Bu yazı, depremi canlı bir şekilde Adıyaman Besni’de yaşayan, ailesinden bireylerinin son anlarına şahit olan ve yaşadığı ocağı enkaza dönüşen Yazar Faik Öcal’ın notlarından derlendi.
13 Şubat
80 - Daha önce Suriyelilere kullanılmış eşyaların gönderildiğini gördüğümde çok üzülmüştüm. Bu sefer deprem münasebetiyle bize kullanılmış eşyaların gönderildiğini görüyorum. Yapmayın. Ya kullanılmamış eşya gönderin ya hiç göndermeyin. Biz mülteci değiliz. Sadece memleketimizi kaybettik.
81 - Deprem herkesin gerçek yüzünü ortaya koydu. İki grup insan var. Bunlar asimle olmuş, bencil, dar görüşlü, hırslı, ırkçı köksüzler grubu ile özüne bağlı, fedakar, rasyonel, paylaşımcı, hümanist köklüler grubu. Eskiden bu iki grubun bir araya gelebileceğine inanırdım. Deprem bu inancımı yerle bir etti.
“Kimse başkasının enkazında ölemez”
82 - 04:17’nin haftasına birkaç saat kalmışken gözlerimin önünden soğuktan donmuş aşina cesetler gitmiyor. Mayası bozulmuş uyku kesikleriyle gündüz ve gecenin yakasına bir araya getirmeye çalışıyorum olmuyor. Başımın altında aynı uğultu. Kimse başkasının arsasında ölemez.
83 - Kimse başkasının şarkısına gönül indiremez. Kimse başkasının yarasına dokunamaz. Kimse başkasının enkazında ölemez. Anladım ama çok geç. Bir dirinin 3 ölü etmediğini gördüm. Kırılmıştı hayat pencerem. Başkasının ölüm tarlasından çıkmıştım. Dönüşü olmayan bir yola girmiştim.
84 - Çok zor mülteci uzaklıklarda yıkılıp giden memleketinin acısına dayanmak. Doğduğun toprakları tanımayacaksın çünkü bütün işaret taşları kırılmıştır. Çok zor sevdiklerinin yanında olmamak, sevdiklerinin kalbini tutamamak. Çaresizliğin feriştahını yaşıyorsundur kendinden bihaber.
“Vicdanlı olan herkesi enkaz yerine çağırıyorum”
85 - Uzaktan deprem edebiyatı yapılır, yakından DEPREMZEDELER’in öyküleri görülür, hikayeleri duyulur, romanları kurgulanır. Eli kalem tutan, vicdanlı olan herkesi enkaz yerine çağırıyorum. Sosyal medya üzerinden insanların dertlerine derman olamazsın, oradan buradan duyduklarınla yazamazsın. Gel.
86 - Her şey bir kabus gibi. Rüyadan uyanınca biterdi. Şimdi gözünü açınca cesetler başının üzerinde sallanıyor, çığlıklar bastırıyor. Enkaz üzerine çöküyor. Hafakanlar basıyor ruhunu. Kim şanssız: Ölüler mi diriler mi? Kim kurtuldu: giden mi kalan mı? Kim üşüyor: yerin üstündekiler mi altındakiler mi?
87 - Deprem olmuş kıyamet kopmuş kişi, parti vs tapanlar putlarını arıyorlar. Onların tek derdi bir an önce putlarını bulmak ne pahasına olsun onları yüceltmek. Timsah gözyaşları onların çırpınışlarını daha acıklı hale getiriyor. Çünkü putları başlarına yıkıldı paramparça oldu.
88 - Sen orada sıcak yuvanda üşüyorsan ben burada soğuk yatağımda güne merhaba diyorsam yaşamak, yeniden başlamak için sebebimiz var demektir. Hakiki hikayeler taş taş üstüne koymakla yazılmaz. Belki taşlarımız yıkıldı, mesafeleri hükümsüz kılan gözyaşlarıyla yeni hikayemizi yazacağız.
“Mahşerin darağacı bizim için kurulmuştu”
89 - Ruhum 04:17’deki akrep ile yelkovan arasında sıkışıp kaldı, bir türlü çıkamıyorum zaman, mekan enkazından. ADIYAMAN’ın fişi aynı saatte çekildi. Akrep halkın çaresizliğini çekip çeviriyordu, yelkovan cesetlerin kokusunu susuyordu. Ruhlar arafta kalmıştı.
90 - Ruhum morarmış ceset, üşümüş beden kusuyordu. Mahşerin darağacı bizim için kurulmuştu. Kendimizi yargılıyorduk. Kendimize cezalar veriyorduk. Hiçbir Allah'ın kulu yoktu. Bitmiş bir hikayeye, 04:17’de asılı kalmış ruhumuzla yeniden başlamak istiyorduk. İnanmak istemesek de bitmişti her şey.
91 - Ağır yaralı ruhumu iyileştirmek için yazıyorum. Sadece her şey herkesi korkutuyor. Sanırım bizim en büyük problemimiz merkezimizi yitirmiş olmak. Hiç birimizin bir merkezi kalmadı. Bütün dayanmak noktalarımız yerle bir oldu, enkazların altında kaldı. Dayanacak gücümüz kalmadı.
93 - Sonsuza dek susmak, depremi ve enkazı unutmak. Mümkün mü Sunam? Sarkmış eller rahat bırakmıyor. Morarmış parçalanmış parmaklar kıpırdanıyorlar içimde. Kaçamıyorum ölülerden. Başkasının kelimeleriyle susturamazsın kendini. Kendi kayıplarını taşıyamazsın başkalarının boş zamanlarına.
“Bütün yollar enkazlara çıkıyor”
92 - Alıp başını gitmek istiyorsun uzaklara ama gidemiyorsun. Ölülerin izin vermiyor. Cesetlerin seni bağlıyor. Bütün yollar enkazlara çıkıyor. Gitsen bile aklın, ruhun bütün varlığın burada kalacak. O zaman gitmenin bir anlamı yok. Burada bekleyeceğiz, yaşayacağız, öleceğiz.
94 – İki heceyi bir araya getiremiyorum. Her hecenin arasına kimliksiz tanımsız mezarsız cesetler giriyorlar. İçimde boynu bükük, kırık dökük cümleler alıp başını gidiyor. Problem dışımda dışarıda. Ne yapsam iki heceyi bir araya getiremiyorum. Ölülerimi hece hece doldurup iç mezarlığıma gömüyorum.
95 - Yüzümü görsen de acımı göremezsin. Acımı görecek gözler yok sende. Et parçasına büründü Rahmani mercek. Buz tuttu ilahi gerçek. Zulmünün kurbanı olduk. Eline bıçağı biz verdik. Boynumuzu indirdik. Vur dedik. Sen üzerine düşeni yaptın, vurdun boynumuzu. Biz ziyandık sen nisyan.
96 - Gaziantep Yavuzeli’ndeyiz. Tek bir kişi ölmüş. Adam binadan çıkmış. Ayakkabısının tekini almak için geri dönmüş. O esnada bina adamın üzerine düşmüş. Adam oracıkta ölmüş. İnsan gerçekten yorum yapamıyor. Tek teselli Yavuzeli’de başka ölü olmaması.
97 - Hangisi daha gerçek, daha can acıtıcı? Taş enkaz mı? Plastik barby mi? Anılarmızı hangi şehir saklayacak? Barbyle oynayan kız çocuğu nerede? Öldü mü, yaşıyor mu? Asıl bu bilinmezlik insanı kahrediyor. Adıyaman meçhul bir şehir olup çıktı. Barby kalkıp arar mı kız çocuğunu? Umut!
“Fay hatları içimizde kırılmaya devam ediyor”
98 - Fay hatları içimizde kırılmaya devam ediyor. Bazen yurtdışına gitme hayali kuruyoruz, Bazen köyde tek katlı ev yapmak istiyoruz. Bazen mezarlıkların arasına çadır kurmak istiyoruz. Bazen enkazların yerine temeli sağlam evler inşa etmek istiyoruz. Fay hatları bizi nereye savurursa.
99 - Yer Gaziantep İl Nüfus Müdürlüğü çadırı. Millet Almanya devletinin depremzedelere tanıdığı 3 aylık vize hakkından yararlanmak için kuyruklara girmiş. Gözlerimizde kanadı kırık umut kuşlar.
100 - Bir gün güvercin olmak isteğim hiç aklıma gelmezdi İnci Abla. Önce uçurtmamız vuruldu, sonra göğümüz delindi. Barışın gözlerindeki yaşama sevinci nerede? Yara çok derin, kayıp büyük. Leş kargalarının cesetlerimize dadanmadığı bir gece yok. Güvercin, karga arasında sıkıştı varlığım.
101 - Komşularınla ayaktasın. Onlara gelen ikramlarla hayatını devam ediyorsun. Deprem Komşuları mahvediyor. Sen öylece açıkta kalıyorsun. Artçıya ihtiyaç kalmadan yüzükoyun yere kapaklanıyorsun. Kimse gelip enkazını, cesedini yerden kaldırmıyor. Asıl deprem komşuluğun ölmesidir diyorsun.
102 – Gayipten sesler duyuyorum birbirine çok uzak. Kimisi ruhuma sıkıntı veriyor, kimisi karabasan gibi ağırlık veriyor. Kimisi kökte taş kesiliyor, Kimisi taşta tohuma dönüşüyor. Kimisi garipliği suratıma çarpıyor, kimisi garipliğimi unutturuyor. Kirli ve temiz suyun tek nehirde akışı.
103 - Arkadaşının cesedi enkazın altındayken yatağında rahat yatabilir misin? Bir an için çıkmıyor aklımdan arkadaşım. Rüyalarıma giriyor her gece. Benden yardım istiyor. "Gel çıkar beni bu enkazın içinden. Sığar mı bu arkadaşlığa. Gel cesedimi toprağıma kavuştur." Benden daha aciz arkadaşım.
14 Şubat
104 - Deprem olduğundan beri arayıp soruyorsunuz. Minnettarız. Sonra kendi hayatına döneceksiniz. İşinize gücünüze bakacaksınız. Arada aklınıza geleceğiz içiniz sızlayacak. Biz burada enkazlarımın başında bekleyeceğiz, ölülerimizle yatıp kalkmaya devam edeceğiz. Kimseyi suçlamıyoruz.
“Herkes kendi yıkımını yaşarmış”
105 - Sizin kelime dünyanızı terk ediyorum. Gruplarınızda kendimi göremiyorum, kendime yer bulamıyorum. İnanıyorum iyi güzel bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz ben anlamıyorum, yetişemiyorum. Kendi yalnızlığıma dönüyorum, bütün ölülerimi kalbime gömerek. Herkes kendi yıkımını yaşarmış.
106- Depremin en kötü yanlarından biri deprem ile birlikte ortaya çıkan kötü niyetli insanların, kötülüklerini yapma imkanına kavuşmasıdır. Kurtlar köşe başlarını tutmuş, yılanlar kalplere çöreklenmiş, akbabalar enkazları tutmuş, leş kargaları yerlerini almış. Kuzular pusmuş, serçeler gitmiş.
107- Uyu bebek ama çabuk büyü. Memleketin Adıyaman yıkıldı, yerle bir oldu. Bir an önce büyü, yetiş bize. Seninle memleketimizi yeniden inşa edeceğiz, bir daha böyle bir felaketin yaşanmaması için bilime, akla göre şehrimizi inşa edeceğiz. Her yere kütüphaneler inşa edeceğiz. Okumak bebek.
111 - Kütüphaneler kurmalıyız. Adıyaman’ı kitap şehri yapmalıyız. Aklımızı, ruhumuzu özgürleştirin kitaplar. Deprem bize gösterdi bizim kendimizden, kitaptan, akıldan başka rehber, dostumuz yok. Kitapsız şehirler enkazların altında can çekişip kendi ölülerine sahip çıkamazlar, onları gömemezler.
“İlk günden Adıyaman ve Besni’ye müdahale edilseydi kaç kişi kurtulurdu?”
108 - Depremin 9. gününde 198. saatinde Adıyaman’da insanlar enkazdan sağ çıkarılıyor. Daha ilk günden itibaren Adıyaman ve Besni’de müdahale edilseydi kaç kişi kurtulurdu? İlk günlerde bırakın Adıyaman’a müdahale etmeyi güzel memleketime haber bültenlerinde bile yer verilmedi.
