7 Ekim'den bugüne, İsrail'in dış dünyaya başka bir yönünü gösterdiği ender anlardan birini yaşıyoruz. Esir sayısının çok fazla olması nedeniyle ürkek, zayıf, şaşkın ve yaralı bir taraf ve bir ölçüde de elleri ve ayakları bağlı.
İran İslam Cumhuriyeti, İsrail'in ürkek ve yaralı durumu yakından takip ediyor ve bu yaraya baskı uygulayarak olduğu kadar çok kan dökmek için çeşitli mekanizmalardan yararlanıyor, bu şekilde İsrail’i haksız duruma düşürecek şekilde İran’a saldırmak zorunda bırakıyor.
Yani İran'ın stratejik aklı şu ana kadar iki yönde çalışıyor; İlki, tüm dünyaya Tahran'ın uzaktan yakından 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısının hazırlanmasında ve gerçekleştirilmesinde hiçbir katkısının olmadığını anlatmak. İran’ın dini lideri saldırıdan üç gün sonra “İslam Cumhuriyeti'nin saldırının hazırlık ve gerçekleştirilmesi ile hiçbir ilgisinin olmadığını” söyledi.
Ama aynı zamanda aynı dini lider 17 Ekim'de İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarının devam etmesi halinde Direniş Cephesi'nin savaşa karışmasını ve İsrail'de daha çok cephe açılmasını kimsenin engelleyemeyeceğini de açıkça dile getirdi. Bu da İran stratejisinin dayandığı ikinci yöndür.
İran İslam Cumhuriyeti bu iki yön arasında çok akıllı ve incelikli bir oyun oynuyor. Çıkarları müdahalede bulunmama ve olanlardan haberdar olmadığı söylemini özellikle uluslararası toplum önünde yoğunlaştırmak olduğunda, tüm diplomatik ve medya mekanizmalarını hazırlar. Çıkarları Filistin meselesine olan bağlılığına ve İsrail'le karşı karşıya gelme konusunda dikkati çekmek olduğunda da bu hedefe ulaşmak için çeşitli mekanizmalar kullanır. Aynı anda iki eğilim üzerinde ve birbirine karıştırmadan çalışabiliyor.
Örneğin İran’ın Birleşmiş Milletler Büyükelçisi, ülkesinin ilk yönünü (yani olanlarla bir bağlantıları olmadığı) dünyaya tanıtmak için tüm marifetlerini sergilerken diğer yandan İran Cumhurbaşkanı, "Eğer Siyonist rejim Gazze'de işlediği suçlara devam ederse hiç kimse İran İslam Cumhuriyeti'nin Direniş Cephesi'nin savaşa katılmasını engellemesini beklememelidir" dedi.
Dolayısıyla bu savaşta İsrail-Filistin sınırının her iki tarafında binlerce sivilin öldürüldüğü, her gün yüzlerce masumun kanının aktığı doğrudur ki bu büyük bir insanlık trajedisidir ancak İran'daki soğuk devlet kültürünün bu savaşı İsrail ile kendisi arasında kurnazca bir oyun olarak gördüğü ve kendileri için önemli olanın masumların kanının dökülmesi değil, İsrail'e daha fazla gol atmak olduğu da bir gerçektir.
İranlılar için 7 Ekim saldırısı İsrail'e karşı büyük bir zaferse, şimdi ve burada kazanılan zafer, Gazze'nin işgalini önlemek ve İsrail'deki durumu daha da karmaşık hale getirmektir. Gazze'ye giremeyecek ve İsrail’in işgalini önleyemeyecekse o zaman tıpkı Amerikalıların 2003 sonrası Irak'ta karşılaştığı gibi Gazze'yi sokak sokak cehenneme çevirmeyi düşünüyor.
Bu düzeyde İran Dışişleri Bakanı bu stratejiyi diğer İranlılardan daha açık bir şekilde ifade etti. İsrail'e karşı birçok cephenin açılması ihtimalinin hala açık olduğunu söylerken diğer yandan da Direniş Cephesi'nin İran'dan emir almadığını ve kendi bağımsız kararlarına sahip olduğunu vurguladı.
Bu iki söylem arasında İran İslam Cumhuriyeti'nin her zaman savunduğu puslu bir alan bulunuyor. Karmaşık denklemlerle dolu bu bölgede İran'ın siyasi sinesinde bir düğüm daha var: Durum Tahran'ın Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen'deki hegemonyasını tehdit edecek kadar kötüleşmemeli! Durum, İran İslam Cumhuriyeti'nin artık kontrol edemeyeceği bir noktaya ulaşmamalı ve sonuçta yenilgisiyle sonuçlanmamalı! Orta Doğu'daki yangın İran ayetullahlarının külahının yakılmasıyla bitmemeli.
Fransa Irak Araştırma Merkezi Direktörü Dr. Adil Bakawan
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın