Reformcu bir dini ve siyasi lider: II. Şeyh Abdüsselam Barzanî (1868-14.12.1914)

I

Osmanlı yönetiminin uyguladığı merkezi politikalar sonucunda, 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar yarı bağımsız bir konumda olan Kürdistan’daki Mirlik sistemi çöktü. Ondan sonra Kürd toplumundaki dini ve siyasi temsiliyet bütünleşerek, ağırlıklı olarak ulema ve şeyhlere geçmiş.

Bu genel dönüşüm çerçevesinde, Kürdistan’ın genelinde olduğu gibi, Barzan bölgesinde de dini ve toplumsal temsiliyet bütünleşerek zamanla milli bir temsiliyete dönüşmüştür. Çünkü bahsedilen bu dönemde, aynı zamanda bölgede modern milliyetçi düşüncenin de yayıldığı dönemdir. Avrupa’dan da etkilenen bu düşünsel ve toplumsal değişim ve dönüşümler, özellikle de Birinci Dünya Şavaşı’nın yaratığı sonuçlar, milliyetçi fikirlerin de gelişmesiyle Kürd toplumundaki dini, siyasi ve ulusal liderliği bütünleştirmiştir.

1880’deki ilk halka olarak Şeyh Ubeydullah hareketinden sonra, Şeyh Abdüsselam da bu damarın devamı ya da zincirin yeni bir halkası olarak ortaya çıkmış liderlerden biridir. Şeyh Abdüsselam, Şeyh Ubeydullah’tan sonra bu hattın ikinci lideri olarak da görülebilir. O, bu özellikleriyle 1904’lerden itibaren Osmanlı yönetiminin dikkatini üzerine çekmiştir.

Barzan şeyhleri de aslen Amediye mirleri soyundan gelmektedir. Barzan şeyhlerinden ve 1868 doğumlu II. Abdüsselam, Şeyh Muhammed’in oğlu ve I. Abdüsselam’ın torunudur. Diğer bir deyişle I. Abdüsselam Mustafa Barzani’nin dedesi ve II. Abdüsselam da ağabeyi oluyor. Bizatihi Mevlana Halid tarafından Nakşibendi tarikatının postnişini olarak tayin edilmiş olan I. Abdüsselam, 1872’de vefat edince yerine büyük oğlu Şeyh Muhammed geçti ve kısa zamanda bölgenin dini-siyasi lideri konumuna geldi.

Şeyh Muhammed yaklaşık otuz beş yıl boyunca Barzan bölgesi aşiretlerine dini ve toplumsal öncülük yapar, tekke ve tarikat hizmetlerinde babasından geri kalmaz. Onun döneminde “Barzan tekkesi dini ve toplumsal hizmetlerin yanı sıra komşu aşiretlerden bölgelerine sığınan mazlumların da barınağı olmuş. Bu tutumundan dolayı, komşu aşiretler tarafından Osmanlı hükümetine şikayet edilmiş ve bu nedenle Şeyh Muhammed Bitlis şehrine sürgüne gönderilmiş. Burada bir sene kadar hapsedilmiş, Barzan bölgesine geri döndüğünde, fazla yaşamamış ve 1903 yılında vefat etmiş. Şeyh Muhammed geride Abdüsselam (II), Ahmed, Muhammed Sıdık, Babo ve Mustafa adında beş erkek çocuğu bırakmış.”[1]

Şeyh Muhammed’in ölümünden sonra, yerini postnişin olarak oğlu Abdüsselam alır. Şeyh Abdüsselam dedesinin ismini almıştır ve bu nedenle II. Abdüsselam olarak da adlandırılır. Bu yazının devamında onu artık Şeyh Abdüsselam olarak adlandıracağız.

