Çift Taraflı Galibiyet: Türkiye-PKK Savaşı
Türkiye 2016 yılından bu yana sınırlarının ötesinde askeri varlığını büyütmek üzerine kurulu olan ve oldukça riskli bir siyaseti henüz fazla hasar almadan yürütmeye devam ediyor. Türk tarafı buna “pro-aktif güvenlik politikası” dese de çatışmaların boyutu ve Türkiye’ye uzun vadede ödetmesi muhtemel bedeller göz önüne alındığında kazın ayağının pek de öyle olmayabileceğini söylemek için birçok neden var.
Nitekim Ankara’nın tüm diplomatik varlıklarını silahların namlusuna endekslemiş olması İlhan Uzgel gibi derin düşünen akademisyenlerin de tartıştıkları bir konu. Bu noktada, Uzgel’in 15 Haziran’da Duvar’da çıkan “Mavi Vatan ve Türkiye'nin yeni güvenlik doktrini” başlıklı makalesinde dikkat çektiği risklerin önemini de vurgulamak isterim. Uzgel’in de işaret ettiği gibi, bu kadar yoğunlaşan askeri güç kullanımının Türkiye’ye uluslararası arenada yeni maliyetler doğurması çok uzak bir ihtimal değil.
Eskinin aksine Türkiye’nin askeri güç kullanımının sınır komşularını aşıp Afrika’ya kadar ulaşmış olması da Uzgel’in bahsettiği maliyetin boyutları hakkında fikir verebilir.
Türkiye’nin başat savaş ekürisi PKK’nin de benzer ama daha küçük ölçekli bir askeri doktrin dönüşümü yaşadığını söylemek mümkün. 2011’den önce savaşa hazır asker sayısı pek nadiren 5 bin kişiyi geçen PKK, Suriye krizinden elde ettikleriyle artık orta ölçekli devletlerin kontrol ettikleri ebatlarda bir orduya sahip.
Kuruluşundan bu yana ilk defa şehirlerde alan hakimiyeti elde eden örgütün hitap ettiği toplumsal tabanının beklentileri de aynı oranda artmış durumda. Hendek savaşlarında yaşadığı yenilgi ve Türkiye’nin Suriye’de Kürt kontrolünde olan bazı bölgeleri işgal etmesiyle beraber artık örgütün yeniden tanımlaması gereken bir “galibiyet imajı” var. Türkiye’nin kuzey Kürdistan’da askeri ve siyasi hakimiyetini neredeyse otorite boşluğu bırakmayacak kadar tahkim etmiş olması, Suriye’de ise ABD ve Rusya’nın alacakları kararların galibiyet ve yenilgi için tek belirleyici olmaları, PKK için Türkiye ile savaşın daha elverişli bir coğrafyaya kaydırılmasını zorunlu kılıyor. Bir başka deyişle, Türkiye ile Türkiye ya da Suriye sınırları içinde girişilecek bir savaşın PKK’nin zedelenmiş galibiyet imajını tamir etme olasılığı yok.
“Galibiyet imajı” bu haliyle sadece PKK için bir sorun değil. Türkiye’de ekonomi yüksek faizle borçlanarak dahi stabilize edilemeyecek bir yolda yokuş aşağı giderken iktidarın “terör kartını” yitirmiş olması Ankara için kabul edilebilir bir durum değil.
MetroPOLL adlı araştırma şirketinin yaptığı son anket çalışmalarında Türkiyeli seçmenin artık “terör” diye bir gündemi yok. Zira ekonominin gündemi iktidarın aleyhine işgal etmesinin yanı sıra Türkiye’de “terör” saldırısı da neredeyse hiç yaşanmıyor. Bunun mantıklı iki açıklaması var: Birincisi, Türkiye kuzey Kürdistan’da yürüttüğü güvenlik politikalarında oldukça başarılı ve yeni askeri düzen PKK’ye eylem alanı bırakmayacak kadar güçlü. PKK’nin hendek savaşlarında yaşadığı yenilgi ve Kürt siyasetinin maruz kaldığı topyekün baskılar milliyetçi Türk seçmeni rahatsız edecek boyutlarda toplumsal hareketlenmelerin de ortaya çıkmasını engelliyor.
İkinci açıklama ise Türkiye-PKK savaşının merkezinin kaydığı ve artık Türkiye sınırları içinde yapılacak çatışmaların askeri olarak verimli yatırımlar olarak görülmediği. İkinci açıklamayı kesin olarak kabul etmek için henüz erken ama eldeki veriler bu yönde bir akış olduğunu söylemek için yeterli.
Türkiye için hal böyle olunca savaş ekürisi olan PKK gibi Ankara’nın da yeni galibiyet imajlarına ihtiyacı var. Nitekim Suriye’de ve Libya’da “Araplara” karşı kazanılmış zaferler Türk toplumunun Kürt ve Sevr sendromlarını kaşımadıkları için AKP’nin temenni ettiği seçmen konsolidasyonunu sağlayamıyorlar. Irak Kürdistan’ında olacak operasyonlar ise bugünkü milliyetçi Türk hükümetinin tabanını hareketlendirecek kadar aksiyon dolu girişimler. PKK’nin de bu savaşa kendi galibiyet imajı ihtiyacıyla dünden razı olması işi sadece daha da kolaylaştırıyor.
Peki, Irak Kürdistan’ındaki savaş nasıl iki tarafa birden “galibiyet imajı” kazandırabiliyor? Bu sorunun cevabı aslında coğrafi koşullarla ilgili. Suriye-Irak-Türkiye üçgeninden başlayarak Süleymaniye’nin güney doğusuna, oradan batı İran’ın içlerine kadar uzanan bölge dünyanın en engebeli dağlık arazilerinden biri. Bu coğrafi özellikleri nedeniyle de bu bölgede savaş kazanmak da kaybetmek de mümkün değil. Engebelerinden ötürü haritada kapladığından onlarca kat daha büyük bir alana sahip olan bu arazide isteyen herkese yetecek kadar ikmal hatları, konuşlanacak stratejik noktalar ve üç ülke arasında kesintisiz mobilite sağlayan yollar var.
Modern dönem Kürt sözlü edebiyatında bu bölge için Kürtlerin sığınağı denmesi de tesadüf değil, o çok ünlü “Kürtlerin tek dostları dağlardır” sözünün bu bölge için söylenmiş olması da. Hatta kimyasal silah kullanımına varacak kadar topyekün bir savaşa girişmiş Irak ordusunun bu bölgede hiçbir zaman hakimiyet sağlayamaması da. Her ne kadar artık hiçbir savaşın mutlak bir galibi olmasa da, Kürdistan’ın bu zorlu arazisinde herkese yetecek kadar “galibiyet” var.
Yaşanan savaşın her iki tarafın tabanlarına ve muhataplarına ilan etmeyi arzuladıkları galibiyet imajının yanı sıra bir de çift başlı bir stratejik boyutu var. Çatışmaların yaşandığı bölgelerde şu ana kadar elliden fazla köy boşaltıldı. Boşaltılan köy sayısının ise çok daha artması bekleniyor. Askeri kayıplar vererek hiç planlamadığı bir şekilde bu savaşın bir tarafı olmamaya uğraşan Kürdistan Hükümeti boşaltılan bu bölgelerden askeri olarak da çekilmeye mecbur kalıyor.
Kürdistan pêşmergelerinin çekildiği bu bölgelere PKK gruplar halinde konuşlanıyor, bir kısmına ise Türk komandoları şimdilik geçici gibi görünen ama kalıcı olmaları muhtemel üsler kuruyorlar. Her iki savaş ekürisi çok az yatırım yaptıkları bir savaştan stratejik kazanımlarla çıkıyorlar.
Ünlü askeri analist Carl von Clausewitz literatüründe geçen “savaşın sis bulutları” (the fog of war) henüz dağılmadığı için Türkiye ve PKK arasındaki merkezi kaymış savaşın her iki tarafın stratejik ve imaj kaygılı emellerine ne kadar yarayacağını bilmiyoruz. İddialar Türkiye’nin tarihsel Musul vilayetini ilhak etmeyi amaçladığı gibi uçuk komplo teorilerine ya da PKK’nin güney Kürdistan’da şehirleri kontrol ettiği/edeceği noktasına kadar uzansa da, bunları tartışmak için hem erken hem de henüz elde bu minvalde hiçbir veri yok. Bildiklerimiz her iki tarafın da bu savaşı istedikleri ve şu an için tek kaybedenin Irak Kürdistan Bölgesi ve Kürdistanlı siviller olduğu.