Süleyman Şah ve Şeyh Said Piran: Aynı hikayenin iki yüzü

Sirwan Rehim

M.S. 1225 yıllarında Asya'daki Türk boylarından biri Hazar Denizi'nin kenarından Halep bölgesine doğru geldi. Bu boyun adı Kayı Boyu idi. Bu boy, toprakları olmayan, sürekli yer değiştiren ve sonunda bir yerleşim alanı kurmak isteyen göçebe bir boydur. O dönemde bu Türkmenler, ünlü hükümdar Selahaddin Eyyubi'nin soyundan birinin hükmettiği Halep bölgesine ulaşır. Selahaddin'in soyundan gelen bu hükümdar El Aziz’dir ve hükümdarlığının başkenti Halep’tir. Kayı boyunun lideri Süleyman Şah'tır. Süleyman, Türk tarihinde hâlâ bir cesaret efsanesi ve yenilmezliğin sembolü olan Ertuğrul'un babasıdır.

Bir kaç yıl süren yerleşim ve göçebe yaşamın ardından, Süleyman Şah ilerleyen bir yaşta Halep'e yakın bir bölgede Fırat Nehri'nin kenarında, Ertuğrul ve oğlu Gündoğdu ile birlikte yaşarken sağlık durumu kötüye gider. Süleyman Şah, burada hayatını kaybeder ve çocukları onu Halep'in yakınlarına defneder. Bu bilgiler, ayrıntılı bir şekilde "Diriliş Ertuğrul” adlı 150 bölümlük dizide yer alıyor. 1299 yılında Ertuğrul’un oğlu, yani Süleyman Şah’ın torunu Osmanlı Devleti’ni kurar.

Osman’ın dedesi Süleyman Şah’ın mezarı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı 1922 yılına kadar Türk toprakları içinde yer alıyordu. Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, 1923 Lozan Antlaşması ile Suriye Fransız mandasına verilmiş ve Türkler ile Fransızlar arasında, mezarın Suriye topraklarında kalması konusunda bir anlaşmaya varılmıştır. Ancak bu anlaşma, mezarın Türk yönetiminde kalmasını garanti etmiştir.

 1925 yılında, yeni Türk hükümeti Süleyman Şah’ın mezarını Suriye topraklarında bırakmış ancak Türk askerleri, mezarı koruma görevini üstlenmiştir.

13 yıllık Suriye'deki iç savaş sürecinde, mezar Türkiye askerleri tarafından korunuyordu. Türk askerleri ve mezarı koruyan ekip 15 günde bir görev değişimi sürecinde Kobani şehrinin içinden gelip geçiyordu. Türk askerlerinin bu görev değişimi esnasında Rojava'daki Özerk Yönetim kendilerine kolaylık sağlıyordu. Hatta 2015 yılında, Suriye iç savaşı nedeniyle Türkiye mezarını Kobani'nin Eşme köyüne taşıdı ve Rojava Özerk Yönetimi bu iş için kendilerine yardımcı oldu.

Son dönemde General Mazlum Kobani şöyle bir açıklama yaptı: “Biz daha önce olduğu gibi şimdi de Süleyman Şah türbesinin taşınması için işbirliği yapabiliriz.” İnsan, mezarlar ve tarih ile ilgili böyle hakkıyla, insani ve onurluca davranmalı.

Bu hikayenin bir yüzü, diğer yüzü ise şöyle:

Süleyman Şah’ın mezarına ve o mezarın tarihine saygıya karşı, Süleyman Şah'ın ölümünden yüzlerce yıl sonra, bundan yüz yıl önce 1925 yılında, Türkiye'nin yeni yöneticileri Şeyh Said-i Piran'ı idam etti. Şeyh Said 29 Haziran 1925'te Diyarbakır'da idam edildi, ancak yüz yıldır hâlâ kimse Şeyh Said-i Piran'ın mezarının nerede olduğunu bilmiyor. Şeyh Said'in çocukları, torunları ve tüm Kürt halkı, Mustafa Kemal'den ve Türk yetkililerden Şeyh Said Piran'ın mezarının yerinin açıklanmasını talep etti ancak bugüne kadar bunu yapmadılar, yapmıyorlar. Süleyman Şah sizin için ne kadar önemli ve kıymetliyse, aynı şekilde Şeyh Said de Kürtler ve Kürdistan için önemlidir.

İşte bu güç ve hükümranlığın yöntemidir; ben varım, hükmedenim, seni yok ederek daha da güçlenmeliyim. Sen de daha güçsüz ve çaresiz kalmalısın ya da yok olmalısın.

Aynı ses, aynı düşünme ve aynı sistemdir; sadece her Şeyh Said'in mezar yerini gizlemekle kalmıyor, milletlerin varlığını da inkâr ediyor. Ağzını her açtığında demokrasiden dem vurup terörsüz ve adaletle dolu bir bölge istiyor ve kendisini de “terör kurbanı” olarak tanımlıyor. Akli dengesi yerinde olmayanlar her zaman olguları tersinden görürler.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)