Almanlar görünmeden yaşama ustalığı kazanmışlar
Almanya Gezi Notları (11)
Her gün başımın üzerinde uçaklar gidiyor ülkeme. Hiçbir uçakta ben yokum. Hiçbir uçakta olmak isteğim yok. Gidecek yerim yurdum yok. Kendimi buraya atılmış gibi hissediyorum. Bir zaman sonra bu atılmışlık hissi yerine barınma hissine bırakıyor. Tam bir aitlik değil. Bir yeri yurdu olmamaktan kaynaklanan sığınmak, barınmak, kendini koruma hissi. Kulaklarımda Lale Müldür’ün sesi ve soluğu, sözleri ve arayışı: “Gerçekten bir şeyler oluyor burada” diyor şair. “Gizemli bir şey.” Beni öldüren, beni kendinden uzaklaştıran bir şey. Yoksa bir açıklaması olması lazım memleketime giden uçaklarda yer almamak isteğimin bir nedeni. İçimde kıyamet kopuyor, bir şeyler çözülüyor, bir şeyler kırılıyor. Hava hep bulutlu, bulutlar gam yüklü.
Satırlarıma dükkanda devam ediyorum, her zamanki yerimde; girişte solda, duvarın arkasındaki köşe. Dışarıdakilerle bağlantım kalmıyor, tamamen içime dönüyorum, yazıma yoğunlaşıyorum.
Solumda Siirtli anne ve kızı, döner yiyorlar. Kürt sandım onları, değillermiş. Siirt’in Araplarındaymışlar. Kız, “burada doğduk, büyüdük” diyor. Anne, “sürekli Siirt’e gidip geliyoruz” diyor. Köklerinden kopmamışlar. Güzel bir şey köklerine bağlı kalmaları. İnsan köklerine bağlı kalmalı. Aklım fikrim şiirde kaldı.
Gri bir insan oldum hep ve yağmurla bir yürüdüm, düştüm, kaldım.
“Saydam yusufçukları” unutmuyorum.
Kız Siirt’ten bir akrabasıyla nişanlanmış, yakında düğünleri olacak. 30 yaşındaki kız, “15 yıldır birbirimizi seviyoruz. Hep öteledim, baktım olacak gibi değil, durumu ailelerimize açtık” diyor. Nedense hiç samimi gelmiyor söyledikleri; inanamıyorum ona.
Şiir ve hikaye birbirine karışıyor; ayırt etmek için bir sebep göremiyorum. Anne, “Herkesin bir hikayesi var, olması lazım da” diyor. Şaşırıyorum, kadından böyle bir söz beklemiyordum doğrusu. Hikayesi olan bir insan gibi konuşuyor. Kız annesinin kaderini yaşarmış, kadın da burada doğup büyüdüğü için kocası olacak adamı Siirt’ten getirtmiş. Ne olacak kızın kaderi? Aynı annesininki gibi mi olacak? Birbirine benzeyen iki hikaye olmamıştır. Yani kızın hikayesi sürprizlerle dolu olacak gibi görünüyor; çünkü annesinin hikayesinin gölgesinde gerçekleşiyor. Ters tepecek, bir şeyler olacak ya da benzerlikler birbirini vuracak. Kimi ağıt yaralanacak, kimi hafif atlatacak. Kimi olay yerinde kalacak, kimi kaçıp gidecek.
“Biliyor musun kaç yıl tek başınaydım ben karmaşanın içinde. Bir türlü tutunamıyordum işte.”
Sen yoktun ve ben hayata tutunamıyordum. Belki de sen hiç olmamıştın, ben seni hayalimde yaratmıştım. Bütün gerçeklerimi hayallerime yedirmiştim, giydirmiştim; öylece ortalık yerde kalmıştım. Kendimle yürüyorum, yanımda senin gölgen. Gölgenin altında eziliyor asıl varlığım. Yine hayal gerçeğe galebe çalıyor, ben bir başka ölüyorum.
“Gözlerimde beyaz kelebekler uçuşuyor ve” ben beyaz ölümleri özlüyorum kararmış hayatımın ortasında. Beyaz kelebekler taşıyamıyorlar hayatımı beyaz ölümlere. Yarı yolda kalıyorum, bütün tükenmişliklerimle birlikte.
“Unutuşum başka bir sendi.” Anlıyor musun? Şimdi sensiz unutuluyorum, sensiz ölmek ve ebediyete gömülmek istiyorum. Ağlayan mısralarım yok, yalvaran dizelerim yok, yakaran satırlarım yok. Yağmur sadece unutuluşunu hatırlatıyordu. Limon ağaçları yok. Yarına dair bir beklentim yok.
“Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.” Anlıyor musun? Sen aşkın yarasıydın ve hep kanayacaktın içten içe. Yaramı güzelleştiren ve çekilir kılan da buydu: Hep ve daima kanayacağını bilmek. Özellikle yağmurlu havalarda bir başka kanar yaram. Yağmur yaramı daha güzel kanırttırır. Yaram yağmur kokar. Yaramdan unutuluş akar. Yaram güzel kokar, unutulmuş yollarda ince parmak uçlu yürüyüşlerde.
*
Bankı kuruladım cebimdeki unutulmuş bir selpak ile. Hava durgun ve gam yüklü. İliştim yağmurun kalbinin ortasına kurulmuş bankın ucuna. Kavşaktayım; insanlar yüzlerini arkasında bırakıp gidiyorlar. Çok hüzünlüyüm, her tarafımdan efkar akıyor. Buydum ben: Dünyanın yabancısı, her kesin uzağı. Mutlu olmak gibi bir niyetim yok, hiç olmadı; mutsuzluk gibi bir durumum da olmadı. Yabancı ve uzaktık; beklentisiz. İçimin ağrıyan yanı çoktu, yüzümü çevireceğim bir coğrafyam yoktu. Yağmur kuşları da beni terk ettiler. Defterlerimde uçmuyor artık eskisi gibi yağmur kuşları. Oysa güne gözlerimi onlarla açardım her defasında, günüm kapısını onlarla kapatırdım. Onlarda gün ötesi bir parçam vardı. Kitaplarda geçmeyen, insanlara ulaşmayan, tarif edilmeyen bir parçam.
*
Minik serçe yine “Geri Dön” diyor, çeyrek asırlık bir çığlıkla. Zaman değişiyor. Çeyrek asır evvel ben neredeydim, minik serçe neredeydi? Zaman gösterdi ki hiç aynı yerde duramamışız. Sadece bir yanılsama. Aynı yerde durduğunu sanıyorsun; alakası yokmuş. Çok alaka kurmaya çalıştım, boşunaymış. O içerideki minik serçeymiş, ben dışarıda yersiz yurtsuz yuvasız bir kuşmuşum. Uçuşlarımız bile hiç benzemedi. Evcil serçelerle sokak kuşlarının birbirine benzediği nerede görülmüş! Meğer aynı göğün altında bile uçmamışız. Benim göğümle dağların arasında hiç kimseler olmadı, onun evi ile göğü arasında çok şeyler vardı. Benim tanımlayamadığım, anlamadığım şeyler. Oysa anlayabilirdim. Bildiğim: Serçe ne sokak ölümünü bilecektir ne de sokak yaşamından haberdar olacaktır. Oldu olacağı bu.
* Sağ koluna anne ve babanın doğum tarihlerini yazdırıyorsun ayına, gününe kadar. Çocukluğun sonunda, gençliğinin başında, onlarla bütünleşmek istiyorsun her açıdan, hiç ayrılmamak üzere. Sonra büyüyorsun ve utanıyorsun bu yaptığından. Tarihleri silmek istiyorsun ama lazer ile silmek çok pahalı, param yok, diyorsun. Paran olsa sağ koluna yazdırdığın tarihleri hemencecik sileceksin; çünkü anne babanla arandaki saf çocuksu bağ gitmiş, yerini kan bağına bırakmış.
*
Plohicgen’den Wernau’ya dönerken yolda bir kaza olduğunu gördük. Trafik tamamen durmuştu. Kaza yapan araçların arkasındaki araçlar üç km kadar sıralanmıştı ve hepsi de sessiz sedasız aracının içinde trafiğin akmasını bekliyordu. İlk defa böyle bir şeye şahit oluyordum.
*
Dükkanda hikaye beklerken cama yaşlı bir kadın vurdu ve yarım asırlık hikayesini anlatmaya başladı. !970’de, önce kocası gelmiş, altı sonra da kendisi gelmiş. Sakaryalı Ayşe teyze, 75 yaşında. Üç çocuk büyütmüş, altı tane torunu var. Altı defa ölümden dönmüş; dört defa sara nöbeti geçirmiş, iki defa da felç inmiş.
Torunu Melisa ondan çiğ köfte istemiş. Dükkana sordu, yokmuş. Çiğ köfte için Esslingen’e gidecekmiş. Sohbete devam ettik, konu ölüm oldu ve şöyle devam etti: “Kocam öldüğünde Alman devleti cenazeyi alıp iki kişiyle birlikte Sakarya’ya götürdü ve defin ettiler. Çocuklarıma ve torunlarıma söyledim, ben ölünce arkamdan ağlamasınlar, mezarımın üzerine çiçekler eksinler.”
Buraya geldiğine pişman olup olmadığını soruyorum. “Hayır” diyor.
Ayşe teyze ile tanışma bana şunları düşündürdü: Önemli olan aramasını bilmek ve sabırla beklemek, edebiyle talep etmek. Sonrasında hikaye kendiliğinden kapını çalıyor. Yapman gereken kağıda dökmek. Hikaye bazen temmuzun kavurucu sıcaklarıyla gelir, bazen ağustos yağmurlarıyla gelir, bazen sonbahar yapraklarıyla gelir, bazen şubat soğuklarıyla gelir ama gelir. Avuçlarını açacaksın göksel kelimelerin altında. Avuçlarına dökülenler senin hikayen olacak. Avuçlarındaki kelimelerle başkalarının hikayelerine ulaşacaksın, başkalarını anlamaya çalışacaksın. Ulaşmak ve uzanmak, çok yakın olacak avuçlarındaki kelimelerle. Gerçekliğin avuçlarındaki kelimeler, hakikatin avuçlarının dışında kalan kelimelerdir. Aramakla, talep etmekle, gerçeklik ile hakikat arasındaki mesafeyi kapatacaksın, kendi hikayen ile başkalarının hikayelerini buluşturacaksın, yeni bir insan olacaksın yeni hikayeler eşliğinde.
*
“Çıldırtıcı bir sessizliği var buranın” demek istiyor yeğenim ama dili dönmüyor, kelimeleri kifayetsiz kalıyor. Almancasını da ben bilmiyordum. Hayat ve hareket eş değer görülmüştür çoğu yerde; ama burada hareket yok, hayatın belirtisi çok az. Almanlar görünmez olmuşlar, görünmeden yaşama ustalığı kazanmışlar. Oysa hayat harekettir. Her şey dışsal bir hareketsizlik ve içsel bir eylemsizlik üzerine kurulu; kimse kimseye ulaşamıyor burada, kimse kimseye sesini duyuramıyor, kimse kimseye gidemiyor. Ölü kuş uçuşlarıyla doldurulmuş hayatlar. Durağanlık her yeri kuşatmış. İnsanlar tek başına yaşamayı tercih ediyor. Kimsenin iki kişilik kavuşmalara ve ayrılıklara zamanı yok, buna gerek de yok. Öylesine değişik bir ülke olmuş Almanya.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)