İsrail-Filistin savaşı, bitmeyen kriz oyunu
Günümüzün İsrail Başbakanı Netanyahu için Yahudi kavmine ve dünyaya bela olmuş bir “Deccal” denilebilir. Fitne ve ihanet yaymaktadır. Hamas’ın “Aksa Tufanı” saldırısı öncesi İsrail halkı ile ”yargı reformu” ekseninde yaşadığı sorunlar şimdilik unutulmuş olsa da Netanyahu kendi halkına zulmü reva gören ırkçı, katı ve kötü bir liderdir.
Hamas ise ayrıntısına girmeyeceğim ama sütten çıkmış ak kaşık değildir. İsrail ‘in ihtiyacı olan atraksiyonları, İsrail Hükümetinin istediği zamanda “sipariş” üzerine yapabilen bir örgüt görünümü var. Ve zannımca “Aksa Tufanı” da böyle bir çıkış. Misalen, saldırı sırasında İsrail’in çok katmanlı güvenlik sistemi elektrikler kesildiği için mi çalışmadı. Bu düpedüz yalan.
Zaten hep böyle olur, ya İran, ya birileri, ya da unutulmamak için Hamas kendisi Gazze’den bir iki roket atar İsrail köpürür, bombalar yakar yıkar. Müslüman devlet başkanları açıklama yapar. Şeyhler nara atar, İsrail’e beddua eder. Solcular emperyalizmi, kapitalizmi ne varsa kınar. Bir diğeri “ümmetin önünü açın” Yahudileri keselim der. Bütün bunlar olur ve sonra ortalık yatışır. Derken bir süre sonra, başı ve sonu belli bir çatışma yine başlar. Belki de hiç çıkmayacak “büyük savaşın” suni beklentisi içerisinde, kamuoyu sürekli diri tutulur, örgütler ekmeklerine yağ sürer vesaire vesaire.
Herkesin işine yarayan böylesi bir durumda da olan, mazlum Filistin halkı ile işgalci konumdaki gariban Yahudi halkına olur. Bu arada, 21 Ekim’de Kahire’de yapılan zirveye benzer birkaç “barış zirvesi” toplanır ve -merak etmeyin- uzun vadede ABD ve İsrail’in kazanacağı formüller üzerine anlaşıp dağılırlar.
Bunun dışında Hamas’ın, İran ile lojistik ihtiyaçları dışında dini bir ilişkisi yok. Dolayısıyla, Sünni ve İhvan Hareketine yakın Hamas’ı, Şii Lübnan Hizbullah’ı ile karıştırmamak lazım. İran’ın bölgedeki adamı Hizbullah. Hatta antrparantez belirteyim: Eğer ortada bilmediğimiz bir İsrail- ABD planı varsa, yani Hamas saldırısı yapılırken hava savunma sistemi İsrail tarafından devre dışı bırakılmışsa; asıl hedef Hamas değil de Lübnan ve Lübnan Hizbullah’ı da olabilir. Ya da olay birdenbire o yöne, bölgede yeni bir dizayn yönüne evrilebilir. Aslında buna da en çok Körfez Arapları sevinir. Hatta bu konuda İsrail ve ABD ile Körfez Arapları ittifak halindedir. İran’ı Yemen'den ve Lübnan’dan atma girişimi bile bu son krizle gündeme gelebilir. Yoksa Gazze şeridine sıkışmış Hamasın arada birkaç roket fırlatması olsun kimin için ve neden tehdit olsun ki? Ayrıca sizce Hamas ciddi bir tehdit olmadığını bilmiyor mu?
Aslında son “kriz oyunu”nu büyümeden kapatmak, İran dâhil bütün bölge devletlerinin işine gelmektedir. Arap ve Müslüman devletlerinin sert açıklamalarına bakmayın, onlar içeriye propaganda yapmaktan başka bir şey değil. Sadece -İran hariç- bölgedeki ülkeler değil, Akdeniz’de kıyısı bulunan Fas, Cezayir, Tunus gibi bütün devletlerin İsrail ve ABD ile yoğun ticari ve siyasi ilişkileri var. Bu cümleden devamla en azından ticareti ve siyasi çıkarları korumak adına bölge devletlerinin baskısıyla ne yapıp edip tekrar “güvenlik” sağlanır diyorum.
Biraz ayrıntıya girelim: Mesela, Mısır, İsrail, Yunanistan, Kıbrıs, İtalya ve Ürdün'ün “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” çerçevesinde ürettikleri gazı AB’ye, Afrika’ya satma gayretindeler. Gaz işini kıvırmak için İsrail ve Arap devletleri arasında kurulmuş birçok şirket mevcut. Dolayısıyla enerji meselesinde yeni bir dönemin kıyısındayız. Petrol-dolar artık “Gaz” dolar olacak.
“Aksa Tufanı” ve Gazze’nin işgali olayının çok uzun sürmeyeceğini, bölgesel bir çatışmaya dönüşmeyeceğini gösteren, ticaret dışında kalan siyasi ve askerî konular da var elbet. Siyasi açıdan sadece Trump döneminde “Yüzyılın Planı(2020)” olarak açıklanan ve devamında Kudüs'ü, İsrail’in başkenti yapan ve Arap ülkelerine “barış ve refah” önererek İsrail’i askeri açısından güvenceye alan İbrahim protokollerinden bahsetmek gerekir. Açıklamalar ve metinler arşivlerde duruyor isteyen bakabilir.
Askerî açıdan bakıldığında ise herkesin bildiği gibi ABD’nin Orta Doğu’da yaptığı her eylemin “İsrail’in güvenliği” ile ilgili boyutları vardır. Zannımca Suriye iç savaşı da sonuçları itibariyle bu “İsrail’in Güvenliği” durumuna hizmet etmiştir. Mesela makarayı biraz geriye alıp Suriye savaşının başladığı dönemlerden ilerlersek görürüz ki Suriye’de yaşayan -Şii ya da Sünni fark etmez- ilerde İsrail’in başını ağrıtabilecek bütün güçler iç savaş bahane edilerek Suriye’den çıkarıldı. En cengâver Sünni radikaller aileleri ile birlikte Türkiye’ye, geri kalanlar ise Lübnan’a ve Ürdün'e gönderildi. Suriye yarı yarıya boşaltıldı, 8 milyon insan Suriye dışına çıkartıldı. Böylece İsrail için tehdit oluşturabilecek geniş bir insan kitlesi, Suriye’den ayrılmış oldu. Ve bu radikallerin Suriye’ye dönmesi ile ilgili de ABD'nin kafasında bir şey yok. Savaş bahanesiyle radikalleri uzaklaştırdılar birde geri mi alsınlar. Gerçek bu.
Gözden kaçan bir şeyi daha belirtmekte yarar var: Zannedildiği gibi askeri olarak ABD, Suriye ‘de sadece Rojava bölgesine yerleşmedi. ABD, kendi askeri üslerinin bir kısmını da Güneydoğu Suriye’ye, İsrail’in diğer komşuları olan Lübnan ve Ürdün’ün hemen ensesine konuşlandırdı. Bu durum İran’dan lojistik yardım alan Lübnan Hizbullah’ı için ciddi bir tehdit aslında. O yüzden Lübnan Hizbullah’ı kıpırdayamıyor bile. Yakında ABD’nin Lübnan’a abluka, hatta Lübnan’ı bölme girişimleri başlarsa şaşırmamak gerekir. Durum böyle olunca haliyle İranlılar da çok kızgın oluyorlar tabii.
Son olayların çok alevlenmeden söneceğine inanıyorum demiştim, bu inancımın bir başka sebebi de sağduyu meselesi. Eğer sağduyulu davranılmayıp ateş harlanırsa, çok uzun ve karmaşık bir döneme girilebilir. ABD ve Avrupa da dâhil dünyanın her yerinde Müslüman- Yahudi, Müslüman -Hristiyan çatışmaları başlar. Dolayısıyla S. Huntington’un medeniyetler çatışması, medeniyetler savaşına dönüşü verir. Bunu göğüslemeye sizce hangi devletin gücü yeter. Bence en az bin yıl sürecek bir savaşı götürecek devlet ya da organizasyon yok ortada.
Netanyahu’ un çatışmaların ilk günlerinde ilan ettiği “savaş” bölge devletlerine sıçraması halinde (örneğin Lübnan) ise iş tam bir kaosa döner. Kürtler dahil bölgede yaşayan her topluluğun, devletin gündemine, birdenbire din-mezhep çatışması gelip yerleşir. Öyle bir durumda tarafsız kalalım, bizi ilgilendirmez, İsrail-Filistin meselesinden bize ne diyen herkes yanılır. Kimse bu tip bölünmüşlüklerin dışında kalamaz. Mücahit olmaya dünden razı her ülkede binlerce “fedai” var. Olası bir savaş ortamının sonunda bağımsızlık vb. hayali kurmak da zannımca pek akla yatkın değil. Her yer yanarken, tutuşurken tabi ki bizde yanarız.
Son cümle olarak şunu söylemek istiyorum. Dünya, mevcut krizi savuşturacaktır. Ben kısa bir süre sonra geçici bir “sulh” bekliyorum. Olur da beklentimizin tersi gelişir, kriz derinleşir ve alevler bölgeye sıçrar ise ortaya çıkacak durum asla basit bir egemenlik savaşı, enerji ya da ticaret savaşı falan olmayacaktır. Medeniyetler, dinler savaşı boyutuna hızla dönebilecek bir potansiyelin ortaya çıkması halinde, kazanan olur mu? Yani, kıyametin habercisi boynuzdan yapılmış Sûr, üflenmeye başladığında, sizce geriye ne kalır?
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)