Bir imparatorluğun cesedinin yeninden dizayn edilmesinin üzerinden yüzyıl geçmesine rağmen, Kürtler’in aldığı yara hâlâ yepyeni.
Kürtler, “hasta bir adam”ın savaş sonrası mirasından mahrum edenin sadece Sykes-Picot anlaşması olmadığından, devlet olmanın önündeki en büyük engelin kendi içinde parçalanmışlık olduğundan habersiz.
Kürtler, Sykes-Picot’yu şikayet ederek Sevr için ağıtlar yakıyor. Bu Şiiler’in, vefalı dostları tarafından yalnız bırakılan Hz. Hüseyin’in ölümü için yaktıkları ağıtlara benziyor.
Sykes-Picot, Sevr ve Lozan’dan 400 yıl önce, Osmanlı Sultanı ve Safevi (Fars) padişahının atlıları tarafından içeride parçalandı.
Ancak Kürtler bir asır sonra ayak altına alınan haklarını ve haritaların yeninden çizilmesini talep ediyor.
Akademisyenlerle emekli siyasetçiler, unutulmuş bir milletin devletten mahrum edilmesi sonucu bölgenin savaş ve istikrarsızlığa mahkum olduğu gerçeğini dile getiriyor. Ancak bu haritayı bozararak yeniden çizmek isteyen hiçbir diplomat yok.
Fransız ve İngiliz iki diplomat ykes ve Pichot), “hasta adam”ın cesedini parçalayıp, Batı’nın çıkarları doğrultusunda haritayı çöllerde çizdiler.
Yüzyıldan sonra İngiliz tarihçi James Bar, “Kumun Üzerine Sınır Çizmek” adlı son kitabında, “Sykes-Picot sadece savaşa yol açan bir barışı inşa etti. Haritalar bölgeye asla barışın gelmeyeceği şekilde çizildi” diyor.
Asıl soru şu: Bu haritaları yeniden kim çizecek ve kum üzerindeki haritaları kim silecek?
Bu kez yeni bir Sykes-Picot’u, Paris Barış Kongresi’ni, Sevr’i ve Lozan’ı beklemeyin. Haritaları değiştiren şey, buradaki aktörlerin iradesinde saklıdır.
Güneşin Batı’dan doğmasını beklemeyin. Wilson Prensipleri’nin 12’nci maddesi ile Sevr Anlaşması’nın 62’nci ve 64’üncü maddeleri Kürt devleti için bir umut ışığı sağlayabilirdi. Ancak Lozan’da devlet hayalini suya düşüren, Kürtler’in kimlik ve milli bir proje için diğerlerine karşı hazır olmayışıydı.
Türk General Mustafa Kemal Paşa, hilafet ve İslam aleminin can çekiştiği sırada, padişahlık kavuğunu atarak yüzünü Batı’ya döndü. Avrupa şapkalı nesillerin liderliğini yapan Kemal Paşa, Türkler için bir kimlik oluşturarak, Sevr ve barış sözleşmelerini toprağa gömdü, haritaları yeniden çizdirmeyi başardı.
O arkasında, hâlâ Sykes-Picot Anlaşması’nın temel aktörlerinden olan bir ülke bıraktı.
Mekke’nin ve Haşimiler’in lideri olan Şerif Hüseyin, kum sınırlar içerisinde, Osmanlı İmparatorluğu ve Arap halifelerin mirasından bir krallık elde etti. Arap kimliği peşinde koşan nesillerin babası olan Şerif Hüseyin, yüzyıl sonra dahi Sykes-Picot haritasının yeniden çizilmesi durumunda başrolde kalacak.
Yüzyıl önce Kürtlük kimliği içinde kaybolan ve temelde Osmanlı ile İslam kimliklerinin yanısıra Hendan, Süleymaniyeli Baban aşiretinden gelen General Şerif Paşa, arkadaşı olan Atatürk’ün Sevr’i sonlandırarak bir devlet çerçevesinde Türkler’in şerefini koruduğundan habersizdi.
Mekke’nin şerifinin de bir krallık elde ettiğinden habersiz olan Şerif Paşa, bir mektupla Sevr’in ve Lozan’ın kapılarını çaldı ancak o kapılar hiçbir zaman açılmadı.
Nesline liderlik yapamayan ve milli bir kimlik veremeyen emekli general, öldükten sonra cenazesinin yakılarak denize atılmasını vasiyet etti. Çünkü o dönemde cenazesini kucaklayacak Kürt devleti olmadığı gibi ve gelecekte olması sadece bir ihtimaldi.
Bir baba arayan Kürtler’in, küsmüş nesilleri kucaklayacak, düşman haline gelen kardeşleri barıştıracak, milleti yeniden toparlayacak bir lidere ihtiyacı var.
Bölgenin alevler içinde yandığı bu dönemde kendisine devlet armağan edilmesini beklemeden, devlet kuran bu lider, diğerlerini beklemeden şöyle demeli:
“Ben varım, o zaman ben devletim! Yüzyıldan sonra olması gereken ve başka hiçbir şey değil!”
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın