Denizin dibinde beklemek
Türkiye Gezi Notları (2)
Nizip
“Kederli bir şiir gibiyim, benden vazgeç.”
Nizip
“Kederli bir şiir gibiyim, benden vazgeç.”
Kederli olmayan ne var ki şu hayatta. Her şey ölmeye mahkûmken, hangi yüzle beklenir sabah kuşları. Mukadderat, her yolcu kendi sözlerini terennüm eder yol boyunca. Yani hiç kimse ruhunun sırrından geri kalamaz. Alain’in sözleriyle: “Ne kadar dikkatli olursak olalım, yol ayrılıklarını, yol kavşaklarını bellemek, yani makasları bilmek, ana yolları seçmek için bir demiryolu üzerinde sık sık yolculuk etmiş olmak gerek; yine de yetmez bu kadarı...”
***
İlk defa böyle bir yerde kalıyorum, içeride yatıyorum, içeriden bakıyorum. Arkadaşım sosyolog. Akşam lokale çıktık. Ön tarafta televizyon izleyenler, okey ve bilardo türü oyunlar oynayanlar var. Arka tarafta pencerenin hemen kenarında tek bir seccade, namaz kılanlar buraya gelip namazını kılıyor, sessizce çıkıp gidiyor. Bakıyorum, öbür tarafta olanlar çoğunlukta, namaz kılanlar bir elin parmak sayısını geçmez. Üniformasının içinden iki çeşit insan çıkıyor. Bir grupta nefsinin kölesi olanlar, diğer grupta Allah’a kul köle olanlar. Çok şükür, biz ikinci gruptakilerle beraberiz, namaz kılıyoruz, en azından safımızı belli ediyoruz.
***
Dün gece güzeldi. Çarşı Cami’nde yatsı namazını kıldık. Sonra yol üzerinde ekmek teknesi arabasını park eden Bekir Usta ile muhabbet ettik. Pikabının her şeyi var Bekir Usta’nın. Kiraz yedik, sonrasında çay içtik. Güzel, serin bir yaz rüzgarı esiyordu. Gecenin geç vakti eve döndük.
Arkadaşım birileriyle görüştü Fas’a gitmek için, biliyorum formalite icabı görüşüyor. Arada geçen on seneden sonra, ikimiz de fikir olarak çok farklı yerlerde duruyoruz. Kısacası fikirlerimiz hiç örtüşmüyor. Karşılıklı güvensizlik var aramızda. Yani boşuna nefes tüketiyoruz.
Yine üniversiteden bir arkadaşıma telefon ettim. Bana “New Jersey’de yakın bir arkadaşım var, onun yanına gidebilirsin” dedi. “Olabilir” dedim. Sonra “Kanada’da da arkadaşım var, Kanada’ya da gidebilirsin” dedi. “Bakalım” dedim.
Bilet fiyatlarına baktım. Aynı Japonya uçak fiyatları gibi, dünyanın parası. Kısacası yurt dışına çıkmak bütçemin pek fevkinde.
Arkadaşıma telefon ediyorum, durumu anlatıyorum, “Bilet fiyatları çok pahalı” diyorum. Sonra diğer masraflar.
***
Gelirsen benimle, uzanırız ötelere. Bir başkası oluruz, bir başkasının yalnızlığında. İstikamet belli: Allah’tan geldik, Allah’a döneriz, yok başka yolu, yok başka umarı.
Bir seccadenin üzerinde döner dünya, kopar kıyamet. Aslında gelmiştir ölüm, inmiştir hüküm, gitmektir çözüm. Toplanmak, haşir olunmak hep aynı yerde.
Gelirsen benimle, uzanırız ötelere. Bir başkasının rüzgarına kapılıp gideriz.
***
Belki de asıl olan denizin dibinde beklemek, beklemesini bilmektir, her keslerden ve her şeylerden umudunu keserek. Hiçbir şey yapmadan, hiçbir yere gitmeden beklemek. Hep bir yerlere gitmek isterken ama gitmemek, imkanın varken kalmak.
Bu sefer farklı bir yol kullanıyorum, gitmeyerek bir yerlere gitmek, zamanın ve mekanın dışında hep bir yerlerde, ötelenmiş. Bir kayboluşta meydan okumak.
Hiçbir yerde değilsin, hiçbir yerde olmak istemiyorsun. Hiç kimsede yankı bulmayacak bir çığlıksın. Geldin ve gidiyorsun. Uzatmanın, allayıp pullamanın alemi yok. Hep böyleydi zaten.
***
Camiye çıkarken aklıma yine zaman geldi. Zaman kadar kolay geçen başka bir şey yok. Sonra sınırlı bir hayat yaşıyorsun. Her an bitebilecek olan sayılı bir hayat.
Asıl olan hoş bir seda bırakabilmekmiş ardında, gök kubbenin altında. Bunu bir daha anladım. Hoş bir seda, bir tutam amel-i salih, bir tutam rahmet, bir tutam zikir ve dua.
Ruhen olgunlaşmak, kemale ermek. Dışarıda yaptığım seyahatlerden çok içeride çektiğim acılar vesile oldu içten içe büyümeme, olgunlaşmam, kendimi tanımama. Şimdiye dek seyahat ederken aklım hep havada uçup dururdu, kalbim yerlerde savrulurdu. Durum değişti ama. Artık aklım ve ruhumla denizin dibinde bekliyorum, yeni bir hayatın arifesinde. Acizliğimi gördüm, aklımın sınırlarını, kalbimin ötesini sonra.
Acı oldum, o zaman Yunus peygamberi anladım. Rabbim, diyorum, ben nefsime zulmettim, pişmanım, tövbe ediyorum. Çıkar beni denizin dibinden, karanlıklardan. Hiç kimseler yok, acizim, perişanım, zayıfım. Yardım et bana Rabbim, ne olursun tut ellerimden. Denizin karanlık dibinde kırık dökük ellerimi göğe kaldırıp af diliyorum Senden, Hafız’ın sözleriyle:
“İyileşir durumun, ey gam çeken gönül, kaygılanma
Geçer bu çılgınlığın, sakinleşir başın, üzülme.”
***
Hiçbir yolculuğumda böyle üzgün ve yalnız olmadım. Manevi açıdan çökmüş vaziyetteyim ve gidecek hiçbir yer yok. Gidebileceğim yerlerse çok pahalı, bütçemi aşıyorlar. Bugün bir arkadaşla görüştüm. Tanzanya’ya gidebilirsin dedi. Bilet fiyatlarına baktım, çok pahalı. Kapitalist zihniyete tamamen teslim olmuş dünya ve dünyalılara diyecek hiçbir şey bulamıyorum. Her birey küçücük hücrelere hapis olunmuş, dış dünyaya açılan bütün bağlantılar koparılmış, deruni alemler tarumar olmuş, şimdi bakıyorsun herkesler bir başka bireyselleşmiş, insanlıktan çıkmış, şahsiyetini yitirmiş. Bireyselleşmek kapitalist kürede, nefsinin kölesi olmak kirli nehirlerde. Nasıl bir şeysin ey birey: Her şeyi yapabilecekken hiçbir şey yapamamak. Nasip olur mu bilemem, Hazreti Davut gibi taş üstüne taş koymadan dünyadan göçmek.
***
Süslü püslü olmayan bir ev var mı, bilemem. Eskiden dünyanın bir kısmında süslü püslü olmayan sade, basit evler olurdu ama şimdi tam tersi. Süslü püslü evlerde ömür tüketmemek için sürekli dışarıda olmak, dışarıda kalmak, dış mihraklı olmak lazım. “Uğrunda yaşama ve ölmek istediğim bir gerçeğe muhtacım. Fakat o benim dışımda değil, içimde olsun” dese de Kirkegaard.
Söylemek istediğim, her daim yolda olmak, yolcu olmak hali, bir yerlerden bir yerlere gitmek arkana dönüp bakmadan, hiçbir yere takılmadan. Durduğun an süslü püslü bir taşın altında kalakalıyorsun. Allah’ım, dünyanın süs-püsüne takılmadan dünyadan ayrılmayı nasip et.
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)