31 Mart İmamoğlu Vak-ıası

07-04-2019
Rawîn Stêrk
Rawîn Stêrk
Etiketler AK Parti CHP Kürtler
A+ A-

Seçim öncesi, hem Türkiye hem de özelde İstanbul’da neler olabileceği ve tedavüldeki olasılıksızlıklar halinden hangi olasılık ve olasılıklıkların çikabileceği konusunda fikir teatisi yaparken, şu şıralar Berlin’de ikamet eden ve ömür kafasını psikanaliz ile cilalamış akademi reddiyesi bir dostumla, olasılıklar arasında bir 31 Makkasının en tarafsız bölgede durduğunu ve bir maket Vakka-yı Vakvakiye ile karşılaşılabileceğinin espirisini yapmıştık. (Yanlış anlaşmalara mahal vermemek adına Vakay-ı Vakvakiye mevzunun metafor olarak geçtiğini belirtmekte yarar var)

 

Mesleğimizi icra ederken olabilecek en geniş projeksiyonda olay ve olguları anlayabilmek, görebilmek ve olabilecek en geniş sunumla da aktarabilmek için, değişik disiplinlerden kelamını kıymetli bulup güvendiğim çok sayıda değerli ehil sayesinde tecrübe biriktirmek, olabilecek en tarafsız noktadan sözü de eylemi de meslek icrasını da ifa etmek şahsen önemsediğim bir avantaj. Özellikle şu son seçim mevzuunda, hem kurum olarak hem şahsen tarafsız yerden doğru sözü esirgememeyi önümüze koyduğumuzu kalın çizgilerle altını çizerek belirmeliyim.

 

Biliyorum ki kurumumuzun adının Rudaw olması hasebiyle hemen her çevreden bindirilmiş katarların, yıllardır alışık olduğumuz “söz ve sözcük” balyalarından oluşan ezberlerle ama ne enterasandır ki yaptığımızdan da haberleri olmayan bir yerden burun kıvırılacağını da bilmiyor değiliz. Onların bilmediği ise, tarafsızlığımızın da taraftarlığımızın da zaman ve sınırını ne kendilerinin ne de başka birilerinin belirleyebilecek olanağın olmayışıdır.

 

Velhasıl Berlin’deki dostumla da Türkiye ve ‘Türkiye Kürtleri’nin sosyo-psikanalizinin halihazırı üzerinden üç aşağı beş yukarı neler olabileceği konusunda bir veriye sahip olma hasebiyle kelamlaştık.

 

Seçim sonuçları ve İstanbul sürünceme- sizliği ile ilgili üzerine konuşmanın geçeceği akşam ise, görüntüleri açar azmaz ikimizi de bir gülme tuttu garip ki. İkimiz de Kürdüz göz göze gelince tablonun gülüdürüklük damperine karşı kendimizi tutamadık.

 

13 Nisan neden 31 marttır?

 

Evel şu herkesin lise tarih derslerinden mutlaka bildiği ama sebep sonuç ilişkisizliği vesilesiyle anlamadığı ve ciddiye de almadığı 31 Mart Vakkasının ne olduğuna bakmakta kısaca yarar var, ancak bu gizemli olayın o kadar çok okuması vardır ki, neredeyse hala anlaşılmamış ya da herkes kendisine göre yorumlamaya devam etmekte.

 

Okumalardan en enteresanı sanırım bir grup alkolik tarafından çıkarıldığını idida eden okumadır. Gerçi onlar da bir grup alkolik ve sarhoşun bu günkü laiklerin dedeleri tarafından örgütlendirilmesi suretiyle hazırlanan bir komplo olduğunu söyler. Buna göre olay gerici bir kalkışma şeklinde şeklinde lanse edilmiş bir tezgahtır. Okumanın bir yanında kara mizaha taş çıkaran bir yan var tabi.

 

Okumanın biri ise İttihat Ve Terakki’nin baskıcı ve otoriter yönetimine karşı başlayan bir halk ayaklanmasıdır ancak İttihatçıların bastırmayı başardığı bir kalkışma olduğu yönündedir. Eh Yunan yakadan gelen ve isyanın bastırılmasında kritik rolü oynayan birliklerin Kol Ağası da Mustafa Kemal’dir ironik ki…

 

Bir diğer okuma ise İttihat ve Terakki’nin 30 yıl süren İkinci Abdulhamit yönetimine, ‘halk seni istemiyor’ diyerek son vermek istenmesi şeklindedir ve sözüm ona özgürlükçü, demokratik çevrelerin dahil olduğu, daha fazla özgürlük maksatlı bir masum girişimdir. Sonunda da 5. Mehmet tahta geçirilir ve tabiki de ilk elden olan şey muhalif grupların elemine edilmesidir. Yani tıpkı CHP iktidara geldiği her dönem evelce Kürtlerin bir kez daha tepetaklak olduğu gibi. Sadece Kürtler de değil elbet, bunu diğer etnik ve inaanç grupları şeklinde de çeşitlendirmek mümkün.

 

İronik olan noktalardan biri odur ki eski takvimde 31 Mart olarak geçen tarih, günümüz takvimine göre 13 Nisan’a denk geliyor. 13 nisan, 31 Mart yerel seçimlerine dair yasal sürecin sonlanacağı terihtir şu sıralar.

 

Yani geçirdiğimiz bu İstanbul’u kim fethetti, gemiler yağlanmış kalaslar üzerinden iteklenerek mi Haliç’e indirildi yoksa birileri sabah uyandığında Haliç’i kesen zincirlerin kesildiğini ve dolayısıyla da gemilerin Haliç’e park etmesiyle mi uyandı, o şahsen beni de Kürtleri de ilgilendiren bir mevzu değil. O Kemalistler ile dindarların sorunudur ve birbirlerini buradan yemeleri ne kadar çok uzarsa, Kürtler, diğer etnik ve inanç grupları, gerçek muhalifler, gerçek sosyalist ve komünistler, gerçek solcular ve anarşistler, piyasa feminizmi zehriyle tanışmamış kadınlar, çocuklar ve aydınlar ve sanatçılar işte o kadar uzun süre rahat edecek,kendilerini özgürlüğe yakın hissedeceklerdir.

 

O yüzden bu çevrelerden herkesin elinden gelen en hayırlı şey, bu kavgayı, bu krizi çözmek adına akıl vermemek, olabildiğince temaşaya keyif çatmak ve hatta mümkünse arada yangına benzinle gitmek, büyük makineden muzdarip bütün aparatların boynunun borcudur.

 

Gerisi statükonun yıkılmasından korkan rant sahipleridir ister türk ister kürt ister başka bir şey olsun. Hak hukuk yol yöntem çağrılarıyla kıyıdan kenardan durumu düzeltemey girmek, çağrıda bulunmak dahi tam anlamıyla 100. Yıla doğru giden ve statükoculuğundan hiçbir dönem kimsenin kendisini özgür hissetmediği yapıyı ayakta tutma girişimidir.

 

Ak Parti ve Erdoğan AKP’lilerin tufasına gelmiştir

 

Güncel mevzumuza kısmen dönecek olursak, Türkiye’nin geçirdiği son yerel seçimlerin, bilhassa İstanbul özelinde gelinen aşama çok bilinmezli bir denkleme dönüşmüş durumdadır.

 

İstanbul seçim sonuçlarının İmamoğlu ya da Binoğlu lehine karara bağlanması da bu kriz halinin çözümüne yetmeyecektir.  Burada projeksiyonun geniş ölçeğinde gerek NATO ve Avrasya Bloku çekişmesi, gerek Türkiye’nin geldiği nokta itibariyle (ekonomik, sosyal, bölgedeki varlık biçimi, askeri vs) bundan sonrası için nasıl yönetileceği, kimle yönetileceği daha doğrusu kimlere emanet edileceği noktadır.

 

Erdoğan’ın seçim kampanyasının anahtar sözcüğü olan ‘Beka’ mevzuu, Erdoğan’ın tarihteken tanıdık olduğu 31 Mart Vakkası ve Vakka-i Vakvakiye’dir. Ancak hem ekonomik halumecal, hem de Ak Parti’in artık tamamen AKP’lileşmiş olması, dünyada yarattığı karizmasına rağmen Erdoğan’ın bir elinin bağlanmasına neden oluyor. Bu da Erdoğan’ın yumruğunu masaya ya da bir tarafın kafasına indirmeye veya ‘Eyyy Amerika’ diyerek okyanusu dalgalandırmaya kadir olamamasına vardırıyor işi.

 

Ak Parti’nin içindeki AKP’liler tanımı Abdurrahman Dilipak’ın tanımıdır konuya dair 24 Haziran seçimleri arifesinde sohbet etme imkanı bulmuştum. Dilipak’ın o gün çizdiği çerçeve, üç aşağı beş yukarı bugünkü tablonun oluşmasını müjdeliyordu.

 

Projeksiyonun daha dar görü mesafesinde ise neler olduğunu bizzatihi seçimden sonraki 4 günlük Fatih ilçesi gözlemimden aktarayım. Zira bu sonucun mütedeyin çevrece veya dindarlarca nasıl okunduğunu, nasıl bir atmosfere onları sevkettiklerini işleyen bir haber hazırlamak için Fatih ilçesini gezdik ekibimle birlikte.

 

Durum şu; biz hem yabancı hem çok yaftalı bir basın kuruluşu olduğumuzdan, hem de durmadan polis tacizine maruz kaldığımız için hızlı şekilde ve rast gele demeçler almam gerekiyordu.

 

Ak Parti İlçe binasının olduğu ana caddeden Fatih Camii yönüne çıkan caddede ve Fatih Camii önünden İstanbul Belediyesi’ne akan caddede tam 10 kişiden demeçler almayı başardık. Bu on kişi arasında mutlaka sakallı, tesettürlü ve dindar hatta Ak Partili olacakları kesin olanların olmasına ayrıca çaba harcadım. 3 tanesi CHP’li çıktı ve ne diyeceklerini tahmin etmek zor değildi. İki tanesi geçmişte CHP’li olup ama son on yıl Ak Parti’ye oy vermiş kişilerdi. Etti 5. Üç tanesi ise ehveni şer Ak Partili olmuş ama hukuk ve yasalara riayet edilmesi gerektiğini düşünen, gelinen aşama itibariyle de dünyaya rezil olunduğunu düşünen ve bir an önce kazanan belediye başkanına mazbatanın verilmesi gerektiğini düşünen, ve açık etmeseler de bunun İmamoğlu olduğunu düşünen kimseler çıktı. Etti 8 kişi.

 

Yani bu 8 kişinin toplamı İmamoğlu’na oy veren kimselerdi.  Dördü ilçede Ak Parti adayına oy vermiş olsa da. Geriye kalan iki kişi ki ikisi de 35-40 yaş arası tesettürlü kadınlardı ve işte ikisi hala Ak Partiliydi. Ancak bunlardan birincisinin söylediği tamı tamına şuydu:

 

“Ben aslında Ak Parti’ye kızmış olduğum için bu sefer oy vermeyecektim. Am memleketin haline bakınca mecburen vermem gerekiyor diye düşündüm çünkü memleket için. Ama bu sonucum çıkması da iyi oldu Ak Parti’nin kendini biraz silkelemesi için. Ama yine de inşallah sonuç bizim olur....”

 

İşte seçimin sonucunu belirleyen oy kütlesi tam da bu ablanın olduğu kütle olduğu için Ak Parti şokta ve durumu anlayamıyor.

 

Kalan son ablanın da söylediklerini olduğu gibi naklen aktarıyorum:

 

“Oyların hepsini çaldılar, bütün oyları çaldılar yoksa hayatta CHP kazanamazdı ama suç bizim millette. Bu millet nankör nankör, ne çabuk unuttular yapılan hizmetleri, iyilikleri. Geçmişe dönmek istiyorlar herhalde. Asla dönmez Türkiye geçmişe. Erdogan Erdogan Erdogan…”

 

İşte seçimi Erdogan’a asıl kaybettiren kitle ise bu ablanın olduğu kitledir.

 

Zira Dilipak’ın deyimiyle Ak Parti içindeki AKP’liler aslında Ak Parti’yi tamamen AKP’leştirdiler. İşte Erdoğan tam da bu yüzden her iki elinden de oluyor. Binali Yıldırım’a ise seçim akşamı yaptırılan açıklama belki de yüz yıl sonra içerideki alkolikler üzerinden tezgahlanmış bir komplo olarak okunacaktır.

 

Oyların çalındığını düşünen abla ve bunu iddia eden AKP üst yönetim, geçmişte bakanlarının ve anayasa hukukçusu vekillerinin, “Polis bizde, medya bizde, asker bizde vs…” türünden açıklamalar yapmış ve bol keseden konuşmuşken, bu gün oyların hangi güç tarafından çalınabilmiş olacağını kime inandırabilirler…

 

İşte Ak Parti’ye kızgın olan ablayı buna inandıramıyorlar. Dolayısıyla oyların çılındığını söyleyen diğer abla ise şafağını bonzai tv’den Erkan Tan ile sökündürüyor ve akşamına ise videosu patlıyor Erkan Tan’ın, provokatif, ayrıştırıcı, bölücü bir dil kullanarak maaşını devşirdiğini ballandıra ballandıra nasıl anlattığı videosu.

 

Yine seçimlerden iki hafta önce elbette hem başka mevzuları, hem de seçime giden vatandaşın psikolojisini naçizane ölçmüş olmak için işlerinde ehil iki psikyatr hoca ile randevulaştım. Biri Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi Psikiyatrist Ayhan Akcan ki soysal demokrat ve seküler bir cenaha hizmet vermektedir ağırlıkta, öteki ise Prof. Dr. Sefa Saygılı. Saygılı hoca da Yeni Akit gazetesi köşe yazarıdır aynı zamanda ve o da Fatih’te ağırlıkta dindar bir çevreye tıpkı Akcan gibi kendi muayenanesinde hizmet vermektedir.

 

İkisinin de kaygısı neredeyse aynı ve ikisi de neredeyse aynı kelime ve cümlelerle, Türkiye’de sosyolojik kütlenin neredeyse tamamının depresyonda olduğunu hatta Saygılı işe bir de refleksifliği ekleyerek, ciddi bir tehlikeye dikkat çekmişti.

 

Kaybedilen şey, Erdoğan ve Türkiye açısından bakıldığında kalandan çok ama çok fazla. Erdoğan açısından kendi taraftarlarının gözünde bile kaybedilmiş bir İstanbul ve Ankara’ya rağmen aynı ses tonajıyla aynı heybetle durumu kotarmanın olanağı pek kalmamıştır.

  

Bu yakada durum böyle iken, CHP ve bilimum muhalefet İstanbul’da bu tablonun çıkacağını tahmin dahi edememiştir kimse kimseyi kandırmasın. Bir ihtimaldi ve çıkan ihtimal o bir ihtimal değildi.

 

Ancak İmamoğlu bu işe inanan tek kişi olmuştur. Öyle çalışmıştır ve sonucu o yaratmıştır. Elbette İmamoğlu Türkiye’nin kapısından içeri adımını atmış bir yeniliğin sadece göstergesidir.

 

Pence ve Pompeo’nun aynı tonda ve toplamda Türkiye artık bir seçim yapmak zorundadır, ya herro ya merro, demesi, YSK’nın birden gözleri kapalı halde terazi tutan adalet tanrıçasına dönmüş olması, AA’nın veri akışını saatlerce durdurması, işte tamamının birbiriyle doğrudan bağı söz konusudur.

 

Erdoğan’ın eli kolu bağlıdır

 

Erdoğan durumu ilk geceden okuyan tek Ak Partilidir. İstanbul’dan gece yarısı Ankara’ya geçip, geçmeden de balkonda mutlaka konuşma yapacağını belirtmiş olması, üstüne de sadece eşiyle birlikte balkonda kalakalmış olması veya tercih etmesi, sonrasında da sadece sinirlerinin harap olduğu yerlerden bir iki mermiyle ayağına sıkması dışında hiçbir açıklama yapmaması, buna işarettir.

 

Durumu okuyan birkaç kişi daha da vardır elbet kabinede. Süleyman Soylu, Berat Albayrak ve daha düşük profildeki birkaç bakan ve genel başkan yardımcısı da durumu Erdoğan’ın sükut haliyle birlikte anlamışlardır. Onların ortalarda hiç gözükmeyişi de buna işarettir.

 

Koca Ak Parti böyle bir mevzuyu önce İstanbul İl Başkanı’na hibe etmiş, daha sonra ise kendilerini ekranlarda yeni görmüş olduğumuz bir genel başkan yardımcısına görev edindirmiştir. Durum tam da atı alanın Üsküdar’ı bir türlü geçemediği noktadadır.

 

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en derin siyasal krizine girmiştir

 

Sonuç olarak, seçenekler arasında Erdoğan ve yakınındakiler açısından en sağlıklı olan seçimin tekrar edilmesidir. Bu daha çok Erdoğan’ın yakınındakilerin ısrarıdır.

 

Erdoğan artık bütün bu iskelete güvenini yitirmiştir ve dolayısıyla da hepsinin boynu altında kalsın diyecek noktadadır. Ama bunun önünde çok ama çok ciddi bir engel vardır ve onun elleri bir yerden daha bağlıdır. Çünkü Türkiye’nin ‘beka’ sorunu vardır.

 

Peki ne yapılır bu noktada; ya “Evet arkadaş aldınız ama vermiyoruz” denecektir ki bu artık mızrağın da iğnenin de çuvala sığmayacağı şey olmuştur ve de bu Ak Parti’nin kendi tabanı nezdinde intiharı olur.

 

İşte bunun yanında aslında Ak Parti açısından bir başka yol da söz konusudur o da anlaşmaktır. Yani Amerika ile anlaşmak yani Kemalistlerle anlaşmak yani anlaşmak oğlu anlaşmak. Yani tam olarak Erdoğan’ın beka dediği şeyi kendi elleriyle masada pazarlığa açmak anlaşması. Yani Erdoğan da bunu yapacak en son kişidir.

 

Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti devleti evet ciddi ve kökünü, temelini sarsan bir siyasal krizle, bir varlık ve yokluk durumuyla boğuşma evresine geçiş yapmıştır. Bu kriz hem yapısaldır, hem tarihseldir hem sosyolojiktir.

 

Yapısaldır çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluş anından itibaren varlığının garantisini yokluklar, yani yok etmeler yani yok saymalar üzerine inşa etmiştir ve bu hiçbir zaman değişmemiştir.

 

Ancak bu yok etmeler arasında Kürtleri yok etmeyi becerememiştir ve edemeyeceğini artık anlamıştır. Kürtler özellikle Rojava ve Güneyde azrailleri gibi gelmeye başlamıştır, Bakur’da ise göründüğü gibi sistemin şalterini indirme kapasitesine ulaşmışlardır.

 

Dolayısıyla artık bambaşka bir dünya ve yerdeyiz. Dünya, nüfusu giderekk 50 milyona yaklaşan bir kitleyi bir ‘devlet’ ile sınarlamak varken, onları büyük stratejilerinin sorunlu kara deliği olarak güçlenmelerine elbette ki razı olmayacaktır.

 

Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısal sorunu çökme haline geçmiştir. Ekonomiktir bunu hiç anlatmamalı belki zira millet dedikleri sonra zillet dedikleri durum, mutfağındaki tencereye sogan patates tanzim edemez hale gelmiştir. Sosyolojiktir çünkü dünyanın en çok antidepresan kullanan toplumu burasıdır ve psikiyatrların kaygılı gözleri ile psikanalizci dostumun çerçevesi buradan asıl çöküntünün önlenemez mesafeye eriştiğini gösteriyor.

 

Tarihe İmamoğlu vakası olarak belki işlenecek özetin tam metni budur.

 

Türkiye Kürtleri lidersizlikle yeniden kaybetmenin yoluna girmiştir

 

Hal böyle iken Türkiye Kürtleri aslında 5 kilo çekirdek alıp balkona kilimi serip temaşa etmeleri gereken en haz alıcı pozisyonda olmalarına rağmen, kolektif önderlik ve öncülük kozundan yoksundurlar ve yetmiyormuş gibi sırtlarında da giderek bir taziye evine dönen açlık grevleriyle buradan, bundan sonrası için de evet sonuç belirleyen olma avantajını yitirmişlerdir.

 

Mevzu seçimlerde belirleyen olmak değil elbet, dem vurulan statü, vatandaş olmanın eşit hakları, yani eşbaşkanlık sisteminin sadece kendi binalarında değil, Ankara’daki gri binalarda da işlerliğe girmesi belirleyiciğini akıl dahi edememişlerdir.

 

Yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin başına kim gelirse gelsin, hangi parti gelirse gelsin, Kürtlere, alevilere, ermenilere,fakirlere, anarşistlere, gerçek solculara ve gerçek muhaliflere hiçbir zaman acımayacaktır ve onlar için özgürlük hiçbir zaman gelmeeyecektir.

 

HDP’nin de Bakur siyasetinin de Türkiyelileşme dumanından göremedikleri, unuttukları, akıl edemedikleri akıl tutulması işte budur. Ertuğrul Kürkçü ile, Sezai Temelli ve daha bilimum arka plan zevatının telkinleriyle kafası iyiden iyiye dumanlanan HDP çatısı altına tutulmuş değişiklerin kadersizliği ise, bu devletin bu sistemin demokratikleşebilme ihtimalidir.

 

Onlar aslında Türkiye Cumhuriyetinin demokratikleşebilme ihtimaline aşıktır ve gözleri bir gerçeği görmekten acizdir. O beklenti ki koca Erdoğan’ı dahi aldatan bir aşk olmuştur, vazgeçin. Ama vazgeçmeyecekler..

 

Zira İstanbul ve birçok başka ilde süren belirsizlik karşısında birbirinden alakasız açıklamalarla sürece tuz biber ekme pratikleri, Türkiye Cumhuriyeti devletinin içine yuvarlandığı siyasal krizden kendilerinin avantajlı çıkmalarını engellemiştir.

 

Türkiye vatandaşı Kürtler, kendilerine öncülük eden liderler, partiler, akademisyenler, dost-demokratları, kardeş halkları tarafından yeniden gözleri bağlanarak kör ebe oyununa kaldırılmışlardır. Oyunu bozma ihtimali olan iki liderleri de tutsak edilmiştir ve durum bundan ibarettir.

 

Demirtaş dışarı bir kuş çizimi göndererek kitlelerini organize etmiştir evet bu bir tespitten çok öte bir gerçek. Ancak aynı Demirtaş’tan, onlar birbirlerine bunca girmişken, açlık gerevlerini bitirmek, olabildiğince sıcak ve hararetli siyasi bölgelerde konularda zaman tüketmeden adeta yaylaya gidip keyif çatma, Kürt halayını şu kısa sürecin en karlı şeyi olarak tarif edip, Kürtleri olabildiğince serin tepelere çekmesini bekleyemeyiz tabiki de. Zira Demirtaş cezaevine Ankara’dan götürülmüştür ve kendisi de cezaevinden Ankara’ya dönecektir.

 

Yapması gerekenin ise Mahabad, Suleymaniye, Hewlêr, Kobanî, Haseke ve daha sonra da Kars, Dersim, Adıyaman, Antep, Şırnak, ama en son Diyarbakır Van ve Batman seferi olduğunu asla ve asla akıl edemeyecektir. Yani Tahir Elçi’in cenazesi başında söylediği o cümlenin ayakları ve elleri olmak Demirtaş’ın aklının bir yerinde varsa da, Ankara’da kalmıştır.

 

Hal böyle iken, gazeteci, okur yazar, yarı aydın, rewşenbir, aydın, entelektüel hatta ve hatta kendilerince kürt olarak dahi görmedikleri bizlerin uyarılarını da, evet sert eleştirilerini de kısacası hiçbir değere nail görmeyecek ve elbette ki dikkate almayacaklardır. Akıllarının yetebileceği en yüksek kademeli cümle olarak bizleri ‘Barzani’nin köpekliği’ni yapmak ile suçlayabilirler ve bu da bizi kendi yaramızdan dolayı değil, onların yarasına hançer ekileceği için acıtır yaralar.

 

AKP’ye ayrılan 20 yıllık reklam arasının sonuna gelinmiştir

 

Bu yakada durum bu iken, öteki yakaya da bir nevi erken uyarı, bir nevi bilgilendirme bir nevi üzerimize düşeni yapmak gibi bir zorunluluğumuz var. Malumunuz devletleşme bağımsızlık gibi mevzular, onun dışında nereden bakarsanız bakın, Güney’deki yönetimimiz ve toplumumuz, Türkiye ile iş yapmak, türkiye ile iyi geçinmek zorundadır. Zira toplumlarının yarısı buradadır.

 

Dünyaya açılan kapılar vs konularını hiç girmeyelim. Ancak bu ilişki buradaki Kürtleri yaralamayacak, türkleri de kıllandırmayacak bir ustalıkla yapılmalıdır. Biz burada güney medyasına çalışan bir avuç insan olarak sizin ilişkilenme biçiminiz üzerinden buradaki Kürtler tarafından hadsizce ve saygısızca, ve üstelik üzerine tükürülmez suratlarca MİT ajanı olmakla, MİT kanalı olmakla, ve daha ağır ağır itham ve söylemlerle aşağılanmalara maruz kalmak zorunda değiliz.

 

Mevzu elbette ki bizim neyle karşılaştığımız falan değil, siz bu güne kadar gelen ve giden iktidarlarla kurduğunuz ilişkilerin, o iktidarlar değiştiğinde ya da başka durumlar geliştiğinde bittiğini, sonlandığını ya da size ateş topu olarak geri döndüğünü defalarca deneyimlediğinize göre, şimdi az uyanık olmak zorundasınız.

 

Türkiye Cumhuriyet’ninin kimde olacağı tartşımasında AKP’ye verilen 20 yıllık reklam arası sona ermiştir. Mevzu budur. Birilerine bu ihale verilecektir. Sistemin iki bileşeni sekülerler ile dindarlarlar birleştirilerek mi olur, merkez sağdan yeni bir parti AKP bölünerek örgütlendirilerek mi olur ya da nasıl olursa olsun, sizin kendinizi Türkiye ile olan ilişkilerinizde, ekonomik, sisayal, diplomatik ve kültürel, yeni bir duruma, bir yeniliğe hazırlamanız şarttır.

 

Gafil avlanırsanız, 10 yıl sonra olacağımız nokta bu günkünden zerre uzak olmayacaktır. Üstelik, her türlü ritim ve düzeyde yapılacak pazarlıkta eliniz güçlüdür, özgüveniniz yüksektedir ve masada yerleşik olacak olan ilişkinin şeklini sizin verme avantajınız vardır.

 

 Türklerin bir devleti var ve neresinden baksanız yıkılıyor. Erdoğan’ın beka dediği şey budur. Oysa siz adım adım, her türlü musibet ve küresel dalgaya rağmen ayaklarınız üzerinde dimdik durarak bağımısızlığa gidiyorsunuz. Yani Türklerin kendilerine atayayackları ya da onlara atanacak olan yeni aktör, ikon, yönetci parti ve taraflardan hiçbirini zerre kadar geri adım atacak şekilde muhtaç değilsiniz, mecbur değilsiniz.

 

Bari bu kez Irak Kürtleri’nin yani yarı devlet parçamızın, kardeşlerimizin Türkiye ile bundan sonrası için kuracakları yeni dirsek teması zemininden haberdar olmaları ve kuzeylilerin düştüğü hatanın bir başka benzerine onların da düşmemesi için uyanık olmaları ve uyarılmaları elzem olmuştur.

 

Sözün özü, ne mi olacak? Ne olduğu yüz yıl sonra da tam olarak anlaşılmayacak gizemli bir vuku-u vakaat…

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli