Geçtiğimiz 100 yılda Araplaştırma politikalarının uygulandığı süreci takip eden herkes, ülkede art arda gelen iktidar ve rejimlerinin politikasını birbirine bağlayan halkaları kolayca görebilir. Hiç yorulmadan "Araplaştırma Politikası"nın bir devlet stratejisi olduğu gerçeğini kolayca görür. Sonuç itibariyle bir iktidarın ardından göreve gelen başka bir iktidar Araplaştırma politikasını kaldığı yerden devam ettirmiştir. Aralarında anlaşmazlık yaşansa ve birbirlerine karşı olsalar bile Araplaştırma Politikasında aynı amacı gütmüşlerdir.
Araplaştırma sürecini her zaman ülkenin güvenliğine bağlı yasal bir savunma yolu olarak aksettirilmeye çalışılmıştır. İlk başta Kerkük’te petrol bulunması ve işlenmesi sürecinde uzman personel atamaları bahanesiyle çok sayıda Arap kökenli Iraklıyı ülkenin güney ve orta kesimlerinden getirip Kerkük Petrol Şirketinde işe aldılar. Öyle ki ilk kez Kerkük’te petrol üretimine başlanmıştı, güneydeki bir Arap petrolle ilgili ne zaman deneyin edinip uzman oldu, bunu stratejik amaçları olan Araplaştırma politikasını kamufle etmek için hayat geçiriyorlardı.
Kerkük ile Musul, Kerkük ile Tıkrit kentleri (Hawice ovası) arasında kullanılmayan geniş arazilere çok sayıda hayvancılıkla uğraşan Arabı getirip yerleştirdiler, buralar da devletin sağladığı imkanlarla tarım ve hayvancılık için kullanılmaya başlandı.
Söz konusu politikalarının uygulanmasının ardından geçtiğimiz yıllarda bir kez daha "Irak’ta toplumsal güvenliği sağlamak" bahanesiyle birkaç büyük Arap aşireti bölgeye getirildiler. Sözde bölgedeki diğer aşiretlerle sorun yaşadıkları aralarında mesafe olması gerekiyormuş. Bu nedenle ayır olmaları gerekiyormuş.
Saddam’ın devrilmesinin ardında ortaya çıkan belgelerde Araplaştırma politikasının bir ulusal stratejik amaç olarak devam ettirilmesi yönünde ilginç senaryonlar ve bahaneler ortaya çıktı. Petrol yataklarının bulunduğu yasakları bölgelerde, askeri karargâhların ve askeri sanayi fabrikalarının bulunduğu alanlardaki Kürtlere ait arsa ve arazilerin güvenlik bahaneleriyle el konuldu. Ardından köyleri yıkıldı yerine Araplar getirildi. Öyle ki (Teshih Kavmi) adı altında halkı milliyet değiştirmeye bile zorladılar. Bütün bunlar Araplaştırma politikası yasasının perdelenmesi için yapıldı.
Bütün süreçlerde devlet, Araplaştırma sürecini anayasa ve yasaları kullanarak kamufle etmeye çalıştı. Kürtler de Araplaştırma politikasına karşı mücadele etti, fırsat bulduğu her saniye Araplaştırmaya engel olmaya çalışmıştır. Ancak üzerinde durulması ve dikkat edilmesi gereken husus şu; Bağdat yönetimi son 20 yıldır Araplaştırma süreci için bir bahane veya kılıf uydurmuyorlar ve süreç normal bir hale geldi. Ancak Kürtler bu konuda her hangi bir tepki veremiyor.
Anayasa ve yasaların Araplaştırma politikası gibi işgalci bir sürecin hizmetine sunulduğu bir dönemde Kürt liderliği ve Kürt partileri, gençleri Araplaştırma politikalarıyla mücadele etmeleri için teşvik ederek binlerce Kürt gencinin ölümüne neden oldular. Araplaştırma politikasıyla mücadele etmek için Anayasanın, yasaların ve devletin bütün kurumları Kürtlerin elinde ancak Kürtler bu işgal politikasına karşı sessizliğe bürünmüş durumda.
Geçtiğimiz son 3 yılda uygulanan Araplaştırma politikasını temel alırsak, Kürt çiftçilerine Dakuk, Tuzhurmatı, Dubız ve Hanekin’e kadar yapılan zulüm ve zorbalık yapıldı. Anayasa ve yasalarda Araplaştırma politikasının sonuçları için daha önce belirlenen yol haritalarını da gözümüzün önünde canlandırırsak, aynı zamanda Araplaştırma politikasının önünde geçecek Irak devlet televizyonlarına da bakarsak bu politikanın nasıl devam ettiğine şaşıracaksınız. Hâlbuki Kürtler tarafından yönetilen Iraklı kurumlardaki bazı sade sorumlulukları yerine getirmeyle Araplaştırma politikasına son verilebilir. Ancak bu yapılmıyor ve Araplaştırma politikası da devam ediyor. Başka şeylerden dolayı bu sessizliğe destek olmalıyız. Ki bu yazımın amacı değil.
