Nasrallah’ın ölümü

Nasrallah, İran güdümündeki Lübnan Hizbullahı’nın 30 yıllık karizmatik lideriydi.

İsrail, 27 Eylül’de Beyrut’a düzenlediği hava saldırısında Hizbullah’ın karargahını vurduğunu ve Nasrallah’ın artık dünyayı terörize edemeyeceğini duyurdu.

Haberin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı yaklaşık iki gün tartışıldı. Nihayet Hizbullah örgütü Nasrallah’ın öldürüldüğünü doğruladı.

Oysa İsrail’in açıklamasından sonra gerek Hizbullah gerekse de İran kaynakları, gerçeğe aykırı bir şekilde Nasrallah’ın hayatta olduğunu duyurmuştu.

Nasrallah’ın öldürüldüğü duyulunca, birkaç gün önce Al Arabiya televizyonuna konuşan Şii din adamının sözleri gündem oldu. Televizyonda konuşan kişi Nasrallah’a seslenerek “Vasiyetini yaz. İran seni ve grubunu sattı. Başına karşılık İran’ın ne anlaşma yaptığını bilsen her şey tersine döner. Sana Kudüs’ü gösterenler seni sattı.” ifadelerini kullanıyordu.

İran’ın oyun içinde oyun kuran bir ülke olduğu biliniyor. Yemen, Bahreyn, Suriye, Irak ve Lübnan’dan Afrika’ya kadar kollarını uzatıyor, vekil örgütler aracılığıyla siyasal denklemi şekillendiriyor.

Filistin’in İntiharı başlıklı yazımda dikkat çektiğim üzere Hamas’ın büyük bir savaşın fitilini ateşlediği 7 Ekim saldırısı da İran’ın Arap-İsrail barışına karşı Hamas’a kamikaze saldırısı yaptırdığını düşündürüyordu.

Tüm devletler için olduğu gibi, İran için de esas olan kendi güvenliği ve hegemonyasıdır. Bu nedenle gerek gördüğünde piyon olarak kullandığı örgütleri harcaması işten bile değildir. Hamas lideri İsmail Heniye’nin İran’da öldürülmüş olması da bu savı destekliyor.

Ortadoğu’da üç devletin yayılmacı politikaları bölgeyi zehirliyor. Bu ülkeler Rusya, İran ve Türkiye’dir. Geçmişte sosyalist hareketleri kullanan Rusya, günümüzde PMG Wagner gibi paramiliter örgütlerle her yere kollarını uzatıyor. İran’ın tüm bölgede kurduğu ve desteklediği İslami hareketler biliniyor. Türkiye de son 20 yılda İran’ı taklit ediyor. Bu durum bölgesel barışı imkansız kılıyor.

Bu üç bölgesel gücün yayılmacı politikaları nedeniyle Lübnan gibi dünyanın en kadim ve en güzel coğrafyalarından biri savaş karargahına dönüştürülebiliyor.

Yaşanan savaş ve yıkım, yayılmacı devletlerin ahtapot kollarının kesilmesiyle, bölgesel barış odaklı yeniden yapılanmaya kapı aralayacak mı göreceğiz.

İran güdümündeki Lübnan Hizbullahı'nın lideri Hasan Nasrallah'ın İsrail tarafından öldürülmesi, "İslami kesimi" ikiye böldü.

Bir kısmı yas tutarken, bir kısmı sevinç gösterileri düzenleyip tatlı dağıtıyor.

Lübnan Hizbullahı'nın Suriye iç savaşında rejimin yanında savaşa girmesi, bin yıldır süren Sünni-Şii (Arap-İran) fayını iyice derinleştirmiş, ortak düşmanlarına rağmen dinci örgütlerin aralarındaki düşmanlığı körüklemişti.

Altını çizmekte yarar var; siyasi hareketlerin taraf tercihleri inanç ve ideolojilerinden bağımsız, siyasi çıkar temelinde gerçekleşir. Doğu-Batı, Müslüman-Kafir, Sağcı-Solcu ayırımları sadece kitleleri ayartma araçlarıdır.

Öyle olmasa Azerbaycan-Ermenistan savaşında, İsrail müslüman Azerbaycan’ı desteklerken, İslami İran Hristyan Ermenistan’ı destekler miydi!

Tüm bunlar bir yana, çalkalanan Ortadoğu’nun en önemli krizi ise Kürdistan davasıdır.

İran’ın yeni cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, iki gün önce BM Genel Kurul toplantısı için bulunduğu Amerika’da yaptığı açıklamada İran’ın birliğini sağlayamaması ve olayların yaşanması durumunda Kürdistan’ın kendi başına devlet olacağını, bunun önünün alınması gerektiğini söyledi.

Dünyanın en kalabalık devletsiz uluslarından olan Kürtlerin bu durumu tabii ki sürdürülemez.

Kürtler ne Sünni-Şii, ne Arap-İsrail, ne Türk-İran ne de Doğu-Batı savaşının tarafıdır.

Kürtler kendi egemenliklerini tanıyan herkesle mütekabiliyet çerçevesinde görüşür, ittifak kurar, çözüm arayışının bir parçası olur.

Halihazırda Kürdistan'da işgalci olduklarından, Kürtler bölgesel devletlerle çıkar çatışması yaşamakta, küresel devletlerin varlığıyla nefes almaktadır.

Zaman, Kürt siyasi hareketlerinin gaflet ve rehavete kapılacağı zaman değil.

Dini ve ideolojik fantezilerle Kürtlerin enerjisi dağıtılamaz.

Bölgesel denklem yeniden kurulurken, Kürtler parti ayrılıkları, iç düşmanlık ve çekişmelerle oyalanamaz.

Yeni yüzyılda Kürtler, egemenlik hakkından bir kez daha yoksun bırakılamaz.

Ne Arap-İsrail savaşı, ne de İran ve Türkiye’nin dinsel feveranları!

Ortadoğu kaynarken Kürtlerin tek davası ve derdi, temel haklarına kavuşmak ve binlerce yıllık anavatanlarının sahibi ve hakimi olmaktır.