Richard Bach’ın Martısı: Jonathan Livinsgton
Richard Bach, Martı Jonathan Livingston’da neyi anlatıyor? Çok sade ve basit bir ifade ile söylersek, ancak kendimiz olursak özgür olabiliriz. Hiçbir yere, hiçbir kimseye, hiçbir fikre, hiçbir gruba ait olmayacaksın. Bütün yıkımların sebebi, sırtını bir yerlere dayama ihtiyacıdır. Bir yerlere ait olmaya başladık mı yeteneklerimiz körelmeye başlıyor. Dışarıda olduk mu, özgürüz ve yeteneklerimizi geliştirerek kendimiz olmaya başlarız.
Bir sürüde açarız gözümüzü. Bir aile, bir orman, bir din, bir ırk, bir cinsiyet olabilir bu sürü durumu. Sürüyü arkamızda bırakıp yolumuza devam etmeliyiz. Martı Jonathan Livingston’ın yaptığı da bu değil midir? O sadece uçmayı seviyordu. Balık ve ekmek için ya da şan ve şöhret için yaşamak istemedi. O uçmayı seviyordu. Bunu nasıl başarmıştı martı Jonathan Livingston? Durak durak bakalım, dur durak bilmeksizin.
Birinci Durak: Martıların Dünyası
Jonathan Livingston önce sahilin ve teknelerin çok ötesinde, tek başına uçuş denemeleri yapıyor. Pelikanlar ve albatroslar gibi alçaktan uçma denemeleri yapıyor. Martılara ait uçuş tarzlarıyla yetinmiyor, başka kuşlara ait uçuş tarzlarını da deniyor. Tek bir tutkusu var: Öğrenmek. Aynen Sokrates gibi... Sokrates baldıran zehrinin içmeden az önce bir öğrencisinin elinde tanımadığı bir müzik aletini görür ve ondan kendisine öğretmesini ister. Öğrencisi “Öğreteyim ama sanırım bunu çalıp keyif alacak zamanınız olmayacak” der. Bunun üzerine Sokrates: “Evet bunu çalıp keyif alacak zamanım yok ama öğrenmenin keyfi var” der.
Annesinin “can güvenliği” ve babasının “ekmek sahibi olma” kaygılarını bir kenara bırakıyor ve umursamıyor Jonathan Livingston; çünkü biliyor ki kendini gerçekleştirdi mi, kendi gibi uçmaya başladı mı, can güvenliği ve ekmek sahibi olma problemleri kendiliğinden çözüleceklerdir.
Jonathan Livingston sayısız uçuş denemesi yapıyor. Düşüyor, yaralanıyor, üzülüyor ama asla pes etmiyor. Yenilgilerinden ve başarısızlıklarından güç alıyor. Diğer martılara inat karanlıkta uçuyor, karanlıktan aydınlığı, kendi ışığını çıkarıyor.
Jonathan Livingston öğreniyordu: Hız güçtür, hız mutlak zevktir, hız mükemmel güzelliktir.
Başarıyordu: Yeryüzünün akrobatik uçuş yapabilen tek martısıydı. Çünkü o istiyordu ve seviyordu. Ötesi yoktu. Ötesi olmamıştı. Uçmak için yaratıldığının farkına varmıştı ve bunun için de içindeki bütün yetenekleri seferber ediyordu. Sürüyü aklından çıkaralı çok olmuştu. Aklında sadece yeni uçuşlar, yeni bilgiler, yeni öğrenmeler, kısacası yeni keşifler vardı. Bunun karşılığında Martı Konseyi’nin kararı çok acımasızdı: Sürgün edilmek, dışlanmak, kovulmak. Jonathan Livingston umursamadı. Gerekçe: Martı Ailesi’nin gelenek ve göreneklerine aykırı hareket ettiği için Sarp Kayalıkları’na sürgünlük, bir başına yaşamak. Aynen Atina panteonunun Sokrates’in dinsiz olduğunu, gençlerin ahlakını bozduğu, düzene karşı geldiğini bahane ederek Sokrates’i idam cezasına mahkum etmesi gibi.
Onu üzen sürgünlük değildi. Onu asıl üzen şey, diğer martıların uçmanın keyfine varamamasıydı. Sokrates’i üzen de aynı şey değil miydi: Cehalet. Bilen insan kötülük yapmaz, demişti Sokrates. Bilmiyorlar onlar. Bu yüzden Atina’yı ata, kendisini de at sineğine benzetmemiş miydi Sokrates?
Sonra gecenin bir vakti iki martı geliyor ve Jonathan Livingston’a “Seni daha yükseklere, evine götürmeye geldik” diyorlar. Jonathan Livingston’ın buna cevabı: “Benim evim yok, bir sürüye ait değilim. Ben toplumda dışlanmış biriyim” (sayfa; 50) oluyor ve eve dönüyor, yani daha yükseklere uçmaya başlıyor. Daha yükseklere İkinci Durak var.
İkinci Durak: Seçilmiş Martılar Cenneti
Jonathan Livingston’ın ilk gördüğü şey, martılarının sayılarının az olmasıydı. Az sayıdaki martının tek gayesi: Uçmada kendilerini aşmak ve mükemmelliğe ulaşmak. Martı Sullivan Jonathan Livingston’a soruyor: Buraya gelmek için kaç bin yaşamı geride bıraktığımızı biliyor musun? Mükemmellik binlerce yaşamı arkada bırakmaktır. Martı Jonathan Livingston ise Seçilmiş Martıların Cenneti’ne ulaşmak için binlerce yaşamı yaşamak zorunda kalmamıştı, her şeyi bir kerede öğrenmişti. Gerçekten de bu nasıl olmuştu? Böyle bir şey mümkün müydü? Ne demişti Delphi tapınağının kahini: Dünyanın en bilge kişisi Sokrates’tir; çünkü o bilmediğini biliyor, kendini tanıyor. Bu yüzden biz de tapınağının giriş kapısına yazmadık mı: Kendini bil! Sokrates mutlak bilgi sahibi olmak için çıkmıştı yola. Jonathan Livingston ise mükemmel uçuşunu yapmak için sürüsünü terk etmişti. Sonuçta ikisi de özgürlük için yola çıkmışlardı, otoritelere baş kaldırmışlardı. Bilmek özgürleştirir, özgürlük bilgeleştirir, demişlerdi.
Ne diyordu Chiang: “Cennet bir yer, bir mekan değildir, bir zaman dilimi değildir. Cennet öğrenmektir, mükemmelliktir.” (Sayfa; 60). Ve eklemişti Chiang: “En iyi hıza ulaştığın an, cennete de ulaşmış olacaksın. Mükemmel hıza ulaşmak, orada olmak demektir.” (Sayfa; 60). Yine Chiang: “Uçmak için inanca ihtiyacın yok, sadece uçmayı anlaman yeterli.” Buna karşılık ne diyordu Jonathan Livingston: “Ben sınırları olmayan, mükemmel bir martıyım.” (Sayfa; 72).
Jonathan Livingston öğrenmişti kuralı: “Başarmak için ne yaptığını bilmek gerekir.” (Sayfa; 73). Bu yüzden de Sullivan’dan iltifat aldı: On bin yılda bir görülen bir öğrenme aşığı. Seçilmiş Martılar Cenneti’nde Chiang’tan çok şey öğrendi Jonathan Livingston. Chiang’ın son sözleri de sevgi oldu: Sevgiyi sakın ihmal etme. Jonathan Livingston’ın Chiang’tan asıl öğrendiği ise geri dönmekti. Nasıl Chiang geri dönüp Jonathan Livingston gibilerine öğretmenlik yapmışsa Jonathan Livingston geri dönecekti; çünkü o bir öğretmen olarak doğmuştu. Sullivan’ın olumsuz yaklaşımına rağmen o geri döndü ve ilk öğrencisi de martı Fletcher Lynd oldu. Sokrates de en iyi öğrencisi Platon’a göstermemiş miydi: Mağaradan çıkacaksın, sonra içerdekilerin kendi görünmez zincirlerini kırmaları için geri döneceksin. Jonathan Livingston geri dönmüştü ve tek bir amacı vardı: Bildiklerini öğretmek. Bu da bizi üçüncü durağa getiriyor: Okul.
Üçüncü Durak: Okul
Jonathan Livingston ilk öğrencisine ilk dersi açık ve nettir: Kararlı ama yumuşak olmak. Üç ayın sonunda Jonathan Livingston’ın Henry Calvin, Martin William, Charles Roland gibi öğrencileri oluyor. Sonradan Terrence Lowell ve Kirk Maynard da katılıyor. Jonathan Livingston onlara uçma hakkında dersler veriyordu. Misal: “Hepimizde gerçekte, mükemmel martı olma düşüncesi, sınırsız bir özgürlük düşüncesi var. Uçma konusundaki hassaslık, bizim gerçek doğamızın bir ifadesidir. Bizi sınırlayan her şeyi bir tarafa atmalıyız. Hız artırma çabaları, alçaktan uçuş, akrobatik hareketler, işte hepsinin nedeni…” (Sayfa; 91). Sokrates de felsefeyi gökyüzünden yeryüzüne, insanların evine, hayatına sokmamış mıydı? (Cicero).
Fakat onlar onu dinlemiyor ve Jonathan Livingston sürüsüne geri dönme kararı alıyor. Jonathan Livingston on bin yıllık sürgün kararını hiçe sayıp geri dönüyor ama bir farkla: Parçası olmadığı sürünün kurallarını kabul etmediğinin farkında olarak. Martı sürüsü Jonathan Livingston ve öğrencilerinin yaptıkları karşısında gözlerine inanamıyorlar ve tersinden söylersek onlar sadece gördüklerine inanıyorlar. Halka genişliyor, okul ekolleşiyor. Aynı Sokrates’in öğrencisi Platon’un Akademia’sını kurması gibi. Ne diyordu Yüce Martı Yasası: Özgürlük kendi olmaktı, kendi olmak özgürlüktür.
Öğretmen Jonathan Livingston anlatıyordu öğrencilerine: “Uçmak bir martının en doğal hakkı, özgürlük onun doğasında var ve bu özgürlüğü engelleyecek ne varsa; gelenekler, batıl inançlar ya da herhangi bir şekilde sınırlamalar, tümü bir kenara bırakılmalıdır.” (Sayfa; 98).
Öğretmen Jonathan: “En doğru yasa bizi özgürlüğe götürecek olandır. Başka hiçbir şey değil.” (Sayfa; 98).
Ve ilk yanlış anlaşılmalar, efsaneleştirmeler, gerçeklerden uzaklaşmalar, hakikatten kopuşlar. Fletcher Jonathan Livingston için “Yüce Martı’nın oğlu” diyor. Jonathan yerini yüksek bilinç düzeyine sahip Fletcher’e bırakıyor ve yeni şeyler öğrenmek için gidiyor. Tabi öğretmenliğin hakkını vererek. Misal: “Gerçek martıları, onların her birinin içindeki güzellikleri görmeye çalışmalı, bunu onların da görmesine yardımcı olmalısın. Sevgiden kastettiğim şey bu benim. Bu işin sırrını çözdün mü, gerçekten sevebilirsin.” (Sayfa; 107).
“Hakkımda saçma sapan söylentiler çıkarmalarına ya da beni Tanrılaştırmalarına sakın izin verme, olur mu Fletch? Ben, belki de sadece uçmayı çok seven bir martıyım…” (Sayfa; 108).
“Başlarken bilmeniz gereken, bir martının sınırsız bir özgürlük düşüncesine ve Yüce Martı düşüne sahip olduğu, bir kanat ucunuzdan diğerine tüm bedeninizin onun hakkında düşündüklerinizden başka bir şey olmadığıdır.” (Sayfa; 108-109).
Dördüncü Durak: Safsata
Artık ters uçmak ve takla atmak, can güvenliği ve ekmek sahibi olmak kadar sıradanlaşmıştır. Fletcher ve Jonathan’ın diğer öğrencileri Jonathan’ın fikirlerini yaymak için canla başla çalışıyorlardır. Mükemmelliği zorlayan martılar kayboluyordu Jonathan gibi. Şatafatlı bir altın çağ yaşanıyordu. Törenler ve ritüeller her şeyin yerini almıştı. Martı Jonathan Livingston kutsallaştırılmıştı ve onun öğrettiklerinin ruhuna tamamen aykırı bilgilerin peşine düşmüşlerdi yeni nesil martılar. Öz gitmişti, şekilcilik ve ezbercilik gelmişti. Jonathan Livingston’ın öğretisiyle hiç alakası olmayan bir ekolleşme ortaya çıkmıştı. Bu yeni ekolleşmede sadece içi boş törenler, kuru vaazlar, devasa tapınaklar ortaya çıkmıştı. Sonunda şöyle bir ritüel ile her şey ifade edilir oldu: Her şeyle bir olmak için mezarlara bir çakıl taşı atıp hüzünlü bir konuşma yapmak.
Katı kurallar ve dini seremoniler alıp başını gidiyordu.
İlk Yedi Öğrenci’yi kim ortaya atmıştı?
Bir Olma Kayası da neyin nesi oluyordu?
Yetenekli Kutsal Öğrencileri kim, nasıl belirlemişti?
Pürüzsüz çakıl taşı nasıl Jonathan Livingston’ın öğretisinin sembolü olmuştu?
Resmi Sürü Öğrencisi ya da Resmi Yerel Öğrenci de nedir?
Tereddüt etmeden sürüsünü terk eden Jonathan’ın öğretisinde neden Resmi Öğrenciler ortaya çıkmıştı?
Jonathan’ın kumtaşından gagayla yontulmuş ve büyük mor deniz kabuklarından hüzünlü gözler eklenmiş resimlerini sahil boyunca, her mezara ve her mezar kopyasına kim koymuştu?
Sonuçta martı Jonathan Livingston ismini reddederek onun sürüye getirdiği mesajı uygulamaya başladılar.
Son Durak: Ötekilerin Dünyası
Martı Anthony ortaya çıkıyor. Jonathan Livingston ismiyle kemikleşmiş bütün adetleri ve merasimleri reddediyor, kendi olma yolunu tercih ediyor, aynen Jonathan gibi. Sonra, “Sen kimsin?” diye soruyor, martı Anthony.
Bana “Jon” diyebilirsin, diyor martı Jonathan Livingston. Aynen Sokrates’e “İnsanlığın Filozof Ebesi” der gibi.
Not: Bu yazı Richard Bach’ın Martı Jonathan Livingston kitabından ilhamla yazılmıştır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)