Yiğidi öldür hakkını yeme demişler. AK Parti iktidarının 2002’den 2010’a bireysel hak ve özgürlüklerden tutun, ekonomiye kadar Türkiye’yi bir aşamadan başka bir aşamaya taşıdı. Başörtüsü meselesinden Kürt sorununa, eğitim ve sağlık alanındaki reformlara kadar, AK Parti cesaretli adımlar attı. Ancak 2010’daki referandum ve 2011’deki genel seçimlerde aldığı başarı AK Parti’ye ve bizzat Recep Tayyip Erdoğan’a gereğinden fazla özgüven verdi.
Bu özgüven yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Halktan büyük bir güç alan Erdoğan’ın bizzat kendi denetiminde bir tasfiye süreci başladı. O tarihten sonra yönü değiştirilen Ergenekon ve Balyoz davaları ile ordu ve Kemalistler; KCK soruşturmaları ile Kürt Hareketi tasfiye edilmeye çalışıldı.
son olarak da ‘Paralel ile mücadele’ süreci ile Cemaat tasfiye edilmeleye çalışıldı. Yani Erdoğan mutlak iktidarı eline almak için, Türkiye’de gücü olan herkesi tasfiye etmeye çalıştı. Bu süreçte Erdoğan defaatle kendisiyle çelişti. Kendi ilkelerine ve en yakın dostlarına sırtını döndü.
2015’e geldiğimizde, geriye tek umut ışığı olarak kalan bir şey vardı, o da kör topal yürüyen Çözüm Süreci’ydi. 7 Haziran sonrası onun da ipi çekildi ve AK Parti övünebileceği son kazanımını da böylece yitirmiş oldu. Türkiye bir anda 90’lı yıllara döndü. Bundan da en çok zararı halk gördü, görüyor ve görmeye de devam edecek.
İki aydır yaşananlar için kim ne derse desin, benim için AK Parti’nin intikam planı ve 1 Kasım’da dengeleri değiştirme projesidir. Öncelikle HDP’ye oy vererek Erdoğan’ın 400 milletvekili hayalini suya düşüren Kürt halkı cezalandırılacak. Yani Kürtlerin HDP’ye verdiği oylar burunlarından fitil fitil getirilecek.
İkincisi de 1 Kasım’daki seçimlerde AK Parti’nin 400 milletvekili çıkartması için ön hazırlıklar yapılacak. Bunu sağlamak için HDP’nin seçimi boykot etmesi mi gerekli? Bölgede sandıkların kurulmaması mı lazım? Yoksa MHP’den ülkücü oyu mu devşirmek gerekiyor? Ya da bütün bunların hepsi mi lazım? Hiç önemli değil. Önemli olan MHP ya da HDP’den birinin baraj altında kalması ve AK Parti’nin 400 milletvekili çıkarması.
Bu amaç uğruna yüzlerce insan ölüme gönderildi. Yani yüzlerce eve kor düştü, binlerce insanın yüreği dağlandı.
Yazık oldu! Tek kelime ile yazık oldu! AK Parti böyle değildi ve böyle olmamalıydı.
Reformcu bir halk iktidarı olarak başlayan bir hareket tek kişinin megalomanisine kurban edilmemeliydi. Bir umut ışığı olarak ortaya çıkan AK Parti, halihazırda Türkiye’nin hatta Ortadoğu’nunun istikrarını ve geleceğini tehdit edecek konuma gelmiş durumda. 12 Eylül’deki kongreden farklı bir manzara çıkmış olsaydı biraz umutlu olunabilirdi ancak tersine kongre AK Parti’yi yanlış istikamette bir adım ileri götürdü.
Bana sorarsanız bu süreç, 1 Kasım seçimlerinde 7 Haziran’daki sonuçlardan farklı bir manzara çıkarmayacak. Bir değişiklik olacaksa da AK Parti’nin bir kaç puan oy kaybı olacak. Bu da Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir kördüğüme daha taşıyacak.
Türkiye’de AK Parti dışında güçlü bir sağ merkez partisi oluşmadığı müdetçe de bu girift çözülmeyecek. Türkiye’de merkez sağın oyları yüzde 45 ile 50 arasında değişiyor. Yaklaşık 13 yıldır bu rakamın nerdeyse tamamı AK Parti’nin elinde.
Tek çare muhafazakar merkez sağ seçmene hitap edebilecek yeni bir partinin ortaya çıkması ve AK Parti’den en az yüzde 10 – 15 dolayında puan koparması. Bu Türkiye’de en az 10 yıllık bir koalisyonlar süreci demek. Bu 10 yıl ekonomi için zorlu bir süreç olabilir ancak demokrasi ve birlikte yaşam kültürü için kazanım olacaktır.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın