1.
“Kürtlerde Felsefe Geleneği”ni işlerken haliyle ilk önce felsefenin temel özelliklerini ve filozofun nasıl bir kişilik ve karaktere sahip olduğunu kendi yaklaşımımızla, fazla detaya boğmadan ortaya koyacağız. Tarih boyunca filozof ve felsefe üzerine sayısız tanımlar yapılmıştır. Burada bunları tekrar etmeyeceğiz. Yine kendi cephemizden bu iki temel kavramı soruşturacağız. Belki de öncelikle felsefenin ne olmadığını, filozofun da kim olmadığını serimlemek gerekmektedir.
Her şeyden önce felsefe tarihini işlemek felsefe yapmak değildir, felsefe tarihini ve filozofik düşünceleri yazanlar, anlatanlar da filozof değildir. Bu tavra sahip olanlar, felsefe tarihçisi ve felsefe/ci olabilirler. Öncelikle filozofu filozof yapan en temel şey, onun düşünmeyi düşünmesi ve “şey” üzerinde düşünüp onu bir soruşturmaya tabi tutarak radikal, kimsenin sormaya cesaret edemediği soruları sormasıdır. Bu yönüyle filozof analitiktir, eleştireldir, sorulmayanı soran ve sorgulayandır; efsane ve masal anlatmaz; din adamı değildir, vaaz vermez; o, bir mit anlatıcısı da değildir. Felsefenin temeli, esaslı “sorular” ise filozofun temel özelliği ve özgünlüğü de tüm var oluş biçimlerine esaslı “sorular” sormasıdır.
Felsefe, mitos ve din değildir; tüm bilgi sistemlerinden beslenen, farklı bilgi bloklarını yeri geldiğinde yapı sökümüne uğratıp geçersiz kılan, yeri geldiğinde de bu farklı bilgi bloklarını sentezleyerek yeni inşalar gerçekleştiren akli bir faaliyet, rasyonel, nazari, gerekçeli ve tutarlı düşünmenin ürünüdür. Yani felsefe, filozofik bir üretim olup kendinden menkul bir sistem değildir. Felsefe tamamlanmış, bitmiş bir sistem değil, önü her zaman açık olan düşünsel bir eylemdir. Sistemleşmiş gibi görünen felsefi akımlar dahi bu açıdan nihayete eren sistemler değildir. Zaten tarih boyunca ortaya çıkan felsefi akımların her zaman tartışma konusu olması da onların önü açık düşünsel faaliyetler olduklarını imler. İnsanlık tarihi boyunca ortaya çıkan dinler, mistik, mitolojik, edebi vb. akımlar ise önü kapalı sistemlerdir. Bu sistemlerin varlıklarını devam ettirip ettirmemeleri de felsefi soruşturmalara ne kadar açık olduklarıyla bağlantılıdır. Ufkunu akla ve düşünmeye tamamen kapatan sistemler, kendi dönemleri için çözümler üretmiş olsalar da sonraki dönemler için bunlar artık birer kutsal, kült, dogma, mitos, efsane vb. olurlar. Çünkü akıl ve düşünmenin önü artık kapatılmıştır. İşte tam da burada, bunların donmalarını ya da ölümlerini engelleyecek tek şey felsefi düşüncedir.
Felsefe, mitosa karşı logosun direnişidir. Mitosun afyonuna karşı logosun başkaldırmasıdır. Mitos efsaneyi ve miti, salt korkudan beslenen bir duygulanım içinde gerekçesiz ve tutarsız ortaya koyarken; logos gerekçeli konuşur, iç ve dış tutarlılık arar, nazari düşünmenin temel ilkeleriyle hareket eder. Logos, nazari düşünmeye dayalıdır; mitos ise travmaları bastırmak için güvenlik merkezli düşünerek logosu kilitlemeye çalışırken logos buna karşı rasyonel delillerle cevap verir. Logos, hem fiziksel gerçekliğe hem de metafiziksel olguya dair var oluş biçimlerini çözümleyip anlamaya çalışırken, mitos ise bunları kutsal, dokunulmaz bir haleyle çevreleyerek cam bir fanusun içine koyup onu irrasyonel alana çeker. Dolayısıyla burada öncelikli olarak realite ve rasyonalite değil, irrasyonalite hâkimdir. Logos, varlığın bağrına derin sondajlar yaparak onu rasyonel bir zemin üzerinden inşa ederken mitos ise varlığı buharlaştırır. Tarih boyunca filozoflar, mitosun bu yapısını ortadan kaldırmanın düşünsel mücadelesini vermişlerdir. Özetle felsefenin ve filozofun bir görevi varsa –ki bize göre vardır- o da tüm bilgi sistemlerindeki, dinlerdeki, mitoslardaki “hurafeleri ve irrasyonaliteleri” demitolojizasyonla yapı söküme uğratmak ve akla rasyonel düşünme alanları açmaktır. Burada “Filozofun işlevi nedir?” sorusu devreye girer. Filozof, mitosa karşı logosun safında yer alarak var oluşu her yönüyle kuşatan ve buna dair kavramlar üreten, önü açık sistemler kuran ve bununla topluma da yön veren kişidir. Derrida'nın yerinde tespitiyle "piç mitosa” karşı filozof, logosun onurlu bir şövalyesidir. Filozofun en büyük özelliği, Deleuze'un deyimiyle "Filozof kavram avcısıdır; kavram üretemeyen filozof neye yarar ki?" Bu anlamda Kürt filozoflar arasında Sühreverdi, kavramsal üretimde zirvedeki isimdir. Şimşek hızında düşünen Şeyhü’l İşrak, varlığın bağrına, bilincin dehlizlerine öyle sondajlar yapar ki kavramlar onun felsefi sistemine bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur gibidir ve düşüncenin çölünde boy vermeyi bekleyen tüm tohumlar, onun kavramlarıyla anlamlarına kavuşarak yeniden yeşermeye başlarlar. Bu yönüyle İşrakilik bir kavram deryasıdır. O, kavramları varlığın bağrından, semadan sökerek getirir ve anlam dairesini yeniden inşa eder. Filozofun kavramları, kendi asrının anlam deposunu aşan evrensel logostan, duyumsamadan, keşiften beslenir ve tüm çağlara damga vurur. Bir anlam inşacısı olarak filozof, sistematik bir bütünlük içinde tüm disiplinleri kuşatan, onları yeri geldiğinde yıkan, yeri geldiğinde reforma tabi tutup yeniden inşa eden dehadır.
Bir filozof, içinde çıktığı coğrafyadan, kültürden, dilden, gelenek ve göreneklerden de bağımsız değildir. Filozofun pergelinin bir ayağı yerelde iken diğer ayağı evrensel olandadır ve filozof, bu ikisini bir ordinat düzleminde tam merkezde çakıştırır. Kimi filozofların yereldeki ayakları daha baskındır. Bu anlamda Heidegger'in felsefesi, Alman yerelliğinin sözcük dağarcığının merkezde olduğu bir felsefedir. Kimi filozofların da evrensel ayakları daha baskındır. Kimilerinde de pergelin iki ayağı arasında bir denge vardır.
Bir filozofu ve onun felsefesini, içinde çıktığı coğrafyadan ve ait olduğu milletin karakteristik özelliklerinden salt bir soyutlama ile ele almak mümkün değildir. Yunanların Olimpos despotizmine karşı bir direniş ruhu vardı ve Demostenes de bu ruha sahip olan biri olarak agorada demokrasi nutukları veriyordu. Felsefe ne kadar evrensel özellikler taşısa da bir o kadar da yerel özelliklere, içinde çıktığı toplumun tüm kodlarına sahiptir. Bu durum, birbirini dışlayan kategoriler olmayıp, tam aksine birbirlerini tamamlayan kategorilerdir. Kategorik düşünme, aklın bir konfor arayışının sonucu olarak bazen olumludur fakat genel anlamda bu düşünme biçimi bütünün ıskalanmasıdır. Kategoriler ancak bütünselliğin içinde ve onun bir parçası olarak ele alındıklarında olumlu sonuçlar verirler. Bu anlamda bir filozofu içinden çıktığı coğrafyanın ve bu coğrafyada yaşayan halkın kültürel özellikleriyle ele almak, ne onun filozofluğu ne de onun felsefesi açısından bir eksiklik değildir. Hakeza, onun evrensel aklından ve felsefesinden bahsetmek de bir eksiklik değildir ve onun yerelini dışlamaz. Bu durumu kategorik olarak ele alarak filozofu ve felsefesini, bu kategorik yaklaşımın mengenesine çekmek de nesnel bir yaklaşım olmayacaktır.
2.
Mezopotamya’nın merkezi olan Kürdistan coğrafyasına bakıldığında Kürtlerde ortaya çıkan filozoflar ve onların felsefi üretimlerinin yerel özellikler taşıdığı fakat evrensel yönlerinin çok daha baskın olduğunu söylemek mümkündür. Bu argümanın gerekçelerini ileriki makalelerde ele alacağız. Bu makalenin sınırlılığını dikkate alarak “Kürtlerde Felsefe Geleneği” bağlamında şimdilik sadece birkaç hususa dikkat çekmekle yetinelim:
Kürtlerde felsefe geleneğinin gerek üretici ve yaratıcı olması gerekse sürekliliğinin olmasının en temel kaynağı, onların kadim bir kültürel geleneğe sahip olmalarıdır. Mitrazim’den, Zerdüştlüğe, Ezidiliğe ve İslam’a gelinceye kadar Kürtler, kendi otantik köklerini özellikle yazıya oranla sözlü gelenek üzerinden korumayı başarmışlardır.
Mezopotamya’nın tam merkezinde yer alan Kürtler, sürekli bir halde kadim Mezopotamya’nın güçlü metafiziğinden hem beslenmişler hem de onu inşa etmişlerdir. Müslüman olduktan sonra da coğrafyalarının ağır saldırılara uğraması nedeniyle onları yaşadıkları acılara karşı dirençli kılan da bu güçlü felsefi-metafizik düşünme ve duyumsamadır. Mitraizm’de korkunun haram olması, dini-felsefi bir özelliğe sahip olan Zerdüştlüğün temel ahlaki ilkelerinin (iyi söz, iyi düşünce, iyi eylem) onlarda bir karakter haline gelmesi vs.
Kürtlerde metafizik duyumsama kitleselleşirken felsefi düşünüş, maatteessüf ki felsefi açıdan halk arasında hiçbir zaman kitleselleşememiştir. Bunun temel sebepleri olarak coğrafyanın geniş olması, kavşak bir noktada bulunması ve bu nedenle sürekli saldırılara maruz kalması, Kürtlerin aşiret yapılanmaları ve bu yapılanma türünün kapalı özellikler taşıması, tarım toplumlarını yapısal özellikleri vb. daha birçok etkeni saymak mümkündür. Fakat Kürt filozoflar, felsefeyi özellikle kültürel pratik yaşamın içine, bu dili özellikle metafizik/dini bir düzeye çekerek, hem kendi milletlerine hem de başka milletlere, onların sosyal gerçeklerinin inşasında büyük bir rol oynamışlardır.
Kürt filozofları diğer filozoflardan ayıran en bariz özellik, onların kendi felsefi düşünüşlerini metafizik/dini açıdan toplumsal tabana yayma başarılarıdır. Bunun en açık göstergesi ise Kürdistan'da tarikat ve tasavvufun aşırı yaygın oluşudur. Bu yönüyle Kürt mutasavvıflar, felsefi bir düşünüşe sahip olup özellikle dinsel açıdan diğer milletlere büyük oranda öncülük etmişlerdir.
Kürt filozofların tamamı filozof-sufi insanlardır. Baba Tahir Uryan, Kemaleddin Bin Yunus, Şihabeddin Sühreverdi, Şemseddin Şehrezori, Seyfüddin Amidi, Siraceddin Urmevi vb… Tasavvufi yön, bu filozoflarda farklı düzeylerde baskındır.
Kürtlerdeki felsefe geleneği filozoflarının en bariz bir başka özelliği ise onların kalenderi protest bir tavra ve politik bir yaklaşıma da sahip olmalardır. Kürt filozoflar, bu yönleriyle toplumsal durumlara kayıtsız kalmayan, topluma da yön veren pratikler ve teoriler ortaya koymuşlardır. Bunun en başarılı iki örneği kanaatimizce Siraceddin Urmevi ve Şemseddin Şehrezori’dir.
Kürt filozoflar, felsefi kavramlar üretmede çok yetkin ve özgün kişiliklerdir.
Kürt filozoflar, filozof olmalarının yanında âlim, kadı (Siraceddin Urmevi vb.) mutasavvıf (Sühreverdi vb.) özellikleriyle de ön plana çıkarlar.
Kürt filozoflar, dine büyük saygı duyan ve güçlü bağlarla bağlanan, dini alanda (kelam, fıkıh, tasavvuf) da büyük eserler ortaya koyan insanlardır.
Kadim bilgileri tevarüs ederek bunları ustalıkla sentezleyen düşünürlerdir. Bu anlamda insanlığın ve Mezopotamya’nın kadim miras geleneğine de büyük hürmetleri vardır ve onlardan sonuna kadar beslenmekten imtina etmezler.
Yukarıda saydığımız temel özelliklerin yanında birçok özelliği daha saymak mümkündür.
Kürt coğrafyasındaki felsefi düşünüşün temel özelliklerini ise filozoflarımızın felsefi sistemlerini ele alırken açıklamaya gayret göstereceğiz. Bu makale serisini, kadim dönemlerden itibaren başlayarak modern döneme kadar getirmeyi umut ettiğimizi de burada belirtelim.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
karamangurgun@gmail.com
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın