Yaklaşık 20 yıl sonra geçtiğimiz günlerde tekrar Bağdat’a gittim. Iraklı yetkililerin Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı karşılamaya hazırlandığı bir dönemde Bağdat'ta olmak, Türkiye-Irak ilişkileri takip edenler için önemli. Erdoğan’ın ziyareti , Sudani’nin ABD temaslar ve Iran-Israil gerilimi ile beraber, bugünlerde Irak dış politikasının en önemli gündemleri arasında. Bu konular ise, Kürtleri doğrudan ilgilendiren önemli diş politika meseleleri arasında.
Halife Ebu Cafer Mansur tarafından kurulduğunda şehir için dört kapı yaptırıldı. Bunlardan en önemlisi Horasan’a bakan Devlet Kapısı’ydı. Ancak bu kapı sadece İran'a ve Horasan’a açılan bir kapı olarak kalmadı, “Allah’ın Nimeti” anlamına gelen şehir üzerindeki çekişmeler de buradaki siyasi hayatı önemli ölçüde şekillendirdi. Ama hiç bir taraf uzun bir süre için bu” Allah'ın nimetine" tek başına sahip olamadı.
Bugün Bağdat'ın duvarlarına asılan resim ve sembollerde Şii iktidarının ve İran hegemonyasının hakimiyeti açıkça görülüyor. Buna rağmen en az dört üst düzey Iraklı yetkiliden Erdoğan'ın gelişinin kendileri için yeni bir sürecin başlangıcı anlamına geldiğini duydum. Bu aynı zamanda Bağdat'ta sadece Horasan kapısının açık olmadığını da gösteriyor. Bağdatlı siyasetçilerin Erdoğan'la görüşmek istediği konuların başında elbette su, ekonomi ve güvenlik geliyor ama Kürt sorunu bu meselelerin merkezinde yer alıyor.
Öyle görünüyor ki Bağdat'taki bazı politikacılar ekonomik ve güvenlik çıkarlarını güvence altına alarak iki şeyi elde etmeyi umuyorlar: Biri su, diğeri ise Türkiye ile Bağdat arasında doğrudan ilişki.
Öncelikle bazı Iraklı siyasetçilerin Erdoğan'ın Erbil ziyaretine olumlu bakmamasına rağmen, bu ziyaret bir dengeleme politikası ve Bağdat'ın mevcut kapılarıyla ilgili gibi görünüyor.
Irak, Türkiye'den saniyede 500 metreküp su salmasını talep ediyor ki bazı su uzmanları bunun en azından şimdilik zor göründüğünü söylüyor. Fakat Ankara şu anda Irak'a saldığı 130-180 metreküpten biraz daha fazlasını salmayı kabul edebilir.
Kalkınmaya Yolu Projesi, güvenlik sorunları ve Kürdistan Bölgesi'ndeki durum da bir ağ gibi iç içe geçmiş durumda. Bağdat’taki bazı siyasetçiler bu iki konuyu Ankara-Erbil-Bağdat ilişkilerinden ziyade doğrudan Ankara-Bağdat ilişkilerini geliştirmek için bir fırsat olarak görüyorlar, ancak ilginç bir biçimde, Bağdat'ta bazı Türkiye- Irak Araştırmalar Merkezilerin toplantısında sohbet etme fırsatı bulduğum bazı eski Irak generallerin ise ayrı bir analizi vardı. Onlara göre Kürt sorununun hem Türkiye ve hem de Irak yakasındaki Kalkınma Yolu Projesini etkileyeceğini ve Kürdistan bölgesini bu projenin dışına itmek hem yanlış hem mümkün değil. Ayrıca PKK sorununun da sadece askeri yollardan çözülemeyeceğini savunuyordular.
Mevcut Irak hükümetinin en önemli projelerinden biridir olan Kalkınma Yolu Projesi’nin büyük bir jeo-ekonomik ve siyasi boyutu var. Erdoğan'ın gelişiyle üzerinde anlaşmaya varılması muhtemel olan 17 milyar dolarlık bu proje, Irak’ın önemli hayallerinden biri ama aynı zamanda büyük bir riski de barındırıyor. Projenin en azından 500 kilometrelik uzunluğundaki mesafesinde, iki temel unsur olan Sünni-Kürt meselesi var ki Bağdat'ta siyasetin tamamen mezhepsel bir boyut kazanması durumunda, bu proje için güvenlik ve siyasi sorun yaratabilir. Ramadi'den dan Fişhabur'a kadar bu hat üzerinde etnik ve mezhebi konuların varlığı, projeyi dış müdahaleye açık hale getiriyor. Yani herhangi bir bölgesel güce, özellikle de politikalarını beğenmediği taktirde Bağdat'a baskı yapmak için büyük bir kart verebilir. Ancak bu güzergahın güvenlik meselesi Irak için stratejik bir zayıflık yaratabileceği kadar, ılımlı bir iç politika ve dış dünyayla dengeli bir ilişki için de teşvik edici olabilir ki bu da herkesin çıkarınadır.
Türkiye için de Kalkınma Yolu Projesi, imar projelerine katılım ve ekonomik kazanım anlamına geliyor. Buna, Ankara için PKK ile mücadelede önemli bir nokta olarak gördüğü Şengal ve Mahmur meselesinin güvenlik boyutlarının çözülmesini de ekleyebiliriz. Proje daha sonra bir güvenlik durumu nedeniyle sekteye uğrasa bile, Irak veya başka bir ülkenin sermaye sağladığı için Türkiye bundan zararlı çıkmayacak. Bu aynı zamanda Türkiye'nin dışlandığı Baharat Yolu projesine karşı de bir baskı kartı görevi görecek.
Irak, PKK’nin yol güzergahlarını kapatarak Türkiye'nin bazı taleplerini karşılamak istese de bu sorununun sadece askeri yollarla tam bir çözüme kavuşamayacağına inanıyor. Türkiye ise sınırın 30-40 kilometre içerisinde tampon bölge oluşturup PKK'yi sınırlarından uzak tutmak istiyor.
Irak'ın PKK konusunda Türkiye açısından atabileceği en etkili adım Mahmur-Şengal sınırında olabilir. Aksi takdirde eski Irak Başbakanı Nuri el Maliki'nin de dediği gibi "Dağların tamamen kontrolü, ister Türk ordusu, ister Peşmerge, ister Irak ordusu olsun, tüm güçler için zordur.
Eski Irak rejimi döneminde Bağdat, Türkiye'nin PKK ile mücadelesinde en az 20 kez yardım etti, şimdi de Bağdat hükümeti PKK'yi “yasaklı örgüt” olarak ilan ederek Ankara'yı sevindiren bir adım attı. Ancak Irak'ın kısa vadede PKK'ye karşı tüm gücü ile durması en azından şimdilik çok zor görünüyor. Çünkü şu anda bunu yapmaya ne gücü var, ne de istekli. Muhtemelen Türkiye'yi tatmin edecek ve PKK kartını tamamen elinden çıkarmayacak adımlar atacak.
Bu noktada PKK'nin özellikle Şengal-Mahmur, Zap ve Balenda vadileri arasındaki bölgelerde sınırlandırılmasına yönelik askeri ve güvenlik tedbirlerinin artmasının yanı sıra Irak hükümeti PKK ile Türkiye arasında arabuluculuk talebinde bulunabilir. Bazı Iraklı makamların PKK’nin yeni bir çözüm sürecine hazır olduğunu dile getirdiler ancak en azından bazı askeri operasyonlar öncesinde Türkiye’nin buna yanaşmasi zor görünüyor.
PKK’nin yeni bir çözüme hazır olduğunu Iraklı makamlara bildirmesinin başlıca nedeni, bölgedeki siyasi koşulların ve güç dengelerinin değişmesidir. Uppsala Çatışma Veri Programı'na (UCDP) göre, 1975 ile 2017 yılları arasında yabancı ülkeler bölgede Kürtlerle yaşanan çatışmalarda Kürt güçlerine yaklaşık 108 kez yardım sağladı; listenin başında 29 defa ile Suriye, 27 defa ile İran yer alıyor. Suriye, Türkiye'ye karşı PKK’ye 15 kez, İran ise dokuz kez yardım etti.
Suriye şimdi kendi iç meseleleriyle meşgul, İran ise İsrail ve Batı ile yaşadığı gerilim nedeniyle Türkiye ile rekabetini azaltmaya çalışıyor gibi görünüyor. Öte yandan PKK açısından da yaşanan bu değişiklikler, insansız hava araçları ve hava saldırılarının hakimiyeti nedeniyle artık çatışmalara devam etmenin bir faydası olmadığı açığa çıkmış olabilir. Ekonomik açıdan zor durumda olan Türkiye için de devam eden bir savaş, son seçimlerden kötü bir sonuçla çıkan AK Parti için de büyük bir ekonomik yük anlamına geliyor.
Elbette ekonomik nedenlerin dışında Kürt meselesinin Erdoğan açısından daha derin kökleri var. Hiç şüphe yok ki tüm Türk liderlerden daha uzun süre iktidarda kalan ve en az dört yıl daha Türkiye politikasına yön verme şansına sahip olan Erdoğan, Kürt meselesine herkesten daha fazla yaklaştı. AB'ye üyelik sürecindeki reformları da katarsak AK Parti, 2002-2015 yılları arasındaki 13 yıllık iktidarında doğrudan ve dolaylı olarak Kürt meselesini Türkiye'nin gündeminde tuttu.
2003 yılında 1587 sayılı Nüfus Kanunu'nda çocuklara Kürtçe isim verilmesine izin verecek şekilde değişiklik yaptı ve 2009'da Kürtçe yayına izin veren bir kanun değişikliği yaptı . Bunlar, bir zamanlar Kürtçe bir kelime söylediği için mali cezalar uygulayan bir ülke için sembolik ama önemli adımlardı. 2005 yılında Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt meselesinde geçmişteki hatalarını kabul ettiğini söyledi ve 2009'da "Kürt açılımı" diye adlandırılan süreci başlattı.
Norveç’in ev sahipliğinde MİT ile PKK arasındaki Oslo görüşmeleri yapıldı. 2013-2015 yılları arasında bir çözüm süreci yürütüldü. 2015 yılından bu yana Fetullahçıların darbe girişimi ve AK Parti ile Kürt tarafı arasındaki makasın açılması nedeniyle Kürt meselesi Türkiye'nin gündeminden çıktı ve yeni bir çatışma dönemi başladı.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Mart ayındaki son belediye seçim kampanyası öncesinde Diyarbakır'da diyaloga hazır olduğunu yönündeki açıklamaları, Selahattin Demirtaş, Leyla Zana ve Ahmet Türk’ün, Kürt sorununun çözümü konusunda en etkin ve yetkin kişi olarak Erdoğan'ı göstermeleri, yeni bir müzakere turu umudunu da canlandırdı.
Irak, İran ile Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapma konusunda önemli bir deneyime sahip. Eğer gerçekten doğruysa ve bunun için çalışırsa uluslararası politika açısından Türkiye'de Kürt sorununun çözümüne yönelik bir diyalog için mevcut zamanlama uygundur.
Elbette Irak, Kürdistan Bölgesi siyasi liderliğinin barışçıl bir çözüm bulma ve savaşı sona erdirme konusundaki kabiliyet ve istekliliğinden de yararlanabilir. Türkiye Cumhurbaşkanının kendisi de belirleyici bir aktör. Çünkü Ahmet Türk ve Leyla Zana'nın da belirttiği gibi, Kürt sorununun çözümünün adresi hala, yetkisi ve gücü olan Erdoğan'dır.
Ziryan Rojhılati – Rûdaw Araştırmalar Merkezi Direktörü
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın