Trump ile Erdoğan’ın Kürtlerin sırtındaki danışıklı dövüşü

Geçtiğimiz günlerde yüzlerce Rojavalı sivil, dünyanın gözleri önünde savaş kurbanı oldu. Bu insanların tek suçu, resmi politikaları Kürtlerin statü kazanmasına karşı mücadele etme üzerine kurgulamış devletlerin sardığı bir toprak parçasında dünyaya gelmiş olmalarıydı. Kadın çocuk, Müslüman ve Hristiyan yüzlerce insan bu savaşın kurbanı oldu, dünya ise sadece fotoğraflarını Retweetlemekle yetindi.

Bu korkunç görüntüler bir tiyatro sahnesi gibi bizlere gösterildi. Kapalı kapılar ardından ise büyük oyun yeniden yazılıyordu. Oysa çocuklar rol gereği değil, gerçekten ölüyorlardı, şehirler gerçekten boşaltılıyor ve hayat bir vatan üzerinden gerçekten silinmeye mahkûm ediliyordu. Durum bu kadar içler acısı iken küresel ve bölgesel güçler pervasızca denklemleri yeniden karalamakla meşguldü. Devletler, pastanın hangi bölümünü alırım hesaplarının peşine düştüler. Gelin hep birlikte perdenin arkasında olan bitene bakıp gerçekleri görelim.

Hikayenin gerçek yüzü şu şekilde: Trump, iç politikada baş aşağı yuvarlanıyordu. Dururumu öyle bir hale aldı ki azledilmesi bile konuşuluyordu. Bir taraftan ülke gündemini değiştirecek, diğer taraftan ise kendisi, söyledikleri ve yaptıkları tek ilgi odağı olacak, herkesi onu konuşacak hale getirecek büyük bir gelişmeye ihtiyacı vardı. İster iyi konuşsun ister kötü konuşsun, önemi yoktu. Zira o gözler kendisine kilitlenmişken, başkanlık yarışı propagandasına start verecekti. Bu sözlerim Erdoğan için de geçerli çünkü o da iç politikada darbe almış, git gide oy kaybediyordu. Bir taraftan İstanbul ve Ankara gibi büyük kentleri seçimde kaybetmişti, diğer taraftan partisinden kopmalar başlamış ve iki partinin kurulması gibi ciddi meseleler gündemi meşgul etmeye başlamıştı. Erdoğan’ın da yeni bir gündem yaratarak bütün toplumu kendi etrafında toplayacak bir gelişmeye ihtiyacı vardı. Rusya yönetimi ise iki başkanın durumundan haberdar ve onları düştükleri bu girdaptan kurtarmak için kolları sıvadı. Tabii ki sırf onların hatırı için değil, bu vesileyle Rusya, uluslararası alanda büyük bir kazanım elde edecekti.

7 Ekim 2019’da beklenen oldu ve Trump ile Erdoğan telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşme sonrasında kendilerini kurtarma operasyonunu fiilen başlatmış oldular. ABD yönetimi, askerlerini Suriye’den çekme kararı aldı ve yerini Türkiye ordusuna bıraktı. Başka bir deyişle Trump ABD’nin dış politikadaki itibarını kendi başkanlık yarışı kampanyasına kurban etti. Trump’a karşı muhalif sesler yükseldi ve kısa sürede Trump ülkenin gündemine oturdu. Kendisi de esasen bunu amaçlıyordu. Ülkenin tamamı Trump’ın nasıl bir tutum sergileyeceğine kilitlenmişken o, kampanyasını başlatmış oldu. Sloganı bile hazırdı: ‘Bitmeyen Savaşları Bitirmek.’ ‘Amerikan askerleri evlerine geri dönüyor’ propagandası dışında, bir de tam bir medya kaosu oluşturarak, Kürtlere sırt çevirdiği için kendisine yöneltilen eleştirilerden kendini aklamaya çalıştı. Bir taraftan Türkiye karşı hayali bir savaş açarken, arada bir de Kürtlere çakıyor ve üstün zekalı olmadıkları her hallerinden belli kendi seçmenine ‘Kürtlere sırt çevirmenin abartıldığı kadar kötü bir şey olmadığı’ fikrini aşılamaya çalışıyordu.

Erdoğan da HDP hariç bütün partilerin oyuyla Meclis’ten tezkeresini geçirdi ve ‘başkomutan’ olarak bizzat savaşı yönetmeye başladı; Türkiye’de adına savaş demenin yasak olduğu, ‘barış harekatı’ ya da ‘Barış Pınarı’ denmesinin gerekli olduğu savaş. Diyanet İşleri Başkanı da sarığı ve cübbesi ile Erdoğan’ın ‘Muhammedi Ordu’ olarak adlandırdığı TSK ile omuz omuza savaşan Suriye muhalif güçlerin zaferi için dua etti, camilerde Fetih suresini okuttu. Ancak sivil katletmekle, katliam yapmakla, ele geçirdiği yerleri yağmalamakla suçlanan bu ‘ordu’yu görüntüleri ve yaptıkları ile IŞİD’den ayırt etmeniz mümkün değil. Yeni Akit gazetesi de ‘Gidin ve küffara söyleyin; Muhammed'in ordusu geri döndü!’ diye manşet atıyordu. Bu radikal dinci ‘ordu’nun dünya üzerindeki tehdidini görmemek için kör olmak gerek. Ancak bu sefer NATO üyesi bir devletin himayesi ve Erdoğan’ın emrinde ‘dönüyordu.’ Bütün olup bitenler şöyle dursun, bu senaryo sonucu Erdoğan kaybettiği oyların en az yarısını geri kazanmıştı.

Amerika’da Trump, Türkiye’de ise Erdoğan iç politikadaki amaçlarına ulaşmıştı, ancak Erdoğan’ın ‘Muhammedi Ordu’su sahada yaptığı o kadar manevraya rağmen bir arpa boyu yol alamıyordu.

Erdoğan ile bir danışıklı dövüş içinde olan Trump bir kez daha imdada yetişti ve Türkiye’nin savaş meydanında elde edemediğini, 17 Ekim 2019 günü masada altın tepside sundu.

DSG liderleri Trump ile Erdoğan arasındaki bu danışıklı dövüşü erken çözmüş olsa gerek, Suriye rejimi ve Rusya ile uzlaşma yoluna gitti. Bu adımı Rusya zaten bekliyordu ve bunun için hazırlık yapmıştı. Sonuç ne oldu? Suriye tamamıyla Rusya’nın hegemonyasına geçerek ABD denklemden çıkmış oldu. Başka bir deyişle Rusya ve müttefikleri bu savaşın kazananı oldu. ABD de devlet olarak birinci derecede kaybeden ülke konumuna düştü. Trump ile Erdoğan ise kendilerini kurtarmak için gereken taktiksel kazanımlar elde etti.

Mevcut durumda Suriye’deki Kürtlerin akıbeti ve Erdoğan’ın bölgede demografik yapıyı değiştirme fantezisi Putin’in iki dudağının arasında. Yarın (22/10/2019 günü) Putin - Erdoğan görüşmesinde, Putin, “Suriye Ordusu bizim gözetimimizde, Serêkaniyê ve Girê Spî’ye dönecek, Türkiye-Suriye sınırlarını biz koruyacağız” diye bir tutum sergilerse, her ne kadar Türkiye’de yine zafer kazanmış olarak görünse de, Erdoğan’ın Rojava’dan Kürtleri silme fantezisi ve hayali suya düşecek, Kürtler de daha az bir zararla, en azından toprakları Türkiye işgaline girmeden, bu meseleden çıkmış olacak. Rojava’nın akıbeti ise Şam ve dolayısıyla ile Moskova ile yapılacak müzakerelerde belirlenecek. Ancak eğer Putin, Türkiye’ye 32 kilometre boyunca Rojava’ya girmesine yeşil ışık yakarsa, Kürtler büyük bir darbe almış olacak. Öyle ki dört parçada, bu darbenin etkisini iliklerimize kadar hissedeceğiz ve Güney Kürdistan kazanımları bile tehdit altına girecek. Bu nedenle Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve Kürdistan Bölgesi’nin ilk günden itibaren, Rusya ile yürüttükleri müzakereler hayati önem taşıyor.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)