Göçmenlik o kadar da kötü değil!

Fransa-İngiltere sınırında Manş Denizi’nde göçmenlerin boğulması her ne kadar iç acıtıcı olsa da o kadar da yol gösterici. Kasım ayı, göçmenlerin Manş Denizi’ni geçebileceği son ay. Kasım ayından sonra sert soğuklar ve Fransa tarafında konaklama yerlerinin olmaması göçmenlere imkan vermiyor. Geçtiğimiz hafta, İngiltere İçişleri Bakanlığı bir günde binden fazla göçmenin ülkeye geldiği bilgisini paylaştı.

Detaylar 2020’de tüm yıl boyunca Fransa’dan İngiltere’ye geçiş yapan göçmen sayısı 8 bin 500 idi. Fakat bu sene bu sayı 24 bin 500 olarak kaydedildi; kısacası 3 kat artış yaşandı. Bu göçmenlerin tamamı Irak ve Kürdistan Bölgesi’nden değil. Rojava, Suriye, Afganistan, Somali ve Afrika’dan göçmenler de içinde bulunuyor.

 Geçtğimiz sene Mısır’dan göç eden bir göçmenler buraya gelmiş ve Rûdaw’a konuşmuşlardı. Dediklerine göre Sisi yüzünden kaçtılar ve bu sınırda bir yıl boyunca mahsur kaldılar. Geçtiğimiz günlerde esas odak Belarus sınırında mahsur kalan göçmenler olduğu için, Fransa’daki bütün göçmenlerin Kürt olduğu algısı oluştu, fakat gerçek öyle değil.

İngiltere ve Fransa’da meydana gelen gelişmeler her iki tarafın da uzun süredir birbirlerine karşı tahammül seviyesine geldiğini gösteriyor. Macron ve Johnson arasındaki gergin telefon görüşmesi bu seviyenin göstergelerinden biri. İngiltere, Fransa’yı kendi su sahasını kontrol edememekle suçluyor. Dover bölgesi Fransa’dan göçmenlerin ulaştığı ilk yerlerden biri. Bölgeden sorumlu İngiltere parlamenterlerinden biri bizzat kendi gözleriyle göçmenlerin Fransız polisinin yanından geçerek botlara bindiğini ve İngiltere’ye geçtiğini söyledi.  

Onun dışında İngiltere, ordu ve polisin Fransa sınırını korumak üzere oraya gönderilmesini talep ettiyse de Fransa bu talebi reddetti. Fransa’nın denize olan sınırı 300 kilometre ve Fransa bunu yüzde 100 kontrol edemeyeceği garantisini veremiyor. Ondan daha da önemlisi, Fransa ve Avrupa bu olanların Brexit’in bir sonucu olduğunu belirtiyor. Fransa’nın en iyi seçenek olarak gördüğü husus, İngiltere’nin para vermesi ve Fransa’nın da bu parayla sınırlarını koruması!

Hem Fransa-İngiltere sınırında olan bitenler, hem Belarus-Polonya sınırları arasında mahsur kalan göçmenler meselesi hem de önceden Türkiye, Yunanistan ve İtalya’da olanlar gösteriyor ki göçmenler aslında bir silah ve ülkeler onları gelir anlamında birbirine karşı kullanıyor. Ben bugünlerde iş arkadaşlarımla Avrupa Birliği’nin ikinci başkenti olan Strasburg’taydım.

Parlamenterler, Polonya’da iktidardaki partinin bir üst düzey yetkilisi ve Diyaspora programına konuk olan Avrupa parlamenterleri bize AB’nin mülteciler konusunda geleceğe dair birkaç planından bahsetti. Şu anda göçmenler için kullanılan Hibrit kavramının bu kadar yaygınlık kazanması tesadüf değil ve içinde gerçekliği de barındırıyor.

Avrupa, Lukaşenko’yu izole etmişti ve şu anda da ona karşı soğuk bir savaş yürütülüyor. Fakat o, göçmen silahıyla Avrupa’nın odağını insan hakları ihlallerinden kaydırıp Avrupa arasında, mahsur kalmış göçmenleri kimin alıp kimin almayacağı çelişkisine çekti. AB’nin en güçlü liderlerinden Merkel’e kendisini aramaya zorladı ve bir lider olarak onunla muhatap oldu. Kim bedel ödedi? Sınırda mahsur kalmış, çoğunluğu Kürt, göçmenler. Masum Kürt çocuklar, hasta nineler, heyecanlı anneler ve babalar.  

Avrupalılar, Lukaşenko ve diğerlerinin göçmenleri koz olarak kullanmasını engellemek için uzun vadeli bir planın olmasını istiyor. Aynı senaryonun tekrar edilmesini istemiyor. Yarın Rusya Finlandiya sınırında, öbür gün Sırbistan Macaristan sınırında ve başka bir gün Danimarka’nın sahillerinde bir tekne görünebilir. Şu anda göçmenlik hakkı başvurusunun hızlandırılması ve Cenevre Bildirgesi’nin uygulanması isteniyor. Aynı zamanda göçmenlik başvurusu reddedilenler de geri gönderilecek.

Bu nedenle, müstakbel Alman hükümetinin kurucu partilerinin vardıkları açık anlaşmaya rağmen, onların (faydalı göçmenler) geliş ve gidişleri için daha fazla kolaylık sağlanmış olsa da, Almanya'nın büyüyen ekonomisi ve iş gücü piyasasına herhangi bir fayda sağlamayan göçmenlerin ülkede kalma şansları azalıyor.

Geçen haftaki ‘Diyaspora’ programında Kürt diyasporası üzerine doktorası olan bir konuğumuz vardı. Konuşmalarında Avrupa'ya göç eden mevcut Kürt göçmenleri “yaşam tarzını değiştirecek göçmenler” olarak tanımladı. Güzel bir tanımdı. Hatta bazı Kürdistan yetkililerinin bu göçmenler hakkında yaptıkları ve onları değersizleştirmeye çalıştıkları sözlerden de öteydi. Buna rağmen, söz konusu bu göçün kapsamlı bir tanımı değildi.

Son iki yıldır, Avrupa sınırlarını aşan Kürt göçmenlerin sürekli olarak haberdar oluyoruz. Yunanistan'dan İtalya'ya, oradan da Fransa ve İngiltere'ye geçen göçmenlerle görüştük ve bizim için son derece net olan bir şey vardı. Kürt göçmenler, yalnızca Kürt yönetiminden memnuniyetsizlikleri nedeniyle ülkelerini terk etmiyor, fakat kendisinin ve ailesinin geleceğinden duyduğu endişe ve güvensizlik nedeniyle Ortadoğu'dan kaçıyor. Türkiye ve İran'daki Kürt sorunu çok daha kötü durumda.

Rojava'da güvensizlik ve endişe hakim. Kürdistan Bölgesi, anayasal bir oluşum olmasına rağmen, her zaman bu şekilde kalacağının hiçbir garantisi yok. Amerika Birleşik Devletleri'nin size ne zaman sırtını döneceğini, Şii ve Sünni Arapların siyasi sürece katılımınızdan ne zaman pişmanlık duyacağını veya Rojava'daki tanınmayan oluşumun ne zaman çökeceğini kimse bilmiyor.

Ayrıca Kürdistan halkı yeni medya aracılığıyla gelişmiş ülkelerin yaşam biçimini görüyor ve sağlık, sosyal ve ekonomik güvenceye sahip olduklarını biliyor. Hastalanmaları durumunda korkmayacağını, özel hastanelerin onları soymayacağını ve yok etmeyeceğini görüyor. Ya da işsiz olsalardı sosyal güvencelerinin olacağının bilincindeler.

Bu nedenle onlar da öğrenci bursları için gösteri yaparak yumruk ve tekmelerin hedefi olmak değil, güven duydukları yere gitmek ve güven içerisinde kalmak istiyor. Çünkü kendi ülkesinde ona umut ve perspektif verilmedi ve Kürdistan'da bunların güvence altına alındığı, hatta hiç olmadığı da gösterilmedi; bu nedenle gidip başka yerde huzur ve güvence arıyor.

AB ülkelerinde göçmenlere ikamet veya sığınma hakkı verilmesi için çeşitli kriterler var. Bu kriterlerden biri de göçmenlerin geldiği ülkelerin hükümetlerinden kaynaklanan insani durum ve insan hakları ihlallerinin değerlendirilmesidir. Kürdistan Hükümeti, AB’nin düzenlemelerinde baskıcı bir hükümet ve insan hakları ihlalcisi olarak görülmüyor, aksine partner olarak görülüyor. Çok açık ki Avrupa'nın ortakları hakkında bazı görüşleri var, ancak halkın yaşam koşullarını iyileştirmesine yardımcı olmak ve Kürdistan Bölgesi'nin iç durumu hakkında onlara güvence vermek istiyorlar.

Dolayısıyla Kürdistanlı yetkililer göç ve göçmenler hakkında konuşurken daha iyi yoğunlaşmalı. Göçmenleri küçümsemek ve değersizleştirmek Kürdistan Bölgesi'ne fayda sağlamaz. Aksine, göçmenler bu savaş ve komplo dolu bölgede Kürdistan halkı için ekonomik kalkınmayı garanti etme, güvenceye almaya ve daha fazla ekonomik kalkınmaya davet etme konusunda Kürdistan için uluslararası alanda bir kart ve belge olabilir. Çünkü bu, Lukaşenko ve müttefiklerinin bu insanları Avrupa ve uluslararası toplum üzerinde baskı uygulamak için bir “Hibrit” silahı olarak kullanmasını imkansız kılıyor.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)