Tahir Elçi’ye ithaf - Şehre son kez bakarken
14 Şubat 1887 tarihinde aralarında Guy de Maupasssant, Alexander Dumas, Emile Zola ve Paul Verlaine gibi dönemin sanatçı ve entelektüellerinden bazıları Eiffel Kulesinin Paris şehir merkezine dikilmemesi için sert bir bildiri yayımlarlar:
‘Biz, yazarlar, heykeltıraşlar, mimarlar, ressamlar, Paris'in bugüne kadar hiç dokunulmamış güzelliğinin tutkun âşıkları, değeri bilinmemiş Fransız zevki adına, tehdit altındaki Fransız sanatı ve tarihi adına, başkentimizin tam ortasına yararsız ve canavar görünümlü Eiffel Kulesi'nin dikilmesine var gücümüzle, tüm öfkemizle karşı çıkıyoruz.’
Kule bu bildiriye ve bütün muhalefete rağmen inşa edilir. Sonra yıkılması gündeme gelse de, yıkım maliyetlerinin hurdasından daha masraflı olacağı hesap edilir ve yıkılma hayalleri de suya düşer. Böylelikle Kulenin varlığı gittikçe normalleşir. Asansörle yukarıya kadar çıkılabilen Kulenin altında bir de lokanta vardır. Lokantanın müdavimlerinden biri ise Kulenin yıkılması için bildirinin altına imza atan ünlü roman yazarı ve ateşli muhalif Guy de Maupassant’dır. Paris’te o ucubeyi görmediğim tek yer burası(!) diyormuş.
Zemine bastığı dört ayağın üzerinde, statik projesi Eiffel Kulesi ile benzerlik gösteren ve metal yığını Kuleden yaklaşık 390 yıl önce, tamamen taşlardan inşa edilen bir minarenin altında 28 Kasım 2015 günü öğlene doğru, çizgili gömleğinin üstüne giydiği gri ceketiyle bir adam etrafına bakıyor. Felaketi görmüş olacak ki, minarenin altındaki korunaklı alandan biraz uzaklaşıp tarihi şehre son bir bakış atıyor. Gittikçe daha yıkıcı olacak savaşta top ateşleriyle dövülecek mahalleler, içinde yaşayan insanların başına çökecek evler, bombalanacak kilise ve camiler ve üstünde tankların yürüyeceği sokaklar tamamen yok olmadan önce bu adamın Dört Ayaklı Minare’nin altından biraz uzaklaşıp başını uzatmaktan başka bir çaresi yok. Tarihi Sur şehrini görebileceği tek yer orası çünkü.
2015 yazında PKK’nin bazı şehir merkezlerinde yaptığı özerklik çağrısıyla birlikte Türkiye’nin güneydoğusundaki bazı il ve ilçe merkezlerinde hendekler kazıldı, barikatlar kuruldu ve güvenlik güçleri ile örgüt üyeleri karşı karşıya geldi. Diyarbakır’ın etrafı surlarla çevrili tarihi ilçesi de çatışmaların yaşandığı ve sokağa çıkma yasaklarının sıklıkla ilan edildiği bölgelerden biri haline geldi. Bu sürecin henüz ilk günlerinde dönemin Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, maiyetindeki bir grup avukat ile çatışmalar sırasında ayaklarına mermi isabet eden Dört Ayaklı Minarenin önünde basın açıklaması yapar.
“Birçok medeniyete beşiklik, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, operasyonlar, bu alandan uzak olsun diyoruz”
Yıldırım hızıyla caddeden ara sokağa doğru koşan iki genç, çaprazlama ateşlenen silahlar, etrafa kaçışan insanlar ve şehre son kez bakan bir adam… Cinayetin gerçekleşmesi için üç beş saniye yeter!. Bir kamera kararsız bir şekilde sağa doğru dönüş yaparken kadrajına yüzükoyun düşmüş bir insan bedeni giriyor. Polis telsizine ‘merkez yerde yaralı bir şahıs var, acil ambulans’ şeklinde anons geçiliyor Ambulans gelmeden, Tahir Elçi Dört Ayaklı Minarenin ayakları altında hayatını kaybediyor o gün.
Asıl savaş da o gün başladı. Bütün şartlar hazırdı. Olay yeri incelemesi bile yapılamadı, Elçi’nin cenazesi hemen defnedildi. Surların açık kapıları beton bloklarla, Dağkapı ve Mardinkapı civarındaki yıkık yerleri de polis bariyerleri ile çabucak kapatıldı. Böylelikle içerdekiler dışarı çıkamayacaktı, dışardakiler içeriyi görmeyecekti. Çatışmalar Fatihpaşa, Hasırlı, Dabanoğlu ve Cemal Yılmaz Mahallelerinde yoğunlaşsa da surun tamamı yasak bölge ilan edildi. Sabahlara kadar devam eden otomatik silah sesleri, tank paletlerinin neden olduğu fay kırılmasına benzer basınç, bazen surların dışına düşen roketler ve deriyi bile yakan soğuklarla birlikte savaş kış sonuna kadar devam etti.
Bir sokağın caddeye açılan ucunda iki asker duruyor. Soğuktan korunmak için yakılmış bir ateşin cılız aydınlığı dışında etraf koyu karanlık. Askerler şifre çözülmesin diye birbirleri ile yer değiştirme aralıklarını belirsiz tutuyor. Konuşmalar bile karşıdan karşıya fısıltıyla ve ağız genişliği en fazla iki metre olan sokağın başında sağ tarafaki sola, sol taraftaki sağa geçecekken, geçiş süresi en fazla iki saniye ve en az 200 metre uzaklıktaki bir evin odasından ateşlenen kanas tüfeğinin 7.62lik mermisi ile patlayan bir kafatası. Henüz savaş devam ederken keskin nişancı bir kadın militana dair surların içinden şehrin tamamına yayılan bir hikaye bu. Savaş bittikten sonra açlıktan da bahsedilir. Güneşli bir gün, Ulu Cami önündeki meydanda taburelere oturmuş iki ihtiyardan biri gözleri kan çanağına dönmüş ve hareketleri olabildiğince saldırgan kedileri arkadaşına gösterip insan etiyle beslendiklerini söylüyor. İçerde yaşanan dehşetin çok azını biliyoruz hala.
Sur şehri yukarıdan bakıldığında kalkan balığına benzer ve Gazi Caddesi bu şehri boydan boya tam ortadan ikiye böler. Ulu Cami sağda kalırsa eğer, Suriçi’nin sol tarafı bazı tarihi yapılar haricinde tamamen haritadan silindi. Savaş bittikten sonra bu alan yüksekliği üç metreyi aşan beton bloklarla çembere alındı, hiçkimse görmeden ekskavatör ve dozerlerle dümdüz edildi, içinde insan cesedi de olan bütün kalıntıları kamyon kasalarına doldurulup uzak yerlere boşaltıldı. Uçağın penceresinden bakıldığında ve önceki resimleri ile karşılaştırıldığında balığın sol yarısındaki pulların hepsi döküldü sayılır. Savaşın hemen ertesinde kente gelen dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu yıkılan Sur’u İspanya İç Savaşında bombardımanlarla yerle bir edilen Toledo şehri gibi aslına uygun restore edecekleri sözünü verdi.
Olan bitenin üstünden çok zaman geçti, Tahir Elçi’nin vurulduğu aydayız yine.
Kurşunlu Camisinde okunan ikindi ezanından sonra Ermeni Kilisesinin zarif kulesinden çan sesleri yayılıyor eski ve yeni şehrin üstüne. Çatışmalar sırasında büyük zarar gören bu iki ibadethane de restore edilip tekrar ibadete açıldı. İki genç ellerindeki karton bardaklarla terası Paşa Hamamı’na bakan ve içerisi modern bir tarzda döşenmiş kafeden kahvelerini alıp dışarı çıkarak geniş bir caddeden yürüyor ve Dört Ayaklı Minarenin oraya vardığında telefonu uzatarak fotoğraflarını çekmeleri için birinden rica ediyorlar. Minare turistler ve şehrin yerlileri tarafından tıpkı Eiffel gibi artık şehrin en çok ziyaret edilen yeri. Paris’teki Kule ise bugün artık o bildirideki yakışıksız sözlerden ve turistlerin gözdesi olmaktan çok ziyaret maksadıyla tepedeki balkonlara çıkıp kendini sık sık aşağıya bırakan insanların intiharlarıyla anılıyor. İki genç arka fona tarihi minareyi alarak çektikleri fotoğrafı #surici ve #tahirelciolumsuzdur hashtagleriyle Instagram’da paylaşıyorlar. Tahir Elçi’yi öldüren mermi çekirdeği hala bulunmuş değil çünkü. Devam eden dava dosyasına esas faillerin ismi eklenmediği sürece Dört Ayaklı Minare de 2015 yılındaki meşum suikastla anılacak belli ki.
Toledo yapılmak üzere kentsel dönüşüme tabi tutulan bu eski savaş alanı 2021 yılında ilk defa ziyarete açıldığında dehşetin asıl büyüklüğü o zaman gözler önüne serildi. Tarihi şehirden geriye pek az şey kalmıştı. Çimlendirilmiş devasa park alanları, Diyarbakır’ın eski taş konaklarına benzetilmeye çalışılmış ama Diyarbakır’ın eski taş konaklarına hiç benzemeyen; TOKİ mimarisi, iki katlı, bitişik nizam yüzlerce ev ve iki gencin kahvelerini aldıkları kafenin de üstünde bulunduğu geniş bir bulvar ile karşılaştı insanlar. Resmi kayıtlarda Yenikapı Sokak olarak geçen bu bulvarın üzerinde tarihi yapı olarak Ermeni ve Keldani Kiliseleri, Paşa Hamamı ve restorasyonu hala devam eden büyük bir konak bulunuyor yalnızca. Sağlı sollu sıralanan diğer tüm yapılar savaş sonrasının ürünleri olup şu an içinde lüks restoranlar, kahve zincirleri, tatlıcılar ve pahalı marka elbise satan mağazalar var. Bir zamanlar daracık sokakların ağ gibi ördüğü kocaman bir labirent olan mahallelerin yerinde şimdi bir açık hava AVM’si bulunuyor. Fakat yeni açılan mekanlar ışıl ışıl görünse de bütün doku baz alındığında eski ve yeni şehir arasında bir uyuşmazlık olduğu muhakkak. Belki bu sebeple bulvar Dört Ayaklı Minarenin tek başına topladığı kalabalığa henüz erişmiş değil.
Başbakanın Sur’u Toledo yapacağız vaadine gelince; yan yana konulduğunda Dört Ayaklı Minare Eiffel Kulesi’ni pek andırmıyor. Gazi Caddesinin sol kısmında kalan Sur da ancak o kadar benziyor Toledo’ya.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)