Söylemek istediğim şey şu; sadece gerçekçi bir yaklaşımla insanların bu sessizliğe karşı soru sormalarını istiyorum. En başından şunu bilmeliyiz, 3 yıldır işgal vesilesi olan ve Araplaştırma politikasını devam ettiren bu Araplar kim? Nasıl geliyorlar? Gelmelerine bahane olacak şey nedir? Buna karşılık Kürtler bu zulmün devam etmemesi için ne yapmalı?
Araplaştırma politikası için kullanılan Araplar, Saddam’ın da kendilerini bir işgal aracı olarak kullandığı Araplarla aynıdır. Saddam’ın devrilmesinden sonra 140’ıcı madde kapsamında tazminatları ödenmeden anayasa çerçevesinde kendi topraklarına geri döndüler. Kerkük’e geri dönmeleri anayasayı doğrudan çiğnemek anlamına gelmektedir. Ayayasayı çiğnemek ve anayasaya karşı gelmek yasal bir yaptırımı yok mu? Kürtlerin topraklarını işgal eden Arapların cezalandırılması için neden bir talepte bulunulmuyor? Anayasayı koruyan merci bugün Arapların elinde olsaydı ve Araplaştırma politikasına uyan bir anlayış tarafından yönetilseydi, o zaman Irak’ta yönetimin değiştiğini söylemek mümkün olabilirdi, ancak hükümdarlık anlayışı değişmediği gibi geçmişteki stratejiyi devam ettiriyor. Kürtlerin kendi çabaları ve dostlarının da desteğiyle aldıkları anayasal konum, Irak’ta geçmiş yıllarda yaşanan sindirme politikalarının tekrarlanmaması için bir garanti niteliğinde. Bu konum şu an Kürtlerin ellerinde bulunuyor ve devletin bir görevi aynı zamanda anayasayı muhafaza etmek adında Araplaştırma politikasına son noktayı koyabilir.
Bölgeye geri dönmelerinin bahanesi Baas döneminde sözde Saddam tarafından tarım arazilerinin sözleşmesini imzalamış. Bu sözleşmeyi bahane ederek Kürtlerin topraklarına çöküyorlar. Kürtler bunun önüne geçmek için de iki seçeneği var. Birincisi, Saddam yönetiminin devrilmesinden sonra Devrim Liderliği Meclisi’nin verdiği bütün kararlar lağıv edildi ve söz konusu kararları uygulamak yasaklanmıştır. Dolayısıyla Araplaştırma Politikalarını devam ettirenler Devrim Liderliği Meclisi’nin hüküm ve yasalarını devam ettiriyorlar. Yasalarda bunun yaptırımı var. İkincisi, Adalet Bakanlığı Kürtlerin elinde ve bütün bu meseleler Adalet Bakanlığı’nın kapsamında çözülebilir ve hem yasalar hem de anayasa bakanlığa mülkiyet konularında oluşabilecek anlaşmazlıkları çözüme kavuşturması için yetki vermiş. Yani söz konusu arsalar Baas rejiminin sözleşmeleriyle Araplara verildiyse, onların tamamı iptal edildi. Tapuda üzerlerine geçildiyse bu konuda da yasal yollar var ve yargı bu konuya başkanlık edecektir. Şükür ki bu da Kürtlerin elinde. Kerkük Valilik görevini vekaleten yürüten Rakan Cıburi hâlihazırda Araplaştırmanın bir aracı haline geldi. Güvenlik, askeri ve kamu kuruluşlarının tamamını Kürtlerin arazilerini işgal eden Araplara hizmet etmek için kullanıyor. Kürtleri kendi köylerinden çıkarmaya çalışıyor.
Özellikle KDP, Kerkük Valiliğine bir KYB’linin atanmasına karşı çıktı akabinde İl Meclisi çalışmaları askıya alındı dolaysıyla KYB şu anda Kerkük meselesinde KDP’ye ihtiyacı kalmamış gibi gözüküyor. KYB’nin önünde söz konusu engel kalmamıştır. Şu anda Başbakan veya cumhurbaşkanı tarafından belirlenen vali kolayca atanabilir. Daha önce Cumhurbaşkanının Başbakan ile sorunu olduysa da şu ana bu sorun da ortadan kalktı. Cumhurbaşkanı ile Başbakan tabiri caizse baba oğul gibiler. Böylece KYB’nin önünden bu engel de kalkmış oldu. iyi de neden şu ana kadar bu Araplaştırıcı valinin yerine kimse atanmıyor. En azından Kerkük’teki kurumlar Araplaştırmanın hizmetine sunulmasının önüne geçilir.
Soru şu; Kürtlerin Kerkük’e vali ataması yapabildiği, valinin ise Araplaştırma politikasının önüne geçebildiği, Adalet Bakanlığının Kürtlerin elinde olduğu ve bir Kürt bakanın mülkiyet ve tarım sözleşmelerinin sorunu da Adalet Bakanlığı’nın yetkisi altındayken ve aynı zamanda Cumhurbaşkanının bir Kürt olarak Araplaştırma politikasının önüne geçebiliyorken Araplaştırma devam ediyor ise benim söyleyecek başka da bir sözüm yok.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın