Güney Kürdistan ve Türkiye: İki Farklı Uygarlığın Yansımaları

Bu yazımda, Kürdistan Bölgesel Hükümeti İngiltere Temsilciliği’nin 2009 yılında Güney Kürdistan’daki dini ve etnik azınlıklarla ilgili hazırladığı rapora değinmek istiyorum.

 

Rapor, Güney Kürdistan’ın genel azınlık politikası, mültecilerin konumu, Orta Doğu’da zulme uğrayan Hristiyanlara sunulan destek, Hristiyanların siyasi temsili, Irak rejiminin yıktığı kilise ve Hristiyan köylerinin yeniden inşası, eğitim ve medya kurumlarında ve Kürdistan anayasasında azınlıklar, Irak’taki Hristiyanlara özerklik verilmesi meselesi, Musul’daki Hristiyanların durumu gibi hayati konulara açıklık getiriyor.

 

Tüm bu başlıkların irdelenmesi gerekiyor. Ama ben ilk olarak eğitim ve medya alanlarında azınlıkların durumundan bahsetmek istiyorum. Daha yeni kurulan Güney Kürdistan hükümeti ile 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti arasındaki devasa farklar görülsün, hatta gözümüze girsin diye.

 

Raporun eğitim ve medyadaki azınlıklar alt başlığının girişi şu şekilde:

 

“Kürdistan Bölgesel Hükümeti, bütün milliyetlerin ana dillerini öğrenme ve kendi dillerinde eğitim alma hakkına inanmaktadır ve 2003’te Irak’ın özgürleşmesinden yıllar önce bu ilkeyi hayata geçirmiştir.

 

Irak’taki Kürtler 1992’de kendilerini yönetme özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz, Kürdistan Bölgesel Hükümeti Eğitim Bakanlığı, anayasasının 4 numaralı kanununun 4. maddesini yürürlüğe koyarak, Kürdistan Bölgesi’ndeki azınlıkların ilkokullarında ana dilde eğitim alma hakkını tanıdı. İlk Süryani ve Ermeni ilkokulları bir yıl sonra, Mart 1993’te Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin fonlarıyla açıldı. Bugün Erbil ve Dohuk’ta yaklaşık 7 bin öğrencinin eğitim aldığı 62 tane Süryani ve Ermeni ilkokul ve ortaokul var.

 

1997-1998’de ise Eğitim bakanlığı Süryani ortaokullar için planlamalar yapmaya başladı ve bugün Erbil ve Dohuk’ta en az 10 adet Süryani ortaokul var. Dohuk Üniversitesi’nde Süryani dili bölümünün açılması için girişimler sürüyor.

 

Ayrıca, Irak’ın Kürdistan hariç diğer parçalarında Süryanice, Türkmence ve Ermenice eğitim veren başka devlet okulu yok.”

 

2006 yılında Danimarka’daki Roskilde Üniversitesi’nden Profesör Tove Skutnabb-Kangas ve Finlandiya’daki Abo Akademi Üniversitesi’nden Profesör Desmond Fernandes, Kürdistan Bölgesi’ni ziyaret etmiş ve yazdıkları makalede şu ifadelere yer vermişti:  “Azınlıkların (Türkmenler, Süryaniler vb.) kendi dillerinde eğitim aldıkları okulları mevcut. 2006 yılında Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin o zamanki Eğitim Bakanı AbdulAziz Taib, dünyadaki her çocuğun ana dilinde eğitim hakkına sahip olduğunu söylemişti. Bu yüzden, Güney Kürdistan’da hem Kürt hem azınlık çocuklarının temel dil haklarına saygı duyuluyor.”

 

Söz konusu makale, Güney Kürdistan’ın ana dil politikasını 5 madde ile açıklıyor:

 

Azınlıkların ana dilleri kabul ediliyor ve saygı görüyor.

 

Azınlıkların ana dilleri aynı zamanda eğitim dilleri olduğu için, ana dillerini tam olarak öğreniyorlar.

 

Dillerini değiştirmeye zorlanmıyorlar.

 

Resmi bir dili de öğreniyorlar.

 

Eğitimden yararlanabiliyorlar.

 

Skutnabb-Kangas ve Fernandes yazdıkları makalede, ana dilde eğitim veren okullar inşa etmenin yanı sıra, Kürdistan Eğitim Bakanlığı’nın Süryani, Türkmen ve Arapça eğitim alanlar için bakanlık bünyesinde bölümler kurduğunu ve genel müdürler görevlendirdiğini de belirtiyor: “Süryani, Türkmen ve Arap çocuklar bu dilerde eğitim alıyorlar. Kürtçe ve İngilizceyi ikinci/yabancı dil olarak öğreniyorlar. Bu azınlıkları temsil eden bölümler ve her bölümün kendi genel müdürleri var.”

 

“Süryani, Ermeni, Keldani, Türkmen ve Arap dilleri, ana dil olarak öğretiliyor. Bu diller ayrıca, isteyenler için seçmeli ders olarak da sunuluyor ve İngilizce (Kürt olmayanlar için de Kürtçe) ikinci/yabancı dil ve zorunlu ders olarak okutuluyor.”

 

“Kürdistan Bölgesi’nin başkenti Erbil, aynı zamanda en büyük Süryani medyasının da merkezi. Ishtar TV, 2005’te kuruldu ve Erbil’de büyük bir Hristiyan kasabası olan Ainkawa’dan yayın yapıyor.  Önde gelen Kürt uydu kanallarından Kürdistan TV, haftalık 1 saatlik Süryanice bir program yayınlıyor. Quyamn ve Bet Nahren gazeteleri ve Ainkawa dergisi gibi Erbil’de çıkan çok sayıda Süryanice yayın da mevcut.  Ayrıca Ainkawa Kültür Merkezi’nde Rafiq Nuri Hanna’nın yönettiği ve Süryani ve Keldani kültürünü geliştirmeyi amaçlayan küçük bir sanat enstitüsü de var.”

 

Bu rapor 2009’da yazılmıştı, yani o günden bugüne azınlıkların hak ve imkânların daha da geliştiğini tahmin edebiliriz.

 

Şimdi bir an durup bu çok dilli, çok kültürlü, demokratik sistemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dil ve kültür mezarlığıyla karşılaştıralım. Bunun için de öncelikle, UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün) “Tehlike Altındaki Dünya Diller Atlası”na bakalım.

 

Bu atlasa göre, Türkiye denen coğrafyadaki soyu tükenmiş yani ölü diller şunlar: Kapadokya Rumcası, Mlahso ve Ubıhça.

 

Savunmasız diller ise Abhazca, Adıǵabze (Batı Çerkesçesi), Kabardeyce (Doğu Çerkesçesi) ve bir Kürt lehçesi, Zazaki.

 

Tehlike altında yani yok olmak üzere olan dillerin listesi ise oldukça uzun: Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Rumcası, Romani, Suret, Batı Ermenicesi, Gagavuzca, Ladino (Yahudi İspanyolcası), Turoyo ve Hertevince.

 

Yani ölen ya da ölmek üzere olan toplam 18 dil…

 

Bir dili öldürmek,  bir uygarlığı öldürmektir; kültürel soykırımdır. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti, 90 yıldır bu alanın uzmanı olmuş durumda.

 

Aslında yok olmak üzere olan bu dil ve kültürlerin yasalarla güvence alınması gerekirdi. Bu dilleri geliştirmek için hemen enstitüler, okullar ve eğitim merkezleri açılması gerekirdi. Ve her şeyden önce, bu dilleri konuşan insanların yaşam hakkına saygı durulması, yani öldürülmemeleri gerekirdi.

 

Ama bunları gerçekleştirmek için etik yani ahlak gerekir. Maalesef ahlak dediğimiz şey de kültürden kültüre değişiklik gösteriyor. Kimisi dil yasaklıyor; kimisi ise diller gelişsin diye tüm imkânları seferber ediyor.

 

Osmanlı-Türk zihniyeti, Anadolu’nun yerli halklarına saygı göstermeyi bir türlü başaramadı. Osmanlı zamanında zimmî olarak - yani can ve mal güvenliği ödediği cizye vergisine bağlı olan ikinci sınıf vatandaş olarak - aşağılanan gayrimüslimler, Türkiye devletinde ise sistematik bir fiziksel ve kültürel soykırıma tabii tutuldular.

 

Anadolu’nun yerli halkları adeta yok edildi. Bugün Türkiye’nin Hristiyan nüfusu, Suriye, Irak ve hatta İran’daki Hristiyan nüfustan bile daha düşük. Nereye gitti bu insanlar? Vahşice öldürüldüler ya da topraklarından kovuldular.

 

Bu soykırımlardan sadece gayrimüslimler değil;  nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ama tek suçu Türk olmamak olan Kürtler de nasibini aldı. T.C. yönetimi altında 90 yıldır Kürtler, kendi coğrafyalarında annelerinin dilini konuşabilme mücadelesi veriyor.

 

Çiçeği burnunda Güney Kürdistan yönetimi ve 700 yıllık devlet geleneği ile övünen Türk-Osmanlı zihniyeti arasındaki devasa farkı görüyorsunuz, değil mi?

 

Tüm bu tarihsel gerçekler yüzümüzü nereye dönmemiz gerektiğini de bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor, değil mi? Ankara’ya değil; Erbil’e!

 

Diyarbakır, Kobani, Mahabad ve bütün Kürdistan’ın yüzünü dönmesi gereken yer Erbil’dir. Bu sadece Kürtlerin milli çıkarları için değil, yok olmaya yüz tutmuş bütün Orta Doğu halklarının refahı ve güvenliği için de gerekli olandır.

 

Bülent Arınç, birkaç yıl önce “Kürtçe, medeniyet dili değildir” demişti. Mahkemelerde Kürtçe hala “anlaşılmaz”, “bilinmeyen dil” diye aşağılanıyor. Türk devlet yetkilileri için Kürtlere ve değerlerine hakaret etmek hobidir. Ama Güney Kürdistan Eğitim Bakanı “Her çocuğun ana dilde eğitim alma hakkı vardır” diyor.

 

Güneyli Kürtler bunu yeni değil, kendi kendilerini yönetme hakkına sahip oldukları ilk günden beri söylüyorlar. Aynı şeyi bir Türk yetkilisinin söyleyip uyguladığını hayal bile edemiyorsunuz, değil mi?

 

O zaman, aslında zararlı olan hayali bir hedef uğruna, mesela Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için zaman kaybetmektir.

 

Modelimiz,  Güney Kürdistan yönetimi olmalıdır. Sadece Kürtler için değil; Ermeniler, Süryaniler, Mandeanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Aleviler ve tüm mazlum halklar için.

 

Mazlumların gerçekten yanında olmak budur. Halkların kardeşliğini gerçekten savunmak budur.

 

Güney Kürdistan’daki kardeşlerini elinin tersiyle itip; 90 yıldır bütün ulusal değerlerini ayaklar altında çiğneyenlerden medet ummak, “halkların kardeşliğini savunmak” değildir; ulusal intihardır. Özgürlüğe değil, köleliğe gönüllü olmaktır.

 

Bu hafta kaybettiğim dedem Abdulkerim Acar'ın anısına…

 

ABD’de ikamet eden Kürt yazar ve insan hakları aktivisti Mustafa Acar, çeşitli sitelerde Kürdistan meselesi ile ilgili yazılar yazmaktadır.

 

(Yazılar,  yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)