Mirağa; Mühürdar Mehmet Mihir’in hikayesi
Darayeni-Diyarbög Mir’i, Mühürdar Mehmet Mihir’in hikayesidir.
Büyük Ulema Bitlis seçkini Hüsamettin Ali Bitlisi’nin hediyesi oğlu İdris’i Bitlisi’nin, “Kürd Ümerası Selâtin-i Selef’den ellerinde olan ahidnâmeleri mucibince azil ve nasbı kabul etmezler. Sefer vâki oldukça tımarları ve beylerbeyleri ile her zaman sefere hazır olurlar” prensibi ile Genç-Xançuk Emirleri, Osmanlı yani Rumiler ile ittifaklarını, 1850’lere kadar sürdürdüler.
Kendi adlarına mühürler bastırdılar. Birçok yerde hayır ve hayrat için değirmenler ve kervan saraylar inşa ettiler. Demirciliğe önem vererek dökümhaneler kurdular, sini, kazan, mutfak gereçlerinin yanında, toplar döktürdüler, darcu, bıngiri ve kurmancı tüfeklerinin üretimini sağladılar. (Bu horozlu tek atımlık dolma tüfeklerin bir kısmı 1900’lü yıllara kadar bölgedeki çeşitli sanatkârlarca bu imalathanelerde, özellikle Diyarbög imalathanelerinde üretilmiş, günümüze kadar ulaşmıştır)
Bu dökümhanelerden en büyüğünün Meneşgurt’a yakın Arduşin’de, Aftor’da, Bırnek taraflarında ve Peçar’da kurulduğu bilinir ama en önemli dökümhanenin Boeg hazinesinde yani Diyarbük hazinesinde olduğunu ve Ermeni sanatkarların ustalığını çok az kişi bilir.
Ruha Hükümdarı Mirza Davut ve Mirza Davut hanın Çocukları Melek Ahmet han bile ihtiyaçlarını buradan giderirdiler.
Çapakçur Hükümdarı Mir Muhammed Bey;
“Çağların günlerinin gözü Onun gibisini görmedi,
gönül aydınlığı, incelikleri görme ve güzel konuşma konusunda.“
Güzelliğin, iyi ahlakın, gönül tokluğunun, yürekliliğin ve cesaretin sembolü Mir Muhammed Bey, işte bu güzel sebeplerden ötürü vatanı Gülistanına dönmek üzere, yola koyulur.
Hüsamettin Ali Bitlisi’nin tedrisatından geçmek için Uzun Hasan’ın Diyarbekir’de ki otağına gitmiş ve artık geri dönüyordu.
Geçmiş rivayetleri aktaran, hikaye bahçelerinin kokularını yayan, eski zaman anlatımları, Devlet-i Kahire, yani Ağrı Dağı’ndan, Malatya ovasına, Malatya’dan Kamışlo ovasına, Erbil’den Urmiye’ye, Diyarbekir’den Suveydi çöllerine, sonrasında Kuzey Afrika’nın verimli düzlüklerine kadar uzanan uçsuz bucaksız toprakların tamamını kapsayan ülkeyi şöyle özetler:
Bu ülkenin Kralı Selahattin-i Eyyübi’nin uğurunu taşıyan Krallardan olan Emir Mir Şahap Bey’in torunu Mir Muhammed Bey, Mir Abdal Bey, Mir İsfahan (Süphan) Bey, Mir Sultan Ahmet Bey, Mir Maksut Bey, Mir Muhammed Bey, Mir Murad Bey ve Mir Süleyman Bey’in Babalarının ve atalarının vatanı eski zamandan beri, Darayn yani Genç kalesidir. Kalelerin en sağlamı ve en metini olan bu kale Murat Nehrine bakan dağın eteğidir ki, vaktiyle Ermeni ve Ezidi tebaanın kendini en güvende gördüğü doğal bir kaledir.
(Mir Şahap Beyin Mezarı Diyarbög merkezinde üzeri çalılarla kaplıdır, torunu Mir Muhammed Bey’in Makberi Köyün girişinde, Emir Mir Fahrettin Bey’in mezarı yatılı bölge okulu yakınında yağmalanmış vaziyettedir. Mühürdar Ağa’nın mezarı Diyarbög Meydanı’nda eski mescit haziresindedir)
Öyle bir doğal kaledir ki Diyarbög, orada yaşayanlar gayrimüslimlerle beraber kendilerini sıkıntı ve felaketlere karşı güvende hissetmişlerdir. Bu sebeple Genç ülkesi kadim zamanlardan beri tahılı bol olan, tahıl deposu olarak bilinen aynı zamanda korunaklı bir yerdir. Genç ismide kadim dillerde “Mahsul deposu” anlamına gelir.
Bizans ve Roma izleri taşıyan kalenin gözlem noktasına Kral Kızı Kalesi de denmektedir.
Mir Muhammed Beg’in melikesinin A-Mina hanım olduğu dilden dile anlatılar ile bugüne kadar ulaşmıştır. Bu ayrıntı ile aşkları eski zaman hikayelerinde anlatılan Hz. Süleyman ve Kraliçe Belkıs hikayesinin ikincisi gibidir.
Namı, Selahattin-i Eyyubi gibi yedi cihana ulaşmış olan Kürd meliklerinden Mir Muhammed Bey’in gelir gelmez Diyarbög’deki divanhanesi gece ve gündüz her vakitte açık bırakılırmış. Duvarlarında, üzerinde ceylan, Şahmeran, Cennet-Cehennem, Cebrail ve Hz. İsmail tasfirleri ile Rüstem-e Zal figürlerinin bulunduğu el örmesi ipek halılar asılı olan divanhanesinin zemini ise İran ve Hint halıları ile döşeliymiş.
Divanhanenin tam ortasında kocaman bir mangalda her daim hazır olan büyük bakır cezveler varmış. Xulamlar (hizmetçi) konuklara sürekli çay ve kahve servisi yaparmış. Divanhane’de mutlaka birkaç dengbej bulunurmuş. Dengbejler prensin ve hatırı sayılır konukların istediğini, kadim zamanlardan kalan unutulmuş klam ve kasideleri söyler, kayıp destanları anlatılır, görkemli kahramanlık menkıbelerini aktarırlarmış.
Vatan-ı Gülistan’ın en kudretli hükümdarları arasına giren Genç / Çapakçur Prensi Mir Muhammed Bey’in yanında sürekli özel yardımcısı bir Paşmir, her zaman iki ak sakallı “Riysipi” bir müderris, birden fazla hizmetçi xulam, bir çok besleme ve kan emici fedailer (xwinxwar) bulunurmuş.
Halkın Mir’e olan öfkesi eğer büyürse, Mir’in tahtı bırakması istenilir ise, bu istek Paşmir’e bildirilir. Paşmir de prensin ayakkabılarını divanhaneden getirip önüne koyar, Mir değişime razı gelirse ayakkabılarını giyer gidermiş, razı gelmez ise Paşmir’i xwinxwarlara öldürtürmüş.
Her bayram sabahında Diyarbög sırtındaki kasrında özel davetler verilir, ziyafetler çekilirmiş. Civar şehirlerden gelenler misafir edilir, en güzel şekilde ağırlanır, hediyeler ile yolculanırmış.
En fakir sofranın, en zengin sofra ile buluştuğu bu ortak ziyafetlerde ki temel amaç, zengin fakir ayrımını, ortadan kaldırmakmış.
Bu Mir geleneğinin izlerini, Daraheni- Diyarbög’de, Erbil-Barzan’da, Urmiye’de, Hakkari Şemdinli’de, Atak-Peçar’da, Bitlis’te, Hasankeyf, Süleymaniye, Müküs ve Cizre’de yer yer görmek mümkündür.
1494 senesinde iki kardeş arasında savaş çıkar, Vuruşma şiddetlenir, savaş alevleri göklere uzanan kıyamet ateşine dönüşür. Dağ, taş, arş ve toprak zelzele gibi sallanır. Gürültülü şimşek ve bulutlar gibi çarpışırlar. Murat Irmağından su değil artık kan akmaya başlar. 1495 senesinde Mir Muhammed Bey’in, Süreyya Yıldızı gibi bir birine kenetlenmiş aşiretlerden oluşan ordusu, büyükayı yıldızları gibi, Pazukilerin saf değiştirmesi ile darmadağın olur.
Mir Muhammed Bey kardeşi Fahrettin’in eliyle şehid olur. Kabri Genç Diyarbög köyü girişindedir. Kürd mirlerinde, ölmeden önce kendi kabirlerini yapmak, önceden hazırlamak gibi kadim bir gelenek vardır. Mir Muhammed Bey’in kabri bugün, “Bune bav” (baba evi) anlamına da gelen, Kuba diye bilinen yağmalanmış bir anıt mezardadır.
Kitabesi 1495 yılının temmuz (şevval) başlarını işaret etmektedir.
Kitabesinde; “Buniye hazel-merkad Muhammed bin Mir hasan Beg” el mahrum Dara- heni, fi evvel-i şehr-i şevval sene tisa we mieh, Yarhemullahu fihi, men yarham aleyhi” yazılır.
*Not: Son Peçar Mir’i Fehmi Bege Peçarî de “Divana Namî” isimli eserinde kendisini “Fehmi bin Ahmet bin Hasen bin Emir Muhammed-ul Peçari es Suveydi” olarak tanıtır.
Mir Muhammed bey Hançuk ve Çapakçur’da görkemli meyve ve badem bahçeleri yapar, köşk ve saraylar inşa eder.
Devamında büyük fazlılar ve meşhur şairler, onun yaptırdığı bu yapıları tavsif için güzel kaside ve şiirler kaleme alır.
Onun bu güzellikleri inşasına duyulan ilgi, Vatan-ı Gülistanın tüm emir, vezir ve büyüklerinde güzel bahçeler, cennet gibi saray, han ve hamamlar yapmayı yaygınlaştırır.
“ Güzel yüzlünün aydınlığı gizlenemez
Kapıyı kapatırsan pencereden görünür” (Şerefname S 295)
Babasından sonra tahta geçen ve çok sonraları ülkesine geri dönen kardeşi Mir Muhammed Bey’i öldüren Mir Fahrettin Bey uzun bir süre daha ülkesini yönettikten sonra ölür, kendi yerine yetişkin oğlu olmadığı için hanedanlık Mir Muhammed Bey’in oğlu Mir Abdal Han’a geçer. Mir Abdal Han, İsfahan Bey ve Sultan Ahmet Han’ın babasıdır.
Emir Fahrettin döneminde yaşanan kargaşada Türkmen Aykutoğulları Hançuk ülkesini yani Genc’i yağmalamış, talana başlamıştı. İçlerinde kadınların ve çocukların bulunduğu bir çok kişiyi öldürmüşlerdi. Tam tamına yedi gün yedi gece devam eden, kanlı çarpışmalarda zafer rüzgarları Ebdal Bey’den yana esmişti. Aykutoğullarının ordusu yenilerek dağılmıştı.
Bu kaos Akkoyunluların yıkılmasından sonra Safevilerin dönemine kadar devam etti. Mevlana Hüsamettin Ali Bitlisi’nin oğlu Mevlana İdrisi Bitlisi’nin, Muhammet Ağaye Kelhoki ile beraber Osmanlı Sarayına mektup yazmasına kadar sürdü. Osmanlı ile Kürd beyleri ve hükümdarları ile 95 satırdan oluşan ahitname imzaladılar.
İdris-i Bitlisi ve Muhammet Ağaye Kelhoki, Çapakçur Emiri İsfahan Bey’in bir elçisini Zerza vilayeti Larican’a, Urmiye, Hakkari, Sason, Mukri ve Cizre dahil tüm Kürd mirlerine göndererek, Türkmen Safevi barbarlarına karşı Rojki Ordusunun dahil olduğu Kürdistan kuvvetlerine katılmalarını bildirdiler. 21 Mart 1515 senesinin Newrozunda 95 satırdan oluşan ahitname ile temelleri atılan bu ittifak Eylül 1515 senesinde zaferle taçlanmış, Vatan-ı Gülistanlarını düşmanlarının istilasından kurtarmışlardı.
“Gel, ey gevşek himmetli, bu ne gevşeklik? Sıcaklık ve harekettir yolcunun yolu.
Tohum önce toprağın altına konur,
Çaba sarfettiği için dışarı çıkar.
Kehribar gayreti sayesinde çekicidir,
Ki elini kıpırdatmadan saman çöpünü çeker.
Kehribarın saman çöpünü hareket ettirmesi de neymiş,
Çaba dağları bile yerinden oynatır. (Şerefname s427)
Bu gizemli hanedanlık 1900 lere kadar devam eder. Mir Mehmet Mihir Ağa Diyarbög’de bu hanedanlığın son Mir’i olarak kayda geçer. Annesi Peçar Miri Hasan Bey’in kızıdır. Eşi ise Atak Mir’i Tahir Bey’in kızkardeşidir. İki kızı vardır. O-Mina ve Ayşta hanımdır kızları.
Mehmet Mihir Bey 1900 başlarında dizanteri salgını ile vefat eder. Cenazesi Diyarbög Meydanı’nda eski mescit hazinesinde defnedilir. Eski mescit şu an için yerle yeksan durumdadır. Mir Mehmet Mihir Ağa (Mühürdar Ağa) genç yaşta ölünce, eşi, Mehmet Mihir Bey’in yeğeni Mustafa Ağa ile evlenir bu evlilikten Fatma hanımın tek oğlu Mehmet Ağa dünyaya gelir.
İsyanlar, idamlar ve sürgünler dönemidir. Onlarında İdam fermanı dolaşır her yanda. Onlarda saklanıyorlar Serde’de “bırkılen” mağarasının arkasında bir mezrada, tam tamına 9 yıl saklanıyorlar. Erkekler sürgün kadınlar firar. Civar aşiretler, İttihatçılarlar la beraber Darayeni’yi ve Diyarbög’ü yağmalıyor. Ahırları ve evleri yağmalayıp yakıyorlar.
A-Mina xanım var o vakitler. Zekidir. Anası peçarlı babası Mehmet Mihir Beg (Mühürdar Ağa). Süt anası vardır A-Mina’nın ismi Molda’dır, Hristiyandır. Bitlis’te o vakitler Robert vardır, babası okutmuştur. Diplomasiyi babasından alan bir kadındır. Azadi Örgütü ile yazışıyor. Kaynı ve kuzeni İsmail Ağa’yı evlilikler ile Cibranı Halit ve Şeyh Said Efendi’nin kardeşi Şeyh Tahir ile bacanak yaparak isyanın odağı haline getiriyor. “Taksip” diye bir günlük tutuyor. Amina evlenmeden 1945 senesinde ölür. Kızkardeşi Eğil beylerine gelin gider. O da 1946’da vefat edince, Diyarbög’e ablasının yanına defin edilir. Mezarı büyük dedesi Mir Muhammed Bey’in Mezarı Kuba‘ya bitişiktir.
Zazaca yayın yapan, ama asla yayın ilkelerine uymayan uyduruk bir kanalın Genç’te yaptığı bir röportajda, uyuşturcu müptelası meczup bir yalancının Mühürdar ve Mürdar Ağa ile ilgili beyanlarını dinlediğimde içimden sadece gülmüştüm. Çünkü o şahsın ebeveynleri Mir Mehmet Mihir’in yani Mühürdar Ağa’nın, bilinen adı ile Mirağa’nın beslemeleriydiler. Hepsinin Mekanları Cennet olsun.
Diyarbög, daha eski yerleşim olan “Bög” yerleşkesinin üstüdür. Ahali için hem kışlak hem yazlık olarak yerleşmeye müsait olan alan, daha yukarı bölüm olan ana yerleşkedir.
Bög saklı bahçeler anlamına gelir ki kadim şehirlerin bir çoğunda “bög”, “bük” olarak karşımıza çıkar. Zamanla “Surekli” ismini almasının temel nedeni yerleşim yerlerinin isminin Türkçeleştirilmesi ile alakalıdır. Bu isim de Suveydi-Hançuk Mirlerinin kan bağını taşıyan tüm akraba ailelerin ana yerleşkesi olarak kalmasından kaynaklıdır.
600 yılda değişmeyen tek şey olan bayramlar oldu sanırım. Diyarbög’de yani Surekli’de, tıpkı Berzan’daki gibi, Bedirhanların Botan’ın daki gibi, Şerefhanların Bitlis’indeki gibi, Zeynel Beg’in Hakkari’sindeki gibi halen aynı gelenekler ile kutlanmaya devam ediyor.
O coşkuyu, o heyecanı, o duyguyu yaşayabilmek için her bayramda özellikle çocuklar ile yedi kutsal suyun anlatıldığı Taksib kitabının kalesi Diyar-ı-Bög’de olmak gerekiyor.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)