Şeyh Abdüsselam’ın yaptığı ilk önemli çalışma, bölgedeki kavgalı ve küskün olan aşiret ve aşiret liderlerini bir ara getirmek olmuştur. Bu çerçevede Şîrvanî, Dolemerî, Mizurî, Berojî, Nizarî, Gerdî, Herkî ve Binecî gibi aşiretleri bir araya getirerek bölgedeki toplumsal birliği sağlamaya çalışmış. Bu toplumsal birlik çalışmaları sonucunda, öncelikle Barzan bölgesi aşiretleri konfederasyonu oluşturulmuş. Barzan, konfederasyonun yönetim yeridir ve bölge ismidir, herhangi bir aşiretin veya ailenin ismi değildir. Bu bölgeden veya bahsedilen aşireteler konfederasyonundan olanlara “Barzanî” denir. Toplumsal birliği oluşturma çalışmaları, sadece yukarıda belirtilen aşiretlerle sınırlı kalmamış, diğer aşiretleri de kapsayarak ulusal bir birliği oluşturmak amacıyla sürekli genişletilerek sürdürülmüştür.

Şeyh Abdüsselam genel olarak bölgede bu toplumsal birliği sağladıktan sonra, birlikteliği pekiştirmek ve Kürd toplumunun bütün kesimlerinin desteğini alabilmek için çok önemli toplumsal-ulusal reformlara girişir. O dönem Kürdlerin toplumsal, kültürel ve sosyolojik yapısı göz önünde bulundurulduğunda, alınan bu reform kararlarının ne kadar radikal ve önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

“1- Mülkiyetin ortadan kaldırılması;

2- Toprakların çiftçilere dağıtılması;

3- Başlık parası ve gönülsüzce yapılan evliliklere son verilmesi;

4- Sosyal ilişkilerin adalet ve eşitlik esasına göre düzenlenmesi;

5- Her köyde bir mescidin kurulması, bu mescitlerin dini faraziyelerin gerçekleştirilmesi yerleri olduğu kadar, sosyal merkezler, istişare yerleri ve toplumsal ihtilafların çözüm yeri olarak da kullanılması,

6- Köy meselelerini her yönüyle ele alıp çözümlemek üzer her köyde bir konseyin kurulması;

7- Her aşiretten silahlı kişilerin oluşturulması ve bunların başına sorumlu kişilerin tayin edilmesi.”[2]

Mesud Barzanî’nin aktarımına göre, “O dönem, bu kadar geniş kapsamlı ve radikal toplumsal reforum kararları alma ve uygulamakta, en büyük desteği dayısı Ahmet Ağa Birsiyevî vermiştir.” Bu toplumsal reforum kararlarının içeriğine bakıldığında ne kadar sosyal, dayanışmacı, paylaşımcı, eşitlikçi, adil, korumacı, istişareci ve çözüm odaklı olduğu çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Şeyh ve tarikat mensubu olduğu halde, dinin akait yönünden çok, sosyal paylaşımcı yönünü öne çıkarmış. Kurulan geleneksel rûsıpi meclislerinde yapılan müşavereler sonucunda kararlar alınır ve uygulamaya konuluyordu. Özellikle de sadece ibadet yeri olarak görülen “mescitlerin, aynı zamanda herkesin orada toplanıp ortak akla ve dayanışmaya dayalı meselelere çare bulacakları bir serbest kürsü, ortak platform olarak kullanılan”[3] bir toplumsal kuruma dönüştürülmesi çok önemlidir.

Bu toplumsal reformların içeriği ve gelişim süreci göz önünde bulundurulduğunda, yaklaşık olarak aynı dönemde Osmanlı ve İran İmparatorluğu bünyesinde gelişmekte olan meşrutiyet hareketleriyle bir etkileşim sonucu olup olmadığı da düşünülebilir. Çünkü 1906 yılında İran’da ve 1908’de de Osmanlı yönetimi içerisinde bir meşrutiyet hareketi başlamıştı. Ancak bu reform hareketlerini mukayese ettiğimizde, İran ve Osmanlı yönetimindeki reform hareketleri daha çok siyasi, idari düzenlemelere odaklanmış, Şeyh Abdüsselam’ın başlattığı reform hareketi ise, daha çok sosyal-toplumsal ve kültürel içeriklidir. Örneğin; Osmanlı ve İran yönetimi toprak reformunu göze alamazken, Şeyh Abdüsselam radikal bir toprak reformunu ortaya koymuş. …

Şeyh Abdüsselam, bu reformcu yaklaşımıyla, Kürd toplumu üzerinde çok önemli bir etki yapar ve bu vesileyle Kürdistan toplumunun bütün kesimleriyle ilişkilerini geliştirir. Bir taraftan ileri gelen aşiret liderleri ve ulemadan şahsiyetleri ziyarete başlar, diğer taraftan da İstanbul’da bulunan Kürd siyasetçileri, aydınları ve cemiyetleriyle ilişkisini geliştirir. Gelişen bu ilişkiler ağı içerisinde, o artık sadece bölgesel toplumsal reformlara öncülük etmeyi yeterli bulmuyor, Kürd milletini bir bütün olarak değerlendirip, milli hak ve hukukunun tanınmasını da Osmanlı yönetiminden talep ediyor. Bunun için dönemin ileri gelen Kürd aydınları ve liderleriyle; Şeyh Mahmud Berzenci, Şikak Konfederasyonu lideri Sımko, Seyyid Abdülkadir Nehrî, Abdurrezzak Bedirhan, Muhammed Emin Bedirhan, Kürd Şerif Paşa gibi şahsiyetlerle görüşüyor.

Bu görüşmeler sonucunda, Kürd milletinin milli hak ve hukukunu kapsayan bir bildirge hazırlamak üzere 1907 yılının baharında Birifkan köyünde, Kadiri tekkesinin lideri Nûr Muhammed Birîfkanî’nin evinde geniş katılımlı bir toplantı düzenleniyor. Bu toplantıda yapılan istişareler sonucunda, Kürd milletinin milli hukukunun tanınması için, bütün katılımcıların onayıyla Osmanlı İmparatorluğu yönetimine aşağıdaki taleplerin bir telgrafla gönderilmesi kararlaştırılıyor:

“1- Kürd bölgelerinde Kürdçenin resmi dil olarak kabul edilmesi;

2- Eğitimin Kürdçe yapılması;

3- Kaymakamların, nahiye müdürlerinin ve diğer memurların Kürdçeyi iyi derecede bilenlerden tayin edilmesi;

4- Devletin dini İslam olması hasebiyle mahkemelerde verilen hükümlerin İslam şeriatına göre verilmesi;

5- Vergiler eskiden olduğu şekliyle alınacak. Ancak bunların Kürd bölgelerindeki yolların onarımı, okulların açılması için kullanılması gerekir.”[4]

Kürd milletinin taleplerini içeren bu telgraf Osmanlı yönetiminin eline geçince, bu meşru hak ve hukuk talepleri, bir başkaldırı ve ayrılıkçılık olarak değerlendirilir. Bu hareketin başını çeken Şeyh Abdüsselam’ın yakalanması için, 1907’nin sonbaharında Dağıstanlı Mehmet Fazıl Paşa komutasında büyük bir askeri kuvvet bölgeye sevk edilmiş. Ancak bu saldırı başarıya ulaşmaz ve ikinci bir kez bölgedeki bazı aşiretlerin de desteğiyle daha büyük bir kuvvet gönderilmiş. Maalesef birçok defa olduğu gibi, bazı bölge aşiretleri anlaşmalarına bağlı kalmaz, gerekli savunmayı yapmaz ya da Osmanlı kuvvetlerine destek verdiği için, Şeyh Abdüsselam ve kuvvetleri yaklaşık iki ay direndikten sonra geri çekilmek zorunda kalır. Barzan bölgesini terk edip Mar Şamûn’un liderliğindeki Asuri asıllı Teyari aşireti bölgesine sığınırlar.  Mar Şamûn, o zor günlerde onları dostlukla ve iyi bir şekilde karşılar, o günden bu yana Kürd ulusal hareketi ve Asuriler arasında güçlü bir dostluk bağı kurulur.

(Devam Edecek)


[1] Mesûd Barzanî, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, r. 24.

[2] Mesûd Barzanî, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, r. 24-25.

[4] Mesûd Barzanî, Barzani ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi, Doz Yayınları, İstanbul, 2005, r. 25.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)