109 - Günlerin nasıl geçtiğini bilmiyoruz. Her gün bir yerlerde bekliyoruz, bir yerlere gidiyoruz, bir yerlerde ölüyoruz. Zaman atı üzerimize yıkıldı. Günlerin enkazında önümüzü göremiyoruz. Akrep kalbimi ısırıyor gecenin karanlığında. Yelkovan gözlerimi kamaştırıyor gün ortasında, insan mezar arıyor yol ortasında.
110 – Adıyaman’da yeni bir kütüphane kuracaktık. Bütün kitaplarımızı oraya bağışlayacaktık. Olmadı azizim. Bütün kitaplarımız enkaz altında kaldı. Binlerce kitap göz göre göre gitti. Belkî aylar sonra enkaz yerine geleceğiz ağır yaralı kitaplarımızı kurtaracağız. Yeni kitaplar basmalıyız.
112 – Besni’de depremin 5. gününde enkazdan çıkarılan kızın sözleri: “Siz geldiniz beni yediren içerenler gittiler.” Bence kıza bakan melekler değildi. Kız metafizik trans yaşıyordu. Hayalinde yiyor içiyordu. Bu sayede 100 küsür saat hayatta kaldı kurtuldu.
113 - Besni daha kaç gün bekleyeceksiniz cenazelerinizi? Gözünüz enkazda. Aradan 9 gün geçmiş. Ölülerinize karşı son vazifenizi yapmak için bekliyorsunuz. Yüzünüz hepten enkaza, ölülerinize dönük. Göz pınarları kurudu. Umutlar enkazın altında kaldı. Eritmiyor kış güneşi içimizdeki buzları.
“Yerin kalbi yarılmış ötelerden haber veriyor gibi”
114 - Belki dışardaki görünür yıkımlar iyileşir. Evden çadıra, çadırdan yeni bir eve geçilir. Ama içeride görünmez yıkımlar hiç iyileşmeyecektir. Belki kabuk tutan içerideki yara, kabuk dökülür, yeni bir kabuk oluşur fakat içerideki yara acısıyla hep var olacaktır, hep kendini yenileyecektir.
115 - Sanki herksin depremi ayrı herkes farklı bir dehşet yaşamış gibi. Herkes kıyametten haber veriyor, mahşeri dilinde toplamış gibi. Tufan kopmuş, herkes Nuh’un gemisinden düşmüş gibi. Herkesin yaşam damarı kesilmiş, her şey ölümden haber veriyor gibi. Yerin kalbi yarılmış ötelerden haber veriyor gibi.
116 - Efkar sarmış 4 bir yanımı. Enkazın içinde ateş yakmışım bir başıma. Ölülerimin enkazdan çıkıp gelmelerini bekliyorum, geri dönmeyeceklerini bile bile. Lal acılara gömüyorum bütün kayıplarımı. İnsan olmaktan hiç bu kadar utanmamıştım. Özümden hiç bu kadar soyutlanmamıştım.
117 - Bana umutsuzluğun resmini çizebilir misin Abidin Abi. İçine annelerin iniltilerini ve gözyaşlarını kat, malzemeden çalmadan. Siyahın her tonunu kulan. Boşlukları toprak karasıyla doldur. Mutlaka başkoymalık omuz morluğuna yer ver. Serçe griliğini unutma Abidin Abi.
“Bir gün gelecek Komagene Kartalı zamanın her yakasında özgürce uçacağız”
118 - Zamanın iki yüzü varmış memleketim için. Sağda zaman durdu 04:17de, solda hayat devam ediyor her şeye rağmen. Arka fonda delik deşik yapılar olsa da Allah'ın kanunu böyle. Bir gün gelecek Komagene Kartalı zamanın her yakasında özgürce uçacağız. Gerçek sevgi ve bilimden haber getirecek.
119 - Kim öldü, kim çıktı bu enkazdan. Nerede küçük okurun küçük prensesi? Hiç sormayacak mısın? Hiç mi merak etmiyorsun? Öldü mü, kaldı mı? Bu deprem vefayı yerle bir eti! Hiçbir şey olmamış gibi başka çocukların hayallerini süsleyecek misin küçük prenses? Kimliği teşhis edilemeyen çocuk okurlarına ağlar mısın?
120 - Sadece kendini düşünen bencil ve kötü niyetlilere (insan demeye dilim varmadı) tahammülüm kalmadı. Bütün enkazları kazıyın altından böyleleri çıkar. Bunların kibirlerinden geçilmez. Yapmamız gereken bu tiplerden uzak durmak, kötülüklerinden kendini korumak, bilimle bataklıklarını kurutmak.
121 - Gidecek hiçbir yer kalmadı çizgili pijamalı at. Her şey enkazın altında kaldı. Nerde kaldı süvarilerin? Nerede yoların? Sakinlerinin yüzü yok. Senin umudun var mı çizgili pijamalı at? Öylece savrulduk. Kurşun bekliyorduk, taş geldi. Taş kuşandık. Acılarımızdan yeni yollar, süvariler yaratma vakti çizgili pijamalı at.
“Ben bir duvar dibinde, şehrim bir düz ovada can verdi”
122 - Ben bir beyaz kedi, öldüm bir başıma bir şehrin soğuk ve buz tutmuş enkazında. Adıyaman ile beraber öldüm. Şahitlerimiz yoktu, tanıklarmız enkazın altındaydı. Ben bir duvar dibinde, şehrim bir düz ovada can verdi. Şehrimle beraber ölüme yatık. Kar kan kusturuyordu. Soğuk kırıp geçiriyordu.
123 – Bir şehrin muhabbet kuşları niye ölür Habil? Belki de şehrimde hep eksik olan muhabbet oldu. Biz birbirimizle muhabbet etmeyi öğrenmedik Habil. Muhabetten hasıl olan Muhammedi hiç bilmedik. Kaçak çayı sevdik ama muhabbeti katmadık. Muhabbet karşılıksız sevmektir hemşehrilerini. Biz yapamadık Habil.
124 – Bir gelinlik kırmızı kırmızı ağladı, bir gelinlik beyaz beyaz bekledi. Talipleri gitmişti gelinliklerin. Aşk kırmızı gidişlerin kurbanı olmuştu. Saflık beyaz hayallerin adaklığıydı. Gelinler damatsız damatlar gelinsiz kalmıştı. Uzun bir zaman Adıyaman gelin ile damatların uğrak yeri olmayacaktı.
125 - "Gitmiş gibi görünsem de kaldığım yerdeyim" diyorsun Adıyaman. Biliyorum sen bizi bırakıp gidemezsin şehrim. Ruhun göğünde bizi bekliyor olacak. Toprağındaki enkazlar temizlendikten sonra ruhun geri dönecek, ayağa kalkacaksın eskisinden daha gür, özgür. Geri döneceğiz şehrim. Bekle bizi.
126 - Sokağa düştü ekmekler. Yerlere atıldı mankenler. Mankenler ekmek yemez. Issız kaldı sokaklar. Ekmek azizdi kitabımızda, insan Eşref. Olmadı. Hitama ermedi kadim hikaye. Ekmek öksüz, insan sahipsiz, söz kifayetsiz kaldı. Maskenin gözlerinde pusu kurmuş tacirler.
“İnsan insanı anlayamadı. İnsan insana sığmadı”
127 - Kadim hikaye yarım kaldı. Ulu Cami yarı yolda kaldı. Cemevi öksüz kaldı. Mor Petrus ve Mor Paulus kiliseleri birbirine kavuşamadı. İnsan insanı anlayamadı. İnsan insana sığmadı. Camiler, cemevleri, kiliseler bir avluda bir araya gelemedi. Ekmek azizdi her inanışta şimdi manken merhametinde.
128 - Yufka yüreğimizi yufka ekmeğin içine koyup ağacın boynuna astık. Düştüğümüz yerden ayağa kalkacaktık. Yufka ekmeğin evlatları çok uzak yollardan gelip elimizden tutmuşlardı. Kardeşiz demişlerdi. Umut yufka yüreğini yufka ekmeğin arasına koyup ağaca asmaktı. Umut ekmek, ağacın kucaklaşması.
129 – İki enkaz arasında kalmış hayat hikayesiydi bizimki. Ne ansiklopediler hür kılmıştı benliğimizi ne duvarlar emniyette tutmuştu yaşamlarımızı nede şarkılar yarına taşımıştı umutlarımızı. İki enkazın paranteziydi hayat hikayemiz. Sahipsiz ve sorgusuz, kimliksiz ve kayıtsız. #depremzede
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın