Ankara-Erbil ilişkilerinde ne değişti?
1992 yılından beri Kürdistan Bölgesi ile Türkiye ilişkileri birkaç aşamadan geçti ancak tüm aşamalarda da kalıcı olan geçmişte olduğu gibi bu gün de Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’ne bakışındaki “güvenlik” boyutu oldu. Bu da Türkiye’nin hem içerde ve hem de dışarda Kürt sorununa yaklaşımından kaynaklanıyor.
1992’den 2008’e kadar Türkiye hiçbir şekilde Kürdistan Bölgesi’nin defakto siyasi yapısını –ki bu yapı 2003’te anayasal boyut kazandı- tanımak istemedi. Tüm bu süreçlerde Türkiye’nin en temel önceliği PKK’ye karşı savaşta kendilerine destek sağlaması için Kürdistan Bölgesi’ne baskı uygulamaktan ibaretti.
İlişkilerdeki ikinci aşama ise 2008 ile 2017 yıllarını kapsıyor. Yani Kürdistan Bölgesi’nin referendum kararından geri adım atmayacağından emin olduğu sürece kadar olan dönem. Bu aşamada Türkiye-Kürdistan Bölgesi ilişkilerinde Kürt sorunundan kaynaklı güvenlik boyutuna yeni ve güçlü bir boyut daha eklendi. O da iki taraf arasında yaklaşık 10 milyar doları bulan ticaret hacmiydi. 2014’te Kürdistan Bölgesi’nde çalışan Türk şirketlerin sayısı bin 500’ü buluyordu. Daha sonra buna dünya pazarına petrol ve doğalgaz aktarma meselesi de eklendi.
Enerji konusu ve özellikle de iki taraf arasında bu alanda sağlanan 50 yıllık petrol anlaşması, Türkiye ile Kürdistan Bölgesi ilişkilerinin ileriye doğru taşınmasında çok büyük bir adımdı. Elbette Erbil-Ankara ilişkilerinin ikinci aşaması Kürt siyasi liderliği ve bazı Türk siyasetçilerde şu inancı oluşturdu; Türkiye artık Kürdistan Bölgesi’ne bakışında o eski siyasi ve güvenlik düğümünü aştı, hatta Kürtler bağımsızlık bile ilan ederse Türkiye buna göz yumar.
Fakat burada bahsettiğimiz taktirde konunun daha da uzayacağını düşündüğüm bazı tutumlar, Erbil’in Türkiye’den beklentilerinin aksine çıktı. Bu yazının temel sorularından biri de referendum ve buna karşı Türkiye’nin sert tutumundan sonra iki taraf ilişkilerinde ne değişti sorusudur.
İlk başta şu konuyu belirtmenin yerinde olacağını düşünüyorum; Kürdistan Bölgesi ile Türkiye ilişkileri her iki taraf açısından da bir seçenek değil zorunluluktur. Her iki taraf açısından kazanımları olsa da bu ilişkinin siyasal anlamda taraflar için götürüsü de olmuştur. Türkiye açısından bakacak olursak Türklerin birçoğu Kürdistan Bölgesi ile ticari ve siyasi ilişkilerin Türkiye’nin milli güvenliğine tehlike oluşturabileceği kanaatinde.
Mesela Türk Hava Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yapmış olan emekli subay Mesut Hakkı Caşın 2005 yılında yaptığı bir konuşmada, “Önümüzdeki 10 yılda Iraklı Kürtler İsrail gibi ordu ve hava kuvvetleri sahibi olacak ve ardından Türkiye topraklarının bir bölümü için hak talebinde bulunacak” değerlednirmesinde bulunmuştu.
Kürdistan Bölgesi açısından da Türkiye ile ilişkiler ekonomik ve siyasi kazanımların yanı sıra siyasi bedelleri olan bir durum yaratıyor. Kürdistan Bölgesi halkı ve siyasi partilerin bı kısmı Türkiye ile ilişkileri “ulusal prensiplere ihanet” şeklinde değerlendiriyor. Bu kesimin görüşüne göre Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi ile ilişkileri sadece PKK’ye karşı mücadeleyi kapsıyor.
Fakat bu bakış açısının dışında görmezden gelinemeyecek bazı gerçekler de mevcuttur. Birincisi Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerde Kürdistan Bölgesi’nden daha fazla kazanç sağlayan ve kendisine daha yakın hissedebileceği başka bir komşusu yoktur. Doğu ve güneyinde Suriye, Irak, İran, Ermenistan ve Gürcistan, batısında ise Yunanistan ile Bulgaristanla komşu olan Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkileri çok da iyi değil.
Kürdistan Bölgesi için Türkiye batıya ve dünya pazarlarına açılan tek kapı ise Türkiye ve özellikle de iktidardaki AK Parti için –ki ideolojik olarak kendisini ılımlı islam olarak tanımlıyor- Kürdistan Bölgesi İslam ülkelerine açılmak için çok önemli bir kapıdır.
Kürdistan Bölgesi-Türkiye ilişkilerinde her ne kadar bir “gözden geçirme” yaşanmışsa da ciddi bir değişiklik olmamış. Gözden geçirme ise şu sonucu doğrumuştur; Kürdistan Bölgesi ile ticaret hacmi ve enerji alış-verişi ne kadar büyük olursa olsun Türkiye Kürt sorunu ve ulusal güvenliğini herşeyden üstün tutuyor. Diğer bir deyişle Türkiye, Kürdistan Bölgesi ile ilişkilerinde “güvenlik” boyutunu aşamadığı gibi Irak’ın toprak bütünlüğünü de önceliği olarak saymaktadır. Yani Türkiye eskiden olduğu gibi tüm yumurtalarını bir sepete koymuyor, Erbil ile Bağdat arasındaki balans ayarını korumaya çalışıyor. Geçmişte görüldüğü gibi gerekli bulduğu hallerde Bağdat’I Kürdistan Bölgesi’ne baskı yapmak için kullanması olasıdır. 2017’den önce Kürdistan Bölgesi’ni Bağdat’a karşı kullandığı gibi.
Karşılıklı ilişkilerin normalleşmesinin bir diğer boyutu ise Türkiye’nin İran ve Irak ile ilişkileriyle ilintilidir. Türkiye özellikle de petrol alımı, ticaret ve PKK’ye karşı mücadelede bu iki ülkeden yeterince istifade edemeyeceğini anlarsa gelecekte Kürdistan Bölgesi ile ilişkilerini daha da sıkılaştıracaktır.
Her nasıl olursa olsun, bir çok sebepten ötürü Ankara’nın Erbil ve Bağdat ile ilişkilerini iyileştirmeye ihtiyacı vardır.
Birincisi; Irak’ın istikrarı büyük ölçüde Erbil-Bağdar ilişkilerindeki istikrara bağlı. Erbil’in ve özellikle de Kürdistan Bölgesi Başkanlığının (Neçirvan Barzani’nin) güçsüz olması PKK’nin ve Türkiye karşıtlarının güçlenmesi anlamına gelir.
Ikincisi; referandumdan sonra İran’ın Irak’taki nüfuzu oldukça artmış ve Irak ordusunun Haşdi Şabi güçlerinin eline düşmesi ihtimali yükselmiştir. Tabi bu da Türkiye’nin çıkarlarına uymuyor.
Üçüncüsü; Kürdistan ve Irak petrollerinin Türkiye üzerinden dünya pazarına açılması Ankara’nın da çıkarınadır.
Dolayısıyla Türkiye’nin bundan sonraki stratejisi Erbil ve Bağdat ile dengeli bir ilişki olmak durumundadır. Yine Kürdistan Bölgesi Başkanı ve yeni Başbakan’ın da önceki gibi tüm yumurtalarını Türkiye’nin sepetine koyması pek olası görülmüyor. Bu nedenle Kürdistan hükümeti Bağdat’la ilişkilerini normalleştirme ve geliştirme arayışı içerisindedir. Çünkü Bağdat’la ilişkilenmenin siyasi götürüsü Ankara ve Tahran’la ilişkilenmekten daha azdır. Ha keza Bağdat’la iyi ilişkiler aynı zamanda Tahran’la iyi ilişkiler anlamına geliyor.
Başkent Erbil’de Türk diplomata yönelik saldırı, karşılıklı işbirliği ve güven olmadan Kürdistan Bölgesi ile Türkiye ilişkilerinin ilerleyemeyeceğini gösteriyor. Ancak salt bu olay her iki taraf ilişkilerini de derinden etkilemez.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)