Dr. Şükrü Mehmed Sekban'ın Dîyarîyî Kurdistan dergisinde dizi halinde yayımlanan yazıları-4

23-06-2024
Seîd Veroj
Etiketler Seîd Veroj Dr. Şükrü Mehmed Sekban Dîyarîyî Kurdistan Sahibkıranzade Salih Zeki
A+ A-

Dîyarîyî Kurdistan, 1925-1926 yılları arasında Bağdat’ta Kürdçe, Arapça ve Türkçe dilleriyle yayınlanmış haftalık bir dergidir. Toplam olarak 16 sayı yayınlanmış; ilk sayısı 11 Mart 1925’te ve 16. sayısı da 11 Mayıs 1926’da yayınlanmış. Başta Kürdistan olmak üzere Avrupa ülkelerine de gönderilmiş. İmtiyaz sahibi Sahibkıranzade Salih Zeki ve idari müdürü Reşid Şevki olan haftalık Dîyarîyî Kurdistan dergisinde, Şükrü Mehmed Sekban’ın “Yeni İslam Aleminde Milliyet Cereyanları” başlığıyla üçüncü sayıdan başlayarak on iki bölümden oluşan bir dizi makalesi yayınlamış. Şükrü Mehmed Bey’in Salih Zeki Bey’le tanışıklıkları ve arkadaşlıkları, İstanbul’da bulundukları zamanlara dayanmaktaydı.

Sahibkıranzade Salih Zeki Bey; 1886 tarihinde Halepçe’de doğmuş. Süleymaniye, Bağdat ve İstanbul’da eğitim görmüş. 1906’da askeri rüştiyeyi bitirerek Osmanlı ordusunda asker olarak göreve başlamış ve 1918’de binbaşı rütbesini almıştır. 1922-23 tarihleri arasında Kürdistan’ın Süleymaniye bölgesinde askeri komutanlık yapmış. Şeyh Ali Rıza anılarında Salih Zeki Bey hakkında şöyle der: O, çok iyi ve hoş bir adamdı. Şeyh Mahmud’un Harbiye Nazırı idi. Nişanları da hançer idi, omuzlarının üzerinde taşıyordu.[1] 1925’te Bağdat’a gitmiş ve orda Dîyarîyî Kurdistan dergisini çıkartmıştır. Yaşamını asker, yazar ve gazeteci olarak geçiren Sahibkıranzade Zeki Bey 13.12.1944 tarihinde vefat etmiştir. 

Şükrü Mehmed Bey Bağdat’ta iken, siyasi faaliyetler ve örgütleme çalışmaları nedeniyle, zaman zaman arkadaşları kendisini ziyarete gitmişler. Dîyarîyê Kurdistan dergisinin farklı sayılarında bu ziyaretler kısa haber şeklinde verilmiştir. “Van hanedanlarından ve münevverlerinden Memduh Selim Bey teşrifen Bağdat’a gelmiş ve Doktor Şükrü Mehmed Bey’in misafiridir.”[2] Yine benzer bir haberde, “Kürd eşrafından Serbestî gazetesinin sahibi meşhur Mevlanzade Rıfat Bey ve Çerkes milleti ümerasından meşhur Ethem Bey ve Yusuf Ziya Bey teşrifen Bağdat’a gelmişler.”[3]

Doktor Şükrü Mehmed Sekban’ın Dîyarî Kurdistan’da yayımlanan makalelerine dönersek. Bu seri yazılar, derginin ikinci sayısının 21. ve 22. sayfalarında “Bir Hitap” başlığıyla yayımlanan Doktor Abdullah Cevdet’in yazısından etkilenerek böyle bir yazıyı kaleme alma gereğini duyduğunu belirtir. Aslında bu yazı daha önce İstanbul’da Kürd Talebe Hêvî Cemiyeti’nin yayın organı olarak yayınlanan Rojî Kurd dergisinin 6 Haziran 1329’da tarihli birinci sayısında yayınlanmıştı.[4] Dizi yazının birinci bölümünde konuya dair şöyle bir giriş yapmış: Dîyariyî Kurdistan ikinci nüshasında fazilet ve irfan, bilhassa sosyal incelemeler ve felsefi ve çok fikirler üreten, kalemiyle İslam kavimleri arasında müstesna bir yüksek makam elde eden Doktor Abdullah Cevdet Bey’in “Bir Hitap” unvanı (başlığı) altında neşretmiş olduğu mektuptaki içtimai (sosyal) mülahazaların (düşüncelerin) fikrimde oluşturduğu tesirler üzerine yeni İslam aleminde milliyet hissini ve cereyanlarını daha kapsamıyla burada tetkik etmek ihtiyacını hissediyorum. Garb’ın (Batı’nın) irfan üstatları tarafından etrafıyla mütalaa edilen bu meselenin burada bir şarklı (doğulu) tarafından en yeni ve genç bir içtimai risalede (broşürde) takip edilmesi faydadan hali değildir (faydasız değildir).”[5]

Yazar doğuda gelişen “milliyet cereyanları”nın kaynağını, takriben bir buçuk asır önce Fransa büyük devrimi ile başlayıp 19. asırda tamamen gelişerek İslam aleminde de yayılmaya başladığını dile getirerek şöyle devam eder: Milliyet fikirlerinin peş peşe yayınlar sayesinde bütün batı kavimleri arasında yayılarak bir sınıf ahali tarafından özümsenmiş ve bugün milli icaplar garpta her ferdin şiarı olmuştur. Biz burada bu cereyanın (akımın) tekamül (olgunlaşma) safhalarını kaydetmeyeceğiz. İslami düşünceler ile zıtlık teşkil eden milliyet efkarı (düşünceleri), şarkta ancak on dokuzuncu asrın sonlarına doğru tezahür ediyor ve yirminci asrın başlarında yavaş yavaş bir ilmi şekil alarak “Harbi Umumi”nin ilan edildiği vakit ise o vakte kadar zahiri sükun, huzur ve nispi refah içinde bulunan şark kavimlerinin sosyal ve siyasal bünyesini bu kadar derin bir surette sarsan genel saik (neden) ve hakiki arasında yakın şarkta bir kalil (azınlık) grubun hayal hanelerinde oluşmuş milli mefkureyi buluyoruz.[6]

Yazar doğuda gelişen “milliyet cereyanları”nın 1918’deki genel barış esaslarını teşkil eden Amerika Cumhurbaşkanı Mister Wilson’un prensiplerini, “milliyet mefhumunu daha cazip, adeta kurtulan bir renk ve şekil olarak garptan şarka doğru daha büyük süratle yayıldığını”[7] belirtir. Şark (Doğu) tabiri ile İslam kavimlerini bundan dolayı Afrika’nın batı sahillerinde Cava’ya kadar uzamış İslam memleketleri, Garp (Batı) tabiri ile de bütün Avrupa ve Amerika’yı kastettiğin belirtir.

Milliyet hissi ve fikriyle ilgili düşüncelerini dile getirirken, birçok sosyolog tarafında farklı tarifler yapılırken, kendisinin daha çok İtalyanlı hukukçu Mançini’nin tarifini en uygun bulduğunu belirtir. Mançini’ye göre: “Millet bir tabii insan topluluğudur ki azası (organları); toprak, asıl, ahlak ve dillerinin birliği sayesinde müştereken yaşamak ve aynı sosyal vicdana sahip olmak ihtiyacındadırlar.”[8]

Müslümanlar 19. asrın başında batıda yayılan milliyet his ve hareketlerinden habersiz bulundukları vakit, bugünkü manasıyla bir milli şuur duymuyorlardı. Bilakis kabile hislerinin aşiretlerine bağlılıkları gibi bazı memleketlerde hükümdarlara irtibat ve nispet hisleri hakim idi. Bilhassa Osmanlı devletinde olduğu gibi padişahlarına itaat ve intisab (bağlılık) fikirleri galip bulunuyordu. Araplar ise, nefislerinde başka bir ırki gurur hissederek kendilerini “millet-i necip” (soylu millet) sayıyorlardı. Öyle ki milli fikirler henüz ortaya çıkmamış bilakis düzensiz ve irtibatsız idi. Demek istiyorum ki bugünkü manasıyla milliyet kavramı henüz anlaşılmamıştı.

Denilebilir ki bugünkü milliyet kavramına, yakın milli hissi (duyguyu) idrak eden yegane Müslüman milleti İranlılardır. Farslar eskiden beri kendi memleketlerine bağlı kalmışlar, ananelerini (geleneklerini) muhafaza ve tarihlerine hürmet edegelmişler.   

Avrupa’da Rönesans döneminde Batı milletlerinde milliyet şuuru ortaya çıktığı vakit, orta çağ fikirleri ile şiddetli mücadeleler başlamıştı. Batı milletlerinin medeni tekamüllerine (olgunlaşmalarına) rehber, iktisadi ve siyasi çıkarlarına hâkim olan bu kadar büyük inkılaplar gerçekleşir iken, Yakındoğu ve Ortadoğu’da belki bütün Doğu’da geleneksel durgunluk devam ediyordu. Ancak on dokuzuncu asrın son yarısına doğrudur ki Doğu’da bugünkü manasıyla milliyet cereyanları yüz göstermeye başladı. Bugün milliyet meselesi öyle bir cereyandır ki geçmişteki şiddetinden daha ziyade milletlerarası münasebetlere tesir ediyor.[9]

Osmanlı İmparatorluğu’nda, Türk, Arap, Kürd, Arnavut, Çerkes, Boşnak, Laz, Pomak vs.lere Müslim denilerek mezheplerinden bahsedilerek milliyetlerinden bahsedilmedi. Sultan Hamit daima milli duygu ve hareketlerin meydana çıkmasına engel olmaya çalıştı. 1908’de Osmanlı Meşrutiyetinin malum şekilde ilanıyla, iktidar makamına gelen Genç Türkler, zahiren ne görünürlerse görünsünler hakikatte Türk milliyetperverlerinden başka bir şey değildiler. Türklerin diğer unsurları süratle Türkleştirmek istemesi, Türk olmayan unsurlarda hakiki bir nefret ve aksülamel (tepki-reaksiyon) uyandırdı. Onlar da bilmukabele kendi muazzez (değerli) ve mukaddes milliyetlerini öne sürerek mukabeleye (karşılık vermeye) başladılar. Bu mücadelenin ilk eseri 1912 Balkan Harbi oldu.

Türklerin Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan bütün kavimleri “Osmanlıcılık” ya da “Ümmetçilik” adı altında Türkleştirmek istediklerini apaçık ortadaydı. Sultan Hamit’in “İttihadı İslami Siyaseti”, sırf Osmanlı devleti siyasi çevresi dahilinde yaşayan başta Araplar olmak üzere diğer Müslüman unsurları zaptetmek, onların ayrılış ve istiklal fikirlerinin yayılma ve gelişmesine mani olmak içindi. Osmanlı devletinden ayrılarak birer medeni, mesut ve mamur devletler teşkil eden Romanya, Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan, Müslüman olan Araplar, Kürdler ve Arnavutların takip etmemelerini temin etmek istiyordu.

Arap milliyetçileri Batıdan yayılan milliyetçi fikirlerin etkisiyle teşkilatlanmaya başladılar ve 1895’te merkezi Fransa’da olan Arabistan Milli Komitesi (Arabian National Committee)’ni kurdular. Çok geçmeden Türklerin asker sevk etme nokta-i nazarından müsait olmayan mıntıkalarda Hicaz’da, Yemen’de silahlı ayaklanmalar başladı. 1905 senesinde başlayan Yemen, Hicaz isyanları bir türlü tamamıyla durdurulamıyordu, seneden seneye başka bir tarzda, başka bir yerde tekrar alevleniyor. 1905 Arap ihtilali bütün dünyanın nazar-ı dikkatini Arap meselesine celbetti (çekti). Bu fırsattan istifade etmesini bilen milliyetçileri propagandalarına yalnız Türkiye dahilinde değil bütün Avrupa’da genişlettiler, bütün vasıtalara baş vurarak Batı kamuoyunu mazlum Arap milletinin mukadderatıyla alakadar etmeye çalıştılar.[10]

Balkan yenilgisinden sonra Türkler, yüzlerini Batı’dan Doğu’ya dönerek Turancılık, Türklerin birliği manasına gelen “Panturanizm”, “Pantürkizm” siyasetine meylettiler. Aynı şekilde İttihat ve Terakki’nin kendi saltanatlarına mukabil ileri sürdükleri “hakimiyet-i milliye” ne demekti. “Hakimiyet-i milliye”, Türk hakimiyeti idi.[11] Yeni bir siyaset tarzı olarak Batı’dan Doğuya doğru yayılan milliyetçilik akımı en geç Osmanlı bünyesindeki Arapları ve Kürdleri de saracaktı. Batı’dan Doğu’ya doğru yayılan bu yenilik gücü İslam aleminde de çok büyük değişiklikler meydana getireceğine hiç şüphe yoktur. Bü­tün İslam aleminde ve özellikle en geride kalan Kürd unsurunda bü­yük bir uyanış meydana getirmesi­ kuvvetle ihtimaldir.[12]

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

 



[1] Dılşad Fırat & Dılhad Fırat, Şeyh Said Oğlu Şeyh Ali Rıza Hatıraları: Babam Şeyh Said, 40 Kitap Yayınları, Ankara, 2022, s. 68

[2] Dîyarî Kurdistan, jimar: 8, 4ê Temûza 1925, s. 24

[3] Dîyarî Kurdistan, jimar: 7, 4ê Temûza 1925, s. 48

[4] Bak. Seîd Veroj, Cemîyeta Hêvî ya Telebeyên Kurd (Kürd Talebe Hêvî Cemiyeti) û Rojî Kurd (1913), Dara Yayınları, Diyarbakır, 2020, s. 39-40

[5] Doktor Şükrü Mehmed Bey Sekban, Yeni İslam Aleminde Milliyet Cereyanları, Dîyarîyî Kurdistan, Sal: 1, Jimar: 3, Duşeme, 13 Nisan 1341 (1925), s. 22-23

[6] Doktor Şükrü Mehmed Bey Sekban, Dîyarîyî Kurdistan, Sal: 1, Jimar: 3, 13 Nisan 1341(1925), s. 22-23

[7] Doktor Şükrü Mehmed Bey Sekban, Dîyarîyî Kurdistan, Sal: 1, Jimar: 3, 13 Nisan 1341(1925), s. 22-23

[8] Doktor Şükrü Mehmed Bey Sekban, Dîyarîyî Kurdistan, Sal: 1, Jimar: 5, 12 Mayıs 1341 (1925), s. 22-23

[9] Doktor Şükrü Mehmed Bey Sekban, Dîyarîyî Kurdistan, Sal: 1, 15 Şaban 1343, Jimar: 8, Şemî 4 Temmûz 1341 (1925)

[10] Doktor Şükrü Mehmed Bey Sekban, Dîyarîyî Kurdistan, Sal: 2, Jimar: 16, Süryani Katolik Matbaası, Bağdat, Sêşeme 11 Mayıs 1342 (1926)

[11] Doktor Şükrü Mehmed Bey Sekban, Dîyarîyî Kurdistan, Sal: 2, 15 Şaban 1343, Jimar: 15, Süryani Katolik Matbaası, Bağdat, Pencşeme 18 Mart 1342 (1926)

[12] Harputlu H. B., Garpla Şark Milliyet Cereyanları, Rojî Kurd; Aded, 1, 6 Haziran sene 1329 (1913)

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli