Neden sadece İsrail?
Birinci Dünya Savaşı, Dünya haritasında meydana gelen jeopolitik değişimin en önemli sonuçlarından biri olmuştu. Birçok imparatorluğun dağılması ve coğrafyalarının çeşitli devletlere bölünmesiyle sonuçlanmıştı. Özellikle de Avrupa ve Orta Doğu'da onlarca yeni devlet kuruldu. Akabinde savaşın galibi İngiltere'nin önderliğindeki Müttefiklerin tüm bu değişiklik ve kararları, Paris Barış Konferansları'nda, ardından San Remo Konferansı ve Milletler Cemiyeti'nde uluslararası meşruiyet kazandı.
En belirgin değişiklik; Osmanlı Hilafetinin yönetimi altındaki coğrafyanın parçalanmasıyla onlarca yeni devletin kurulmasydı. Arap devletlerinin çoğu Birinci Dünya Savaşı'nın bir ürünüdür. Bu da İngiltere'nin Arap kabilelerini Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaya ve halifelik ordusunun topraklarından çıkarmaya teşvik etmesiyle başladı. Britanya kendi kendini yöneten devletler ve bölgeler kurmalarına yardımcı oldu. Araplara verdiği sözünün yanı sıra Yahudilere Filistin'de bir devlet kurma sözü verdmişti.
Britanya savaştan sonra, verdiği sözleri tutmuş ve Araplar için birkaç devlet kurarak yönetimleri kendi ve müttefiki Fransa'nın etkisi altına almıştı. Daha sonra da Balfour Deklarasyonu olarak tarihe geçen 1917 yılındaki tek taraflı bir şekilde Yahudilere verdiği sözünü 1920 yılında İtalya'da düzenlenen ve Yahudilerin (Haim Weizmann , Nahum Sokolow ve Herbert Samuel) tarafından temsil edildiği San Remo Kongresi'nde Fransa'yı da ikna ederek verdiği vaadi yerine getirmeyi pekiştirmişti. Ancak o dönemde Filistin'deki Yahudilerin sayısının çok az olmasından dolayı Yahudi devletinin ilanını Siyonist hareket Yahudilerin bir kısmını Filistin'e geri gönderene kadar ertelemişti.
San Remo Kongresi'nin ardından ve İsrail Devleti'nin ilanına kadar geçen süreçte Avrupa, ABD, Asya ve Sovyetler Birliği'ndeki on binlerce Yahudi, Siyonist Örgütün gözetiminde Filistin'e nakledildiler. İlk başlarda Araplardan toprak satın alarak ve daha sonra şiddet kullanarak geniş bir bölgeyi Araplardan soyutlaştırarak yerlerine Yahudileri yerleştirdiler. Ardından da 1948 yılında İsrail devletini ilan ettiler.
İsrail Devleti'nin ilanından sonra, Arap devletlerinin bir kısmı nitekim İngiltere'nin Dünya Savaşı sonrası Araplara ve Yahudilere verdiği sözün ürünü olarak bir anda İsrail’e karşı düşman kesilerek dini ve milli bir havaya büründüler ve Arap-İsrail adı altında bir krizin altyapısını döşemiş oldular. Bazı Arap ülkelerinin liderleri, kendi milletlerinin dini ve milli duygularını harekete geçirmek amacıyla, sorunu daha da derinleşmesine neden oldu ve yeni kurulan bu devlette Araplarla Yahudileri bir araya getirecek herhangi bir çözümün ortaya çıkmasına da engel oldular. İsrail devletinin kuruluşundan günümüze kadar geçen üççeyrek asırda, yüzbinlerce insan, Filistinli Araplar ile İsrailli Yahudiler arasında devam eden ve çözülmeyen bir krizin kurbanı oldu.
Arap ve İslam dünyasının gözünün önünde bu sorunun mahiyetini öyle değiştirdiler ki, kimse bu sorunun haklılığı ve haksızlığını sorgulamaya dahi cesaret edemiyor. Özellikle bazı Sünni Arap liderleri, diktatörlük iktidarlarını güçlendirmek için Filistin kartını yurt içi ve yurt dışındaki muhaliflerine karşı dini ve milli bir araç olarak kullandılar. Arap Baharı'ndan bu yana Arap dünyası özellikle de Sünniler, Filistin meselesine karşı hassasiyetini kaybetmiş, bir defacto olarak Arap ülkeleri birer birer İsrail ile ilişkilerde yumuşamayı tercih etmişlerdir.
İsrail sorununa bağlı olarak Arapların yerini İran ve Arap ülkelerindeki Şii gruplar aldı. Hiç şüphe yok ki Sünni Arap ülkeleri Filistin meselesini gündeme getirip İsrail'e karşı çıkmaktaki amaçları neydi, İran da bu kartı kullanırken aynı amacı taşıyor. Bu nedenle Arap-İsrail çatışmasında taraf olma meselesi şöyle dursun, toprağın sahibinin kim olduğunu kanıtlamak için tarihi kaynaklara dönmeden, bazı mollaların ve din âlimlerinin sözlerini her iki tarafın meşruluğuna temel olarak almadan, bazıları Yahudileri İslam topraklarının işgalcisi olarak lanse ederken, bazıları da yüce Allah'ın Kuran’da Filistin'nin İsrailoğullarının ülkesi olarak buyurduğunu gösteren birçok ayetten alıntı yapmasına bakmadan. Sahi bizim İsrail'e karşı bakış açımız nedir?
Hiçbir açık, doğru veya gizli tutumumuz olmadan Kürt düşmanları bizi her zaman İsrail'e bağımlı kılıyor. Nitekim İsrail ile doğrudan veya dolaylı olarak en yakın bağları olan da kendileri. Bazı Arap ülkeleri İsrail'le stratejik askeri ve ekonomik anlaşmalar üzerinde çalışıyor. Türkiye de Osmanlı Halifeliğinin varisi olarak, İsrail’in Osmanlı Hilafetinin toprakları üzerinde kurulan İsrail’i ilk iki yılında tanıyan ülkelerden biriydi ve en iyi ekonomik güvenlik ve askeri ilişkileri var. Irak ile İran arasında sekiz yıl süren savaş boyunca, İran İslam Cumhuriyeti'ne dünyanın en gelişmiş silahları İsrail aracılığıyla ulaştırılmıştı. İyi de neden Kürtler kendilerini böylesi sıkışmış bir duruma sokuyorlar ki, İsrail'in varlığı Kürtleri tehdit etmek için bahane olarak kullansın?
Her birimiz mantıksal ve rasyonel bir şekilde kendimize şunu sorsak: "Arap-İsrail sorunuyla biz Kürtlerin ne alakası var? Bu konu neden suç haline geldi ve Arap yanlısı olmayan her konuşma suç olarak yorumlanıyor?" Dünya savaşı sonucunda oluşturulan devletler reddedilecekse İsrail'den önce onlarca devletin de dağılması beklenmez mi. Eğer mesele Arapların veya İran'ın, (Araplara ait topraklar üzerinde Yahudi devleti kurulduğuna inanmasıysa), her şeyden önce İran, Irak, Suriye ve Türkiye'yi reddetmemiz gerekiyor ki onlar Kürtlerin toprakları üzerinde devlet kurdular. Eğer mesele zulüm ve sindirmekse diğer halklardan önce gözümüz işgalci Türk, Arap ve Fars milletlerinin Kırmaşan, Amed, Efrin ve Kerkük'te Kürtlere karşı uyguladığı zulmü görmeli.
Bazı devletlerin kendi kamuoyunu yanıltmak için bir araç olarak kullandığı ve rakiplerini alt etmek için bahane aracı olarak kullandığı bu konulara Kürt bireylerinin daha kapsamlı bir perspektifle bakması gerekiyor. Düşmanlarımızın başkaları değil, topraklarımızı işgal edenler olduğu konusunda net bir görüşe ve bakış açısında sahip olmalıyız. Komşularımızın sevdiği ve nefret ettiği taraflarla ne işimiz var? Millet olarak en azından bu konuda bağımsızlığımızı korumalıyız, öyle ki işgalciler dostumuzu ve düşmanlarımızı belirlemesine izin vermeyelim. Bunu yaparak en azından halkımızın, Kürdistan işgalcilerinin bize yaptıklarının başka halkların varlığından dolayı olmadığını, Kürt milletine karşı düşmanlık olduğunu anlamasını sağlamalıyız.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)