Bilgisayar demokrasi düşmanı mı?

Obama yönetiminin Rusya tepkisiyle, “siber saldırı” kavramı dünya gündemine oturdu. İddia şu: “Bilgisayar korsanları seçim sonuçlarını değiştirebiliyorlar.”

 

İddia doğruysa seçim güvenliği, seçmenin iradesi mi kalır? Demek ki seçmenin kararıyla oynamak ve onu değiştirmek mümkün.

 

Konu uzun süredir ileri teknoloji sahibi Batılı ülkelerin temel bir tasası. Vardıkları sonuç çaresizliğin ifadesi: “Seçimlerle oynamak mümkün.” Peki kimler?

 

“İleri teknoloji sahibi ülkeler”. Tedbir?

 

“Uluslararası bağlayıcı bir yasası yok!”

 

Nasıl mı yapıyorlar?

 

Yalanlarla beyni zehirleyebiliyor, siyasal süreçlerle oynayabiliyorlar.

 

Olay yalan haberler olunca, “Breitbart” akla geliyor. Bu ırkçı haber ağı, Andrew Breitbart tarafından kurulmuş, ölümüyle pisliği Stephen Bannon devralmış.

 

Bannon, Trump’ın seçilmesinde önemli rol oynadı. Mükâfatı, Beyaz Saray’ın Baş Strateji Danışmanlığı. Geleceği gözönüne getirmek zor olmasa gerek.

 

AB hükümetlerini korku sarmış. Breitbart Londra’da karargahını kurmuş, Paris ve Berlin sıradalar. Fransa, Almanya ve Hollanda seçimlerinin eli kulağında. Irkçı, otoriter rejim yanlıları ayakta ve Breitbart sıradan bir yerde değil, Washington’da iktidarda.

 

Bize ne?

 

Öyle mi diyorsunuz?

 

Ekmeğini bile İran ve Rusya’ya borçlu Beşar Esad’ın dahi 2012 ile bilgisayar sistemini modernize ettiği, truva casus aletlerle muhaliflerini izlettiği söyleniyor.

 

Nereden mi temin ediyorlar? Ambargo altında olsalar bile para ve müttefik ülkeler yoluyla.

 

Konu yuvarlanıp Türkiye’ye geliyor. O, bu işlerde usta. Zaten ‘kanun’ gücüyle tüm bilgi kaynakları kontrol altında. Kapatılan medya organları ve içeri atılan mensupları bir yana, Facebook ve Twitter takipçileri bile koğuşturmaya uğruyor.

 

Türkiye bilgisayar sistemiyle drone’ları kullanıyor. Şehirler savaşında sivil ve silahlı Kürtler üzerinde silahlı İHA’ları denedi. Bu sektörün başında küçük “milli” damat Selçuk Bayraktar var.

 

Gözükara iktidar, işi şansa bırakmaz. Baskı, çıkar ve beyinle oynamak yetmiyorsa, sonuçları değiştirmek çocuk oyuncağı. İktidar sözcüleri, “Parlamenterizm modası geçmiş bir İngiliz icadı” demiyorlar mı zaten?

 

“Makina insanı yenemez”, “İnsan onuru, insan kararlılığı engel tanımaz” diyeceksiniz. Olabilir. Ama değişim ortada. Bilgisayar, hem toplumsal hem sınıfsal bir araç ve bir savaş kurumu gibi. Kendini şartlara uydurmayan yanar. Egemenin yasa ve kurallarıyla kendini sınırlayan bir muhalefet, baştan yenilmiş demektir.

 

Hangisi doğru?

 

Türkiye başbakanı Bağdat ve Hewler’e gitti. İşte egemen Türk basını: “Büyük başarı. Bağdat’la tüm sorunlar bir çırpıda çözüldü”.

 

Ama ortada bir başarı yok. Aksine ziyaret, başarısızlığı örtme oyunu.

 

Türkiye, Sünni Arapların bekçiliğine soyunmuştu. Olmadı.

 

Türkiye, Başika’da kalıcıyım diyordu. Olmadı.

 

Türkiye, Şengal konusunda bir şeyler yapmak istedi. Olmadı. Çünkü orada Ankara ve Bağdat’ın sözü değil, Kürtlerin sözü geçiyor.

 

PKK’nin Güney’den çıkarılması mı? Olmadı. Çünkü konu Bağdat’ın sorunu değil.

 

Hewler’de de konunun PKK ve Şengal olduğunu sanmıyorum ve olmamalı da.

 

Binali Yıldırım’ın ziyaretinin şu sonucu net: Moskova ve Şam’dan sonra Ankara, Bağdat’ın ayaklarına kapandı.

 

Yıldırım’ın yanında büyük “milli” damat, enerjiden sorumlu Berat Albayrak vardı. İsim, Kürdistan petrolünü akla getiriyor. Çünkü petrol satışında epey yetkili biri.

 

Güney Kürdistan kuşatma altında. İç sorunlarla yüklü. Petrolü Türkiye ya da Irak ve İran üzerinden satacak. Hewler, Türkiye’yi tercih etmiş.

 

Tahran ve Bağdat, Kürt petrolünün bu akışını kesmek için her yola başvuruyorlar. Şimdi de Süleymaniye üzerinden İran’a uzanan boru hatı döşeme çabasındalar. Petrol satışının bağımsızlık inisiyatifini artırdığından korkuyorlar. Kim bilir? Şengal’in bu kadar anılması da belki bu çelişkilerin bir yansıması.

 

Kürtler petrollerini neden Bağdat’a versinler ki? Bugün Ankara’nın Kuzey’de yaptığını, Bağdat Güney’de yapmak istemeyecek midir? Ankara, Tahran ya da Bağdat, tümü de Kürt özgürlüğüne düşman aynı güçler.

 

Zoruma giden şu: Kürtler neden Türk basınından yargıya varıyorlar?

 

Diyelim ki Ankara ile Bağdat gerçekten anlaştılar. Bilin ki o, PKK, Goran, YNK ve KDP ayrımını tanımayan, Kürtlere karşı bir anlaşma olacaktır.

 

Hererolardan utanacak mıyız?

 

Herero ve Nama’lar Namibya’nın iki topluluğu. Alman sömürgeciliği döneminde, 1904’te Hererolar’dan 60 bin (%80’i) ve Namalar’dan 10 bin kişi katledilmiş, kalanları çöllere sürülmüş, köleleştirilmiş, kadın ve kızlarına tecavüz edilmişti.

 

Bu iki topluluk şimdi ABD’de dava açmış, Almanya’dan tazminat istiyorlar.

 

Almanya soykırımı tanıyor. Özre yaklaşıyor. Ama tazminata hayır diyor. Almanya, BM’nin “1951 Soykırım Yasası” tarihine sığınıyor. “Bu tarihten önceki soykırımların sorumluluğu taşınmaz” diyor.

 

Biz Kürtlerle ilgisi ne?

 

Koçgiri’den Dersim’e kadar olanlar, soykırım değil miydi?

 

Ya bugün olan? Bir tarafta yıkılan şehirler, katledilen siviller, göç ve tutuklama, diğer yandan Kürtlüğü hatırlatan her şeyin yasaklanması ve tahrip edilmesi...

 

Kürtlere yapılan aleni ve dört dörtlük bir soykırımdır. Ama hangimizin umurunda?

 

Halen de Türk devletinin iyi niyetinden bahseden akılsızlarımız var.

 

Hereroların şimdi devletleri, bayrakları ve dilleri var. Bizim ise hiçbir şeyimiz.

 

Bizler bize yapılan hakaretlerden çok, kendi zavallılığımıza tepki duymalıyız.

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)