Bu madalya bizim değil!
Tarih, yenilmiş olanlar için trajedidir; çünkü hafıza ancak onları yaralayan bir şeye dönüşür. Tarih ki tekerrür eder ve aldanmayı adet edinenler sürekli yenilirler. Sürüsünü uçuruma süren çoban, tarihi kendisiyle başlattığında, geriye herkesin inandığı yalandan bir kahramanlık kalır.
Oysa biz, köksüz değiliz. Ülkemize küf gibi musallat olanlar dengbêjlerimizi öldürdüler ve bize, bizi hatırlatacak hiç kimse kalmadı. Bu yüzden tüm kavramlar tersyüz ediliyor; bu yüzden yenilgiyi zafer, yokluğu zenginlik, talan edilmeyi devrim, öldürülmeyi özgürlük sanıyoruz.
Katillerimizi alkışlarken çırptığımız ellerimizi yüzümüze tokat diye indirmediğimiz içindir bu sefillik. Övgüyle bahsettiğimiz şanlı kurtuluşlar, köleliğimizden başka bir şey değil. Göğsümüze taktığımız istiklal madalyası, bir utanç nişanı olmalı; oysa biz ona parlayan gözlerle bakıyoruz. Kasabın bıçağını yalayan koyunlardan, kesilmekten korkmayan Hint ineklerinden farksızız. Yenildik, yenilgimizi unutarak. Bir daha. Bir daha. Başkalaştıkça ve unuttukça bir daha yenilgiye mahkûm olarak.
İhsan Nuri Paşa’nın Ağrı Dağı’ndaki ayaklanması başarısızlıkla sonuçlanınca, 19 Eylül 1930’da, dönemin Milliyet Gazetesi’nde bir karikatür yayımlanır. Bu karikatürde Ağrı Dağı’nın üzerine bir mezar çizilmiş, mezartaşının üstüne de “Muhayyel Kürdistan burada medfûndur” yazılmıştır. Günümüz Türkçesiyle söylemek gerekirse “Hayalî Kürdistan burada yatmaktadır”. Yani, Kürtler ve Kürdistan öldürülerek Ağrı Dağı’na gömülmüşlerdir.
1925 Şêx Seîd ayaklanması sonrası kaçmak zorunda kalanlar ve sürgüne gönderilenler, 1927’de Lübnan’da toplanarak Xoybûn (Bağımsızlık) adıyla bir Kürt kongresi kurdular. Ağrı Dağı başkaldırısı da bu kongre tarafından organize ediliyordu. Kongre, Ağrı Dağı eteğindeki Kurdewa adlı köyü başkent ilan etmiş ve şu an Güney Kürdistan Hükümeti’nin kullandığı “alarengîn”i bayrak olarak belirlemişti. Xoybûn’un kurucularından Urfalı iki kardeşin hikâyesi tam da bugün hatırlatılmalıdır. Mirî Mustafa Begê Berazî (Hirço Beg) ve Türkiye’nin kurucu meclisinde Urfa mebusu olan Bozan Şehîn Beg kardeşler.
Türkiye Başbakanı bu yazının yazıldığı saatlerde Urfa’da bakanlar kurulunu topluyor. HDP, MHP, AKP ve CHP gibi Türk partileri ortaklaşa verdikleri bir kanun teklifi ve oybirliği ile 91 yıl aradan sonra Urfa’nın Türk Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği başarıyı ödüllendirmek için şehre bir İstiklal Madalyası veriyorlar.
Birkaç gündür Urfa’nın çoğunluğu Araplardan oluşan gençleri ellerinde Türk bayrakları ve giydikleri Türk askerlerinin elbiseleriyle şehir meydanlarını turluyor ve madalya almış olmayı sevinçle kutluyorlar. Urfa Milletvekili Osman Baydemir, iki gün önce, HDP’nin il kongresinde yaptığı konuşmada, devletin bu madalyayı vermeyi 91 yıl geciktirmiş olmasını eleştiriyor ve bunun hükümetin bir lütfu olmadığını, aksine HDP’nin de mücadelesinin bir sonucu olduğunu ısrarla belirtiyor. Ne kutlanıyor, böylesi bir madalya niçin sahipleniliyor, Türk devleti Urfa’yı bu kirli tarihin parçası yapmadığı için neden eleştiriliyor anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum.
İnsanın ekseni bir kez kaymayagörsün; bütün değerler altüst ediliyor.
Viranşehir’den başlayarak güneyde Hama ile Şam’a; batıda Hatay’a kadar uzanan Urfa ve mıntıkası Millî ve Berazî Kürt konfederasyonlarının toprağıdır. 150 yıl önce bunların yanında bir de Kîkan aşiretleri vardı ama Osmanlı ile giriştikleri savaşı kaybedince şu an Harran ve Akçakale ovaları olan topraklarından sürüldüler ve yerlerine Arap aşiretleri getirilerek iskân edildi.
Bu olay Suriye devletinin de sürdürdüğü Arap Kemeri projesinin ilk adımıdır ve Kürt aşiretlerini ortadan ikiye bölmüştür. Milli İbrahim Paşa’nın Osmanlı’nın son dönemlerindeki başkaldırıları çok iyi bilinir. Berazîler ise tarih boyunca Kürtlük kalesinin bir burcu gibidirler. Ne Türklere ne de Araplara boyun eğerler. Bu yüzden konfederasyon zaman zaman sürgüne uğrar. Hala Mazenderan ve Xorosan’daki Beraziler, Ermenistan ve Kazakistan içlerinde kalan Beraziler, bugün Erzurum Karaçoban ile Karayazı ve Erzincan Karaçay’da kalan Berazîler bu tarihin tanıklarıdır.
Xoybûn ve Ağrı Dağı’ndaki başkaldırının finansörleri Hirço ve Bozan Şehîn Beg kardeşler işte bu konfederasyonun miridirler ve onların ölümü ertesi konfederasyon dağılmıştır. Zira neredeyse Fırat Havzası ve çeperinin tümüne yayılmış toprakları resmi sınırlarla ikiye bölünmüş ve mayınlarla ayrılmışlardır. Aynı kardeşler daha sonra Şam’da Hawar dergisi ve matbaasının da sermayesini Celadet Elî Bedirxan’a bağış etmişler. Öyle ki bu maddi yük için sınırın Türkiye tarafında kalan Suruç’taki topraklarını satmışlar. Tüm bunlardan muratları bir Kürt devletinin kuruluşunu görmekmiş.
Ne var ki bu vatanperver iki kardeş “Kurtuluş Savaşı”ndan bir kaç yıl öncesinde bölgeye gelen ve Arabistanlı Lawrence olarak bilinen Thomas Edward Lawrence’ın Kürdistan teklifini geri çevirmişlerdir.
Bu iki kardeş Birinci Dünya Savaşı’nda Fransız ve İngilizlere karşı hem Urfa hem de Antep savunmasında yer almış, dillere destan konakları düşmanlar tarafından yakılmış ve Urfa’daki Ermeni Mukavemeti lideri Fransız işbirlikçisi Saco Bey’i de onlar öldürmüşlerdir. İşte o gün Urfa’nın kurtuluş günü kabul edilir ve yakın bir zamana kadar da “Saco Bayramı” olarak kutlanırdı.
Ankara’daki ilk TBMM binasında bu kardeşlerin Berazî Kürt Aşiretleri namına yazdığı mektuplar hala duvarları süslemektedir. Adlarına Urfa kurtuluş destanları yazılan bu iki kardeşten büyüğü olan Hirço (Mistefa) Beg kuvvetiyle bilinen bir pehlivandır ve Kürt aşiretleri arasındaki ihtilafları çözmesiyle tanınır. Bozan ise, Hamidiye Aşiret Mektebi’nde okumuş, daha o yıllarda Fransa’da matematik ve felsefe eğitimi almıştır. Bugün Güneybatı Kürdistan’da Tilebyed ve çevresini tanımlayan Bozanî adı da ona atfen bölgeye verilmiştir. Bozan Beg’in Mustafa Kemal’den yediği kazığı unutmak için intihara teşebbüsüne kadar giden hikayesi elbet uzundur, ama özcesi bunca kahramanlıktan sonra Kürtler adına kongrelere katılmış ve neticede 1921’deki ilk mecliste mebus olmuşlardır.
Ankara’ya kardeşlerden Bozan gitmiş, Mistefa (Hirço Beg) ise tedbiren gitmemeyi tercih etmiştir (bunun üzerine ilk toplantıda müstafî sayılmış ve vekilliği daha sonra düşürülmüştür. Kimi belgelerde Urfa Mebusu Hecî Mistefa Efendî ile karıştırılmaktadır). Zabıtlardan görüldüğü kadarıyla Bozan Bey, diğer Kürdistan vekilleri gibi Kürt kıyafetleri giyip meclise gider, ayaklarını yere vura vura ateşli Kürt-Türk kardeşliği nutukları atar ve Türkiye’nin bütünlüğünden bahseder. Tıpkı Bitlis vekili Yusuf Ziya Bey gibi. Tıpkı Elazîz vekili Mustafa Şükrü Bey gibi. Tıpkı Siverek vekili Bekir Sıtkı Bey gibi.
Nitekim olanları herkes bilir, Sevr tehlikesi geçince ve Lozan için taraflar Türklerle zimnî bir anlaşmaya varınca 1923 darbesiyle Kürdistan’ın Türkiye ortaklığı ilga edilir ve bir meclis darbesiyle Mustafa Kemal her şeye ve herkese Türklük adına el koyar. Kaçabilenler kaçar, Türklüğü kabul edenler kalır, kaçamayanlar ise Bent Deresi’nde Kılıç Ali tarafından boğdurulur. Bozan Bey, (bugün ailesi hikâyeyi başka bir şekilde anlatsa da) bir Siverek vekiliyle birlikte kadın elbiseleri giyer ve Konya üzerinden kaçarak Suruç’a ulaşır. Ağabeyi Hirço’ya durumu anlatır ve maiyetindeki binlerce kişiyle sınırı bir gece aşarak gider Fransızlara sığınırlar. Yanlarında daha önce onlara Türklere güvenmemeleri için uyarılarda bulunan dengbêjleri Mişoyê Bekebûrê Berazî de vardır.
Yıllar öncesinde kök söktürdükleri Fransız komutanlara “özür dilekçeleri” yazar ve nitekim Suriye’ye kabul edilirler. Tabii bu, Berazîlerin Fransızlara karşı tek vukuatı değildir. Fransız Mandası’na karşı örgütlenen Devrim Hareketi’nin öncüsü olan Îbramê Henano da Berazî’dir. Tıpkı daha sonra Suriye Cumhurbaşkanı ve Başbakanı olacak ve kurşuna dizilerek öldürülecek olan Hüsnü ve Muhsin Berazî Beyler gibi (Celadet ve Kamûran Bedirxan ile Memdûh Selîm Beg’e de Suriye vatandaşlığını vermekten suçlu bulundular).
Hirço ve Bozan Beg kardeşlerin ömürlerinin gerisi sürgündeki bütün Kürt liderler gibi Kürtlerden bir “ulus” yaratmak için çalışmalarla ve fakat bunalım ve buhranlarla geçer. Bütün aile 1925’te Şêx Said isyanına, 1927’de Xoybûn’a, 1926-1930’da Ağrı İsyanı’na, Hawar’a, Ronahî’ye, Qazî Mihemed’e, Mele Mistefe Barzanî’ye, PDK’ye, YNK’ye, PKK’ye destek verir.
Kardeşlerin Türk devletinden kaçıp düşmanlarına sığınmasının üzerinden 90 yıl geçer ve neticede 2011’de Suriye iç savaşı patlak verir. 2013’te artık daha fazla duramayan Hirço Beg’in oğlu Behzat Şahin Bey Suriye’den kaçar ve bu sefer gelip babasının kuruculardan biri olduğu Türkiye Devleti’ne sığınır. Öyle ya, insanın devleti yoksa insan, insanlığın serserisi olur. Düşünsenize, Kürtler ülkesini kurtarır, ülkesine el koyanlardan kaçar ve yıllarca savaştığı düşmanına sığınır, kaçıp sığındığı yerden tekrar kaçıp yine kendi ülkesine mülteci olarak döner.
Kürt olmak, devletsiz Kürt olmak tam da böyle bir şey.
Hikaye uzun ama ders kısa: Kürtlerin kurucu ortak olarak bulundukları bir devletin meclisine, kendi kıyafetleri ve dilleriyle girmeleri bile onları devlete sahip kılmıyor ve kendi ülkesinden, yine başkasının egemenliğinde bulunan kendi ülkesinden başka bir parçaya sürgün kılıyor.
Maraş ve Antep görece asimilasyona uğramış Kürt şehirleridir. 1921’de Antep’e Gazi; 1973’te ise Maraş’a Kahraman unvanları meclis kararıyla verilmiştir. Daha Kürt olan Urfa ise 12 Eylül 1980 darbesi sonrası bir tür pilot bölge olarak seçilmiş ve 1984’te “Türk” tarihinin bir parçası kılınarak Şanlı unvanına layık görülmüştür.
Daha önce Antep ve Maraş’a verilmiş olan İstiklal Madalyası şimdi de Urfa’ya, o Hirço ve Bozan Beglerin kurtardığı ve şu sıralar Araplaştırma ve Türkleştirme kıskacında bulunan Urfa’ya veriliyor. Hirço ve Bozan Bey’in torunları olan bizler ise olup biteni anlamadığımız halde seviniyor ve Kürtlerin oyları ve kanı üzerinde siyaset yapan bir koro da devletin bu istiklal madalyası Urfa’ya verilsin diye vargücüyle alkış çalıyor. Kimse de durup sormuyor: Bu devlet bizim midir? Değildir. Bu İstiklal bizim midir? Değildir. Bu madalya bizim midir? Değildir. Kürdistan’daki Türk işgalini bir adım daha ilerletecek olan bu madalyaya sevinenler bizim midir? Değildir.
Yakın zamanda Kürtler, devletin yeni hamleleri sonrası Urfa’da çoğunluk olmaktan çıkacak ve Urfa şehrini de tıpkı Antep ve Maraş gibi kaybedecekler. “Bu şehir bizim midir?” sorusuna “hayır” cevabını verdiğimizde hepimiz Hirço ve Bozan Beg’in pişmanlığını yaşayacağız ama olsun.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)