Diktatör ve muhalefet

Bugünlerde gündem, AKP'nin "küskünleri". "İhanet", "çatlak", "iktidarın oyunu" gibi nitelemeler ve kahramanlarının ideolojik ve politik formasyonları bir yana, olay, diktatörlerin ortak ölçüleriyle üzerinde durmaya değer nitelikte.

  

Otoriter yönetimlerin ortak özelliği iç düşman sevgileridir. Kendilerinden kopanları; "zor günlerde gemiyi terketmekle", "düşmanlarla işbirliği yapmakla", "ajanlıkla", "çıkarcılıkla", "komploculukla", "ihanetle" ve daha akla gelmeyecek gerekçelerle suçlarlar. Ama asla kendilerinde kabahat bulmazlar.

 

Diktatörün "düşmana" ihtiyacı vardır. Uşak ve piyonlarını o hedefe yöneltir, halkı onunla oyalar. Muhalifimiz bu "kuraldan" habersizse, işte o zaman yandı, diktatörün tuzağına düşmekten ve kaybetmekten kurtulamaz.

 

Diktatörün yöntemleri

 

“Büyüklüğünü” gösterir o, muhalife elçi gönderir. Dostluktan, iyi günlerden ve olanaklardan dem vururlar. Tepki olumsuzsa, tehditler havada uçuşur. Diktatörlük, kendini hiçbir şeye karşı sorumlu görmeyen keyfiliktir.

 

Sıra, onurlu dışkı ayarında gören uşaklardadır. Tozlu raflardan muhalifimizin dosyası indirilir. Öyle gürültü koparırlar ki kurbanın etrafında kimse kalmaz. O artık toplum içinde sabıkalı biridir.

 

Basındaki satılık kalemler, muhalifi sıradan insanların dedikodu malzemesi yaparlar. Öyle ki muhalifimizin ailesi bile yakınmaya başlar; "değer mi?"

 

Yetmedi ise, adalet sahtekarları savcı ve hakimler sıradadır. Seni cezalandırırlar, hayır süründürürler. Günlerin ayların mahkemelerde, "kendini aklamakla" geçer.

 

Zoruna gider de nedir, kendi kendini yersin. "Eski arkadaşların" ilişkilerini keser, yollarını değiştirirler. Hele onlar yok mu? Daha dün önünde el pençe duran, adına yemin eden uşaklar, saldırının başını çekmektedirler.

 

Yetmedi mi? Tetikçilerin ipini gevşetirler. Yaralı ya da ölüysen, saldırıyı "kınayabilirler de". Olsun, "diğerlerine de ders olsun" mesajı yerini bulmuştur!

 

Diktatörün derdi ne? KORKU. Diktatörler korkaktır. Muhalefet, onun karanlık ve suç dünyasına ışık vurmaktadır. Bu korkuyla muhalife saldırmaktadır.

 

Diktatör kutsal değerlerin ardına gizlenir, onları temsil misyonunun olduğunu ileri sürer. Kocaman bir yalan bu. Diktatörlük, kutsallıkların kirletilmesidir. Hiçbir gerekçe diktatörlüğü meşru kılamaz.

 

Tarihin mahkum etmediği diktatör yok gibidir. Ancak başlarına ne gelmiş olursa olsun, tarih onur savaşı veren muhaliflerden övgüyle bahsetmektedir.

 

Sadece diktatör mü?

 

Muhalif partiler de sıraya girmiş seni beklemekteler. Diktatöre olan hırslarını senden çıkarmak isterler. Çünkü sen de diktatörün bir ortağıydın. Onlar için artık sen bir araçsın. Derdin, çaban ve acın, hiç umurlarında değil. Onların dediğini yaptıkça iyisin. Ta ki seni kurutana kadar. Cami ile kilise arasında ibadetsiz kalırsın. Diktatöre muhalefet onurludur, ama bu riskleriyle.

 

Önündeki yol

 

Diktatörlüğün "abc"si, ilk yol arkadaşlarını etrafından uzaklaştırmasıdır, ama hiçleştirerek. Yerlerini genç acemilerle doldurur. Bu yeniyetmeler, dolduruşa çabuk gelirler. Çoğunun yükselmek için yapamayacağı yoktur. Oyuna gelirler. Ta ki birgün sıra onlara gelene kadar. O zaman anlayabilirler belki, ama artık çok geçtir.

 

Muhalifimizin durumu her açıdan zorlaşmaktadır. Kalleşlik, yalan, dedikodu, yük onu boğmaktadır. Psikolojisi allak bullak olur. Ne yapacağını bilemez duruma gelir.

 

Kendini 'eski dostlarına' atar. Sakın ha! O, intihardır, en onursuz ölümdür. Çünkü diktatöre boyun eğmeyi ve ondan özür dilemeyi dayatırlar. Ki bunu yapmak, dışkı yemekten daha kötüdür. Bu yapan, tarihin utancından asla kurtulamaz.

 

Çaresizlikten bunalan muhalifimiz, eleştirilerinin hedefine diktatörü değil ama sadece çevresini koyarsa, bu, kendi kendini aldatma olur. Çünkü diktatörün çevresi demek, onun emriyle hareket eden uşaklar ordusu demektir. Diktatörün izni olmadan onlar nefes bile alamazlar.

 

Yorulan muhalifimiz sesini çıkarmamaya, evinde oturmaya karar verir. Suçlama bellidir, "kendini bile geçindiremiyor". Yok eğer birşeyler yaparsa, o zaman "arkasında (mutlaka) düşman vardır".

 

Bu, bir ağ ve bir sektördür. Binlerce insan uşaklık, dalkavukluk, düşkünlük, kalleşlik, yalan, muhbirlik yaparak geçimlerini sağlamaktadırlar. Onursuzluk, ideolojileridir.

 

Muhalifin yola çıkarken bunları bilmesi son derece önemlidir. Yoksa ayağı çabuk kayar. Ayağı kayanın da dostu olmaz.

 

Onur savaşı

 

Maddi zenginlik ve onur kıyaslanamaz. Ama iktidar ve zenginleşmenin, onuru da beraberinde getirdiğine inanlar az değil. Hayır, onlar yanılıyor. İnsan iktidar hırsının kurbanı olduğu ölçüde onurdan da uzaklaşır. Diktatör ve uşaklarının, onur kelimesinden nefret etmeleri boşuna değil.

 

Muhalifimiz üstün gelmeyebilir. Fakat bu "üstün gelmek sözcüğü", göreceli bir kavramdır. İnsan tutuklanabilir, öldürülebilir. Ama insan onurunu koruyabilir. Bir yanda yozlaşma ve suç ortaklığı, diğer yanda onur bekçiliği.

 

AKP'deki muhtemel muhaliflerin bu değerlendirmelerle ilişkisi yok diyeceksiniz. Haklısınız, şimdiki gerçeklikleriyle verdiğim örneklerden çok uzaklar. Onlara umut yatırmak boşuna olabilir. Yine de Kürt sorunundaki tutumlarının geleceklerinde anahtar rolü oynayacağı vurguluyorum. Tarihin bir örneğiyle şu uyarıyı yapmayı da yerinde görüyorum:

 

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF, 1924), Mustafa Kemal'in eski arkadaşlarının partisiydi. Kazım Karabekir yönetimindeki TpCF, M. Kemal'in tekli yönetimine karşıydı. Ama Karabekir, Şeyh Sait Ayaklanmasını "vatana ihanet" olarak niteleyip katliamlara ve isyan nedeniyle çıkarılan Takrir-i Sükun'a onay verecekti. Böylece diktatörün eline istediği fırsatı vermişti. M. Kemal, o yasa gücüyle tümünü tek tek avlayacak ve resmi olarak "onursuzlaştıracaktı".

 

Her defasında olduğu gibi; önce Kürtlerin işi görüldü, sonra da Türk muhaliflerin.