgütü olarak görmekte diretti ve uzlaşmaya yanaşmadı. Nihayet 1994’te imzalanan anlaşmayla İsrail Gazze şeridinin çoğunu terk ederek Filistin Yönetimi’nin kurulmasını kabul etti.
1996’ya gelindiğinde Hamas örgütü İsrail’de intihar saldırılarına başladı. O tarihten bu yana Filistin sorununda Hamas güçlü bir aktör olarak yerini aldı.
Son yıllarda İsrail ile Arap devletleri arasında normalleşme yaşanırken, Hamas’ın Aksa Tufanı Operasyonu adını verdiği 7 Ekim 2023 tarihli katliamla yeni bir sürece girildi.
Bir tür kamikaze saldırısı olarak nitelenebilecek bu saldırıda Hamas hedef gözetmeksizin İsrail yerleşimlerine 5000 roket fırlattı, daha sonra sivil yerleşim yerlerine sızarak kim olduğuna bakmaksızın yüzlerce insan öldürdü.
Sayılar henüz kesin olmamakla birlikte 700’ün üzerinde İsraillinin öldürüldüğü, 6000’den fazlasının yaralandığı, yüzlercesinin esir alınarak Gazze’deki sığınaklara götürüldüğü korkunç bir katliamı ve insanlık trajedisini dünya canlı yayınlardan seyretti. DAIŞ’in birkaç yıl dünyaya dehşetle izlettiği tekbirli terör adeta hortladı. Yahudiler yeni bir Holokost’a uyandı.
Hiçbir devlet masum değildir. İsrail başta olmak üzere Ortadoğu’daki devletlerin hukuk dışı, otoriter, baskıcı devletler olduğu bir gerçek. Ancak hiçbir bahane sivil halkın hedef alınmasını meşrulaştıramaz.
7 Ekim katliamı, takım tutarcasına İsrail-Filistin arasında tercihte bulunma konusu değildir. Siyonizm-İslamizm ikilisinden hangisinin daha kötü olduğu da değildir. Ortada âmâsız fakatsız taraf tutmadan lanetlenmesi gereken, benzerine az rastlanır bir katliam, hatta soykırım bulunmaktadır.
Çocuk, kadın, yaşlı, sivil, asker, yerli, turist gözetmeksizin hedefsiz roketler ve sokaklardaki yaylım ateşiyle öldürülen yüzlerce insan. Tam bir can pazarı. Görüntülerde küreklerle başı kesilenler, tek tek kurşunlanarak bir çukura doldurulanlar, otobüs duraklarında, yol ortasında kanlı cesetler. Çırılçıplak teşhir edilen öldürülmüş kadın bedenleri. Yüzlerce kişinin döverek sürüklediği esirler. Vahşi yaratıkları yakalamışçasına sevinç gösterileri yapan insanlar. Tam bir dehşet.
Bu katliam İran’da havai fişek gösterileriyle, Türkiye’de radikal dincilerin sokaklara akmasıyla kutlandı.
Sadece radikal İslamcılar değil, Türkiye’deki Kemalist, sosyalist, laik çevreler de katliamı sahiplendi.
CHP, HDP/Yeşil Sol, Vatan Partisi, Zafer Partisi, ESP, TİP, TKP gibi sol, sosyalist, Kemalist partilerin tamamı radikal dinci Hamas katliamını “Filistin halkının her zaman yanındayız”, “direnişi destekliyoruz”, “Mescid-i Aksa Tufanı saldırısını selamlıyoruz”, “İsrail işgalden ve saldırganlıktan tamamen vazgeçmediği sürece Filistin halkının eylemleri meşrudur” şeklindeki cümlelerle destekledi.
Doğal Müslümanlıktan bağımsız bir kategori olarak Arap ülkeleri, Türkiye ve İran’daki radikal dinci kitlelerin önemli bir kısmı başka tanrının kulları ve insan değilmişçesine hiçbir Yahudi’nin masum ve sivil olmadığına, tüm Yahudilerin öldürülmesi gerektiğine Hitlervari bir zihniyetle inanmaktadır. Seküler, sol, sosyalist çevrelerin de bu zihniyetin arkasında saf bağlaması çok şey anlatmaktadır.
İran ve Türkiye'nin siyasi hesaplarıyla din gazı soluyan kitleler Filistin konusunu dinin bir rüknü sanıp her türlü vahşeti sahiplenmektedir. Oysa dini bir kisveye büründürülen Filistin davası önceki dönemlerde bu derece merkezi bir öneme sahip değildir. Sözgelimi büyük İslam âlimi Bediüzzaman Said Nursi, İsrail kurulduğunda ve Arap-İsrail savaşı yaşandığında hayattadır ve dini bir gereklilikmişçesine şimdikiler gibi Filistin diye bir dava gütmemiş, Kudüs fanatizmini aşılamamış, hatta bu konuda neredeyse hiçbir şey yazıp söylememiştir. Konuyla ilgili 14. Şua'da “Fakat bu Filistin meselesinde” diye başlayan bir cümlelik açıklamasında "Enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından" şeklindeki ifadeleriyle Filistin topraklarının İsraillilerle aynı ulustan olan peygamberlerin mezar yeri olmasına ve İsraillilerin o topraklarda dini ve ulusal haklarına dikkat çekmekle yetinmiştir.
Filistin sorunu, siyasi ve hukuki bir sorundur. Din kisvesiyle kitlelere yedirilen ezberler her türlü dayanaktan yoksundur. Olması gereken Arapların İsrail’le karşılıklı hukuka riayetle barış içinde yaşamasıdır.
90’lı yıllarda intihar saldırılarıyla sahneye çıkan Hamas’ın yaptığı gibi sorunu bağlamından kopararak dini bir varlık-yokluk konusuna dönüştürmek, nefret ve insanlık suçlarını tetikleyecek, gerek İsrail tarafının gerekse de Filistinlilerin Aksa Tufanı Katliamı gibi korkunç katliamlarına yol açacaktır.
Aliya'nın en bilinen sözüdür: "Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.” Her ne kadar kimilerince bir moral üstünlük olarak nitelense de, Aksa Tufanı katliamıyla Filistin davası İran başta olmak üzere tamamen bölge devletlerinin kamikaze kozuna dönüşmüş, Filistin intihar etmiş, insanlık ölmüştür.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın