Mirname’de taht savaşları

15-03-2024
Necat Zanyar
Etiketler Mirname Necat Zanyar Hakkari Botan Bitlis
A+ A-

Yüz yıllar önce Kürdistan’ın her tarafında korunaklı kaleler vardı. Bitlis, Botan, Hakkari gibi saltanat merkezleri dışındaki kalelere hükmedenler zaman zaman bağımsız davranabiliyor, bu durum savaşlara yol açıyordu.

Dört yüz yıl önce kaleme alınan Mirname’den birçok kale ismi öğreniyoruz. Bunların başında Şax (Çatak), Elbak (Başkale) ve Çelê (Çukurca) kaleleri geliyor. Pizan (Başkale), Bêtenur (Pervari, Ayvalıbağ), Bayê (Hakkari), Heftgan (Çukurca, Mirname’de bu isimle geçmiyor), Çehrîq, Dêr, Kela Dêzê, Nerveh bunlardan bazılarıdır.

Her biri ayrı ayrı isimlendirilmiş 55 bölümden oluşan Mirname'nin ilk bölümünde Zekerya Han ile kardeşi Zahid Bey'in Hırvat dolaylarında Nevroz günü gerçekleşen ve birkaç gün devam eden savaşı uzun uzadıya anlatılıyor.

Bu anlatı bize o dönemdeki Kürt hükümdarları, ordu ve savaş düzeni konusunda geniş bilgiler sunuyor. Han'ın savaş meydanına gelişiyle askerlerde büyük sevinç dalgalanmalarının yaşandığı, savaş davulu ve mehteranıyla feleklerin titrediği, yoğun bir şekilde tüfek kullanıldığı anlatılıyor.

Zekerya Han'ın kardeşi Zahid Bey'le amcası İzzeddin Şêr'in 5 gün süren ve asilerin esir düşüp öldürülmeleriyle sonuçlanan savaş anlatılırken bir taraf şeytanlaştırılmadan, iki tarafın da atmosferini yansıtan bir anlatım dilinin benimsenmesi ve Zahid Bey'le İzzeddin Bey'in şehadet şerbetini içtiklerinin belirtilmesi, düşman da olsa ölçü ve adaletten uzaklaşılmadığını gösteriyor.

Zahid Bey'in ölümünden sonra oğlu Melik Bey Konstantiniye'ye gidip Hakkari Miri'ni şikayet ediyor ve destek istiyor. Melik Bey Osmanlı padişahına "Babam sizden hükümet etme emri almıştı. Ama ne Rûm ne de Kürtlerden kimse onun imdadına yetişmedi" diyor.

Bunun üzerine Osmanlı padişahı Serhad mirlerine ve Tebriz paşasına yazılar yazar ve İstanbul'dan bir bölük gönderir. Bıradost, Pinyanişi, Şemzinanlı Nurali Kürtlerinden ve Rumlardan beş bin kişilik bir ordu toplanır.

Zekerya Bey divanını toplar ve durumu danışır. Divan dağıldıktan sonra Mir'in veziri Babekir, Mir'e çekilmesini ve Hakkarililerin Melik Bey'in hükmüne razı olmayacağı zamanı beklemesini söyler. Bunun üzerine Zekerya Han Amêdiye'ye çekilir.

Melik Bey'in mirliği bölümünde uzun uzadıya iyi ve kötü yönetim tanımı yapılır. Osmanlı'nın desteğiyle başa geçen Melik Bey'in zalim, düzenbaz, insanların ırzına göz diken, hizmetkarlarını arttıran, yakınındakileri zengin edip halkı umursamayan, insanları fakirleştiren bir yönetici olduğu anlatılır.

Bu durum Kürtlerde büyük rahatsızlıklara yol açar. Herkes ondan uzaklaşır. Bir gece sarayına ok atmak, bir başka gece sarayının kapısına köpek ölüsü asmak gibi eylemler düzenleyerek halkın rahatsızlığı dışa vurulur. Melik Bey Hakkari tahtına hükmetmenin halkın rızasından geçtiğini kısa süre sonra anlar.

Ancak korku ve sömürüyle hükmünü sürdürmekte ısrar eder. Danışmanı Ahmed Bey'le konuşurken "Rumlar (Osmanlılar) benden çok mal istiyor. Onlara verecek kadar malım yok. Halktan ve aşiretlerden toplayalım. Rumlar haram ve helali bilmez. Onlara mal verip asker göndermelerini sağlarsak hükmümüzü koruruz. Halkı öyle sıkıştıracağım ki Osmanlılar onların mal ve evlatlarını alıp götürecek" ifadelerini kullanır.

Osmanlıların haram-helal bilmediği ifadesi Mirname’de birkaç kez geçer. Ancak Kürdistan’da çark başka türlü dönmektedir.

Osmanlılardan destek almak için yönetimi Ahmed Bey'e bırakıp Hakkari'yi terkettiğini duyan halk Zekerya Han'a mirliğe dönmesi için mektuplar yazar, çağrıda bulunur: “O, Rumları ülkemize doldursun diye gitti. Biz ittifakımızı güçlendirdik. Mehemiler and içti. Seni bekliyoruz.”

Soma'ya giden Melik Bey, Koçi Bey'den Hakkarilileri tedip için asker ister. Koçi Bey de Salmas'a Gazi Bey'e ve Tebriz paşasına gitmesini söyler.

Melik Bey Salmas'ta misafir olup Tebriz Paşa'sına mektup gönderir. Bu sırada Zekerya Han Hakkari tahtı için yola çıkar. Bunu duyan Melik Bey Gazi Bey'den asker ister. Gazi Bey kendisine Zekerya Han varmadan tahta dönmesini, geçen sefer kış olduğundan ve Hakkarililerin ittifakı olmadığından tahtı ele geçirebildiklerini, bu kez durumun farklı olduğunu söyler.

Melik Bey Tebriz'e gider ve tüm Hakkarililerin hain olduğunu ve mallarını ele geçirmek için Rum askeri istediğini söyler. Ancak umduğunu bulamaz.

Zekerya Han'ın Hakkari tahtına dönmesiyle Melik Bey tekrar destek için İstanbul'a gider ancak bir cevap alamadan ölür. Osmanlı sultanı da Zekerya Han'ı serhad hakimi olarak tanıdığına ilişkin yazı gönderir. Böylece Hakkari Mirliği'ndeki yönetim sorunu son bulur.

1614’te Şax (Çatak) miri olan Yahya Bey Hakkari tahtını babasından alıp Hakkari Miri olur. Mir Yahya, Hakkari tahtına oturunca ikram ve ihsanlarıyla Kürtlerin gönlünde taht kurar. Temerhan'a göre “Devleti gece gündüz ileri gitmekte, kimse ihsanda ona yetişememekteydi. Onun bu cömertlik ve mertliği zahir olunca tüm Kürt mirlerinin başı oldu. Herkes ona itaat etmeye başladı. Cizre hakimi Mir Şeref ona gönül verenlerdendi.”

Mir Yahya Han’ın mertlik ve cömertlikteki ününü duyan Botan Miri Şeref Paşa, onu yakından tanımak için Hakkari Miri Yahya Bey'in divanına bir casus gönderir ve onunla ilgili bilgi toplar. Casus, Mir’i inceden inceye gözlemler ve dönüp Mir Şeref’e durumu anlatır.

Mir Şeref onun haşmetine adeta vurulur ve onunla akrabalık kurmak ister. Ancak bunu incelikle yapması gerekecektir.

İnci ve mercan gibi kelimelerle süslediği altın varaklı bir mektup yazar, güngörmüş bir ak saçlıyı ve hünerli, tatlı dilli bir yiğidini hediyelerle donatıp Mir’e gönderir.

Elçiler ulaştıktan sonra hediyeleri takdim eder. Ardından kendileri Mir’in divanına kabul edilir. Divan o kadar güzel süslenmiştir ki, elçiler dünyada böylesini görmemiştir.

Elçiler Mir’den gördükleri ikram ve ihsanlardan sonra Mir Şeref’in mektubunu çıkarıp öper, Mir’e takdim eder ve dönüp yerine oturur.

Mir, mektubu okuyunca inci ve mercanlarla dolu olduğunu görür. Tamamı aşk nakışlarıyla işlenmiş, sadakat mesajıyla kemâle ermiştir.

Mir Yahya “Allah Mir’in ömür ve devletini uzun kılsın. Onu babam gibi kabul ediyor, onunla yakın ilişkimizin olmasını arzuluyorum. Onun öneri ve tavsiyeleri rehberimiz olsun. Bilsin ki bu ülke onundur. Onun sevgisi arzumuzdur. Hizmetine kemerbestim ve onu pederim olarak görüyorum. Fırsatımız olursa bir gün onun hizmetine geleceğim.” der.

Mir cevaben dostluk mektubunu kutsal mühürle mühürler ve altın işlemeli kumaşa sarıp elçiye verir. Mir’in seçkin sipahilerinden biri de bir elçi seçip onu Paşa’ya gitmesi için görevlendirir ve onu yakından tanımasını, akrabalık kurulacak biri olup olmadığını anlamasını ister.

Elçiler hediyelerle ve Mir Yahya’nın mektubuyla döner. Mir Şeref mektubu öperek açar. Elçileri üst düzeyde ağırlar.

İki Mir’in sevgi ve bağlılık dolu yakınlığı akrabalıkla sonuçlanır ve Mir Şeref herkesten sakındığı dünyalar güzeli kızını Mir Yahya ile evlendirir.

Kitapta elli sayfadan fazla Hakkari Miri ile Botan Miri'nin muhabbeti ve düğün hazırlığı anlatılıyor. Bu başlı başına bir kitap gibi ve sıra dışıdır.

Ancak akış sadece bu dostane ilişkilerle sürmemektedir. Botan ve Hakkâri ordularının karşı karşıya geldikleri anlatılarda iki mirlik arasında geçmişten kalan düşmanlığın olduğu, Botanlıların kendilerine özgü bayrak ve sancaklar kullandığı anlaşılıyor.

Kendi içlerinde rekabet halinde olan Kürt mirlerinin asıl kıskacı ise Osmanlı-Safevi denklemidir. Mirler Osmanlı'nın Van paşası Mütesellim Tekelu ile Urmiye ve Salmas'a sefer düzenleyip kafir, Rafizi ve Kızılbaş diye nitelenen Budak Han'la savaşır ve Han'ın ordusu bozguna uğratılıp, Han öldürülür.

Ordunun dönüşü anlatılırken Kürtlerin Osmanlı'ya güvenmediği, Hakkari Miri ile askerleri arasındaki diyalogta dışa vurulur: "Paşa bize düşmandır şüphesiz. Rumlardan (Türk) kimse dostumuz olmaz."

Ilerleyen süreçte Tekelu Paşa, Hakkari Miri Yahya Bey'in kendisiyle Erivan seferine katılmaması nedeniyle kinlenir ve birkaç kez tuzak kurar. Ancak Mir her defasında karşı hamleleriyle oyunlarını bozar.

Tekelu Paşa, Mir'in babasını büyük vaadlerle getirtir ve onu Mir Yahya'yı devirmeye ikna eder. Bu sırada Mir'i de davet eder. Ancak Zekerya Bey Osmanlı’nın entrikasını farkeder ve oğluna bir mektup gönderip Van’ı terkeder.

Mir Yahya ordusuyla yoldayken planı öğrenir. Ancak kader ağlarını örmüştür. Mir yiğitleriyle tuzağa düşürülür, buna rağmen Tekelu Paşa'yı öldürmeyi başarır. Kendisi ve fedaileri de vahşice öldürülür.

Mir Yahya’nın şehadetinden sonra babası Zekerya Bey tekrar tahta geçer. Onun da vefatından sonra oğlu Şerefhan Bey Mir olur.

Mir Yahya Bey’in oğulları tahtta hak sahibi oldukları için bu dönemlerde tehlikeli görülür. Ancak Mir Şerefhan onları himaye eder ve Mir olduktan sonra Yahya Bey’in oğlu İmad Bey’i ordu komutanı olarak görevlendirir. Mir Aziz kalesinin fethindeki başarıları nedeniyle kendisine Çehrik yönetimini verir. Ancak Mir İmad bundan hoşnut olmaz. Ona göre hakkı Elbak mirliğiydi.

İmad Bey Çehrik kalesini güçlendirir ve kısa sürede etki alanını genişletir. Kendisini tanımayanlara baskınlar düzenler, Yaldızağaç ve Kotol gibi yerlerde birkaç kez şah kuvvetlerini bozguna uğratır.

Mir İmadeddin’in kabına sığmayan bu siyaseti Mir Şerefhan Bey’i rahatsız eder ve araları bozulur.  İmadeddin Bey’e karşı koymak için Mir Şerefhan, Acem şahından top ve asker talebinde bulunur. İran şahı bu karışıklığı fırsat bilerek Van seferine çıkar.

İmadeddin Bey Osmanlı’nın desteğini alarak Hakkari tahtını kuşatır. Kuşatmaya hazırlıksız yakalanan ve direnemeyeceğini gören Mir Şerefhan kendisini öldürür. Mir İmadeddin Hakkari tahtına oturur.

Mir İmaddedin Mirname’de anlatılan en cevval mirdir. Mir divanını yeniden düzenler, orduyu zırhlı hale getirir. Kar kış demeden rakiplerine ve düşmanlarına ummadıkları zamanlarda seferler düzenler. Tüm kaleleri hâkimiyetine alır.

Mir İmadeddin’in en zorlu savaşı günlerce süren Çelê kalesi kuşatmasıdır. Her iki taraf büyük kahramanlık gösterir, kale bir türlü düşmez. Sonunda kale komutanı Seyyid Muhammed, Şêr Bey aracılığıyla canı ve malı bağışlanmak şartıyla kaleyi teslim etmeyi önerir ve Mela Resul’un arabuluculuğuyla anlaşma sağlanır.

Çelê Kalesi'nin fethinden sonra Amediye'den Musul’a, tüm Kürt mirleri Mir İmadeddin'in büyüklüğünü tanıyıp itaat eder. Osmanlı hünkârı ve İran şahı mire elçiler ve hediyeler gönderir.

Mir İmadeddin tahtta yedi yıl kaldıktan sonra 1640’ta vefat eder. Mirname de bu anlatıyla son bulur. Belli ki Temerhan da bundan kısa bir süre sonra eserini tamamlayamadan ölmüştür.

Mirname’nin son dizeleri şu şekildedir: “Getir saki göz alıcı kırmızı meyden / Ki çıkarsın bu yakıcı ateşi gönülden / Ver ki onunla hoş edeyim yüreğimi / Kurtarsın çok gamlı şu dünyadan serimi”.

Dört yüz yıllık derinlikten bugüne baktığımızda Kürtlerin aynı kıskaca mahkûmiyetinin devam ettiği, Kürt siyasi aklının benzer refleksleri sürdürdüğü görülür. Kürtlerin temel hatası, asıl düşmanlarını unutup enerjilerini birbiriyle tüketmeleridir.

Bilgi çağı, dijital mucizeler ve yeni keşifler bilinç ve belleğimizi yeniden kurmamızı sağlayabilir. Bu daha köklü, özgün ve donanımlı olacaktır. Bunun ne ölçüde üretim ve özgürlüğe dönüştürülebileceğini ise zaman gösterecek.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)

 

 

 

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli