Kürdistaniler ve Ötekiler

10-11-2015
İbrahim Halil Baran
A+ A-

Kürtler için siyasal bir perspektif ortaya koyanların çoğu aynı hataya düştüler. Kürt siyasasında iki temel kutbun varlığını, biraz da işgali altında oldukları devletlerdeki değişim ve çalkantılardan yola çıkarak tespit etmeye çalıştılar.

 

Bu yanılgının temelinde, kendilerini ve Kürdistan’ı işgalcilerinin periferisinde kabul etmeleri gerçeği yatıyor. Öyle ki Kürdistan’ı merkez kabul etmediklerinden, Kürdistan’daki temel ayrışmanın işgalci devletlerdekine benzer bir şekilde seyredeceğini düşündüler. Bu hata üzerine üretilen teoriler, Kürdistan’daki mücadeleyi de bu diskurlar üzerine inşa etti: ideolojik, dinsel ya da sınıfsal ayrışma öngörüleri.

Yanıldık.


Kürdistan’daki siyasallaşma eninde sonunda, bu yanılgıdan kurtularak sağcı-solcu, dindar-dinsiz, muhafazakar-modernist, tekçi-çoğulcu, baskıcı-demokrat, köylü-şehirli, burjuva-proleter, kapitalist-sosyalist, gerici-ilerici olarak değil Kürdistan’dan yana olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılmaya başladı. Bu her iki grup da kendi içinde yukarıda saydığım sınıfların tümünü taşıyor.

 

Uzundur, birebir modellemeyle kendine, egemeni olan toplumların durumunu yansıtan Kürt siyaseti, şimdi yeni bir doğum sancısı çekiyor. Bebeği boğdurmadan doğurtabilirsek, saflar Kürdistaniler ve ötekiler olarak netleşecek. Yani bir bütün ya da parça olarak Kürdistan’ı bir merkez kabul edenler ile Kürdistan’ı ve Kürtleri herhangi bir biçimiyle işgalcilerinin bir parçası haline getirmeye çalışanlar.

 

Artık vatanseverler ile partizanlar, hakikatinin farkında olanlar ile halka yalan söyleyenlerin birbirinden ayrışma vaktidir. 

Hakikatte, savunulabilecek en son fikir, en az dört devlet arasında bölüştürülmüş olan Kürtlere, bölgedeki statükonun devamını öneren fikirdir. Hem de haritalar yeniden çizilirken ve bütün çağını Kürtlere zulmederek geçiren devletler tabiî bir çöküş yaşarken.

 

Bilinmelidir ki Kürtler, işgal altında olduğu müddetçe -ki Kürdistan’ın gerçekliğidir- efendileri için yaşayan, üreten, konuşan, nefes alan ama ölmemesi için beslenen bir kafes hayvanından öteye gidemeyeceklerdir.

 

Keza Kürdistan meselesi, salt Kürtlerin meselesi de değildir. Kürdistan’daki her kadim halkın, doğal kaynakların, dağın, suyun, kırmızı bir tilkinin, ters bir lalenin meselesidir. Hal böyleyken Kürtlerin sömürge bile olamadıkları mevcut durumu savunacak hale gelmeleri, işgalcileri tarafından kendilerine yaşatılan mağduriyet ve tecavüzü özümsemeleri, kendilerini Türk, Arap ve Fars egemenliklerinin bir parçası sanmaları ve bunu kendilerine ait bir kimlik olarak algılamaları, ülkelerinin işgal edilmiş olmasından daha büyük bir yıkımdır.

 

Yakılan ormanlar yerine yenileri dikilebilir, harabeye çevrilen evlerimizi, köy ve şehirlerimizi yeniden inşa edebilir, ölmekte olan dilimizi yeniden öğrenebilir ama kendisi olmamaya meyleden Kürtleri geri getiremeyiz. Çünkü artık hakikatine, onu sömürgeleştirenlerin gözüyle bakmaya başlamış ve şimdiye kadar kendisine dayatılan kulluğu, gönüllü bir vazifeye çevirmiştir. Bunun, Kürtlerin siyasetine soyunanların eliyle meşru hale getirilmesi de özgür bir irade beyanını ve tercihi değil, iradenin tümüyle tahakküm altına alındığını gösterir. 



Ayrışma derinleşmelidir. Çünkü Kürdistani olmayanlar, işgalcilerinin bütünlüğünü koruma hastalığına kapılmışlardır. Her gün öldürülüyor, tutuklanıyor, hapsediliyor, işkence ediliyor, yasaklanıyor, hakarete uğruyor, asimile edilip soykırıma uğratılıyorlar ama kendilerini hala o işgalci devletlerin bütünlüğünün bir parçası olarak tanımlamaktan ve bu bütünü korumaya, yeniden diriltmeye çalışmaktan vazgeçmiyorlar.

 

Habis bir ur gibi yayılan bu düşünce her gün yeniden kendisini “Demokratik Türkiye’nin bütünlüğü”, “Demokratik Suriye’nin parçası” vb. cümlelerle var ediyor. 



Oysa Kürtler ile bu işgalci devletler arasındaki sorun bir rejim, demokratikleşme veya ekonomik sorun değil; bir egemenlik sorunudur. Kürtler, egemen olmadıkları kendi topraklarında, başkalarının egemenliğinde yaşamakta ve sömürülmektedirler. Bu yüzden de Kürtlerin kavgası yönetim biçimleriyle, hükumetlerle, iktidarlarla, diktatörlerle, siyasal partilerle değil egemenliğe el koyan devletlerledir. Türkiye üzerinden örnekleyecek olursak; bu durum karşısında Kürdistani olmayanlar yeni bir anayasa fikrine sığınıyor ve örneğin “Yeni Türkiye” ya da “Demokratik Türkiye” iddiasında bulunuyorlar.

 

Ne var ki bu iddiada olanlar, bu devletlerin nitelikleri ne olursa olsun yine de bir Türkiye iddiasındalar. Ülkemizde işgalci olarak bulunan bir devletin zaaf ve eksikliklerini giderip daha güçlü bir yapı kurmasına yardım ettiklerinin farkında oldukları gerçeğiyle birlikte şuna söylemekte fayda olacaktır: Kürdistani olmayanların bu yaklaşımı, işgali, ilhaka çevirmek ve Kürdistan’ı bir daha ayrılamamak üzere bu devletlere bağlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Oysa Kürdistan, hiçbir zaman üzerinde işgalci olarak bulunan devletlerin bir parçası olmamıştır. Bu coğrafik olarak dahi bir hakikattir ve Kürt siyasası tarafından da sürekli olarak diğerlerinin egemenlik girişimleri reddedilmiştir. Çözüm de günün birinde bu devletlerin insafa gelerek Kürtlerin haklarını tanımaları değil, bir bütün olarak Kürdistan’dan çekilmesiyle mümkündür.  


Kürdistan’da Kürt sorunu değil Türk-Arap-Fars sorunu vardır. Bunca kan ve ölümün, ekonomik ve doğal tahribatın, trajedi ve şiddetin sebebi, bunların kadim Kürdistan coğrafyasını ve orada yaşayan halkları işgal etmiş olmalarıdır.

 

Asıl soru Kürt sorunun nasıl çözüleceği değil, Türk-Arap-Fars işgalinin nasıl sona erdirileceği olmalıdır. Fakat soruları Kürdistan’ı merkeze alanlar değil, işgalciler tarafından beslenen, körleştirilen, hadımlaştırılan bir aklın siyaseti sorduğu için de verilen bütün cevaplar Kürdistan hakikati için yanlıştır. Bu siyasetin entelijansiyasının Kürt meselesiyle ilişkisi bağımsızlık, hak, hukuk, hakikat meseleleri değil, işgalci devletlerin daha iyi nasıl egemen olacağıyla ilgilidir.

 

Üstelik, Kürtler adına ortaya konulan bu düzeysizlik, özümsenmiş işgale uygun davranır ve sömürge aydını tiplemesi oynar. Acı olan, işgale uğramış bir ülkenin aydınlarının olmaması değil varlık iddiasındaki aydın sınıfının kapkaranlık dünyalara sahip oluşudur. Buna itiraz edilmelidir.



Bu yanlış kurgulanmış zihin, sürekli olarak Kürtlere, Türkiye-Suriye-Irak-İran içi bir çözüm önermekte ve onları ülkelerinde rejim değiştiren milletlerle özdeşlik kurmaya teşvik etmektedir. Örneğin bu zihin, Suriye’de Kürtlerin, Güneybatı Kürdistan şehirlerinde yönetimi ele geçirmelerini bir kurtuluş savaşı olarak değil bir devrim olarak kodlamaktadır çünkü kendini, kendi işgalcisi olan Suriye’nin bir parçası olarak görmektedir.

 

Oysa Kürtlerin durumu ihtilal yapan Fransızlara değil; Fransızların işgalinden kurtulan Cezayir, Çad, Cibuti, Benin, Burkina Faso, Gabon, Gine, Senegal, Tunus ve Moritanya’ya benzemektedir. İyice düşünülmeli; bizim durumumuz Bolivya, Honduras, Arjantin, Şili ve Venezuela’da devrim yaparak rejim değiştiren halka değil, aynı ülkede İspanyol ve Portekizliler başta olmak üzere sömürgeci Avrupa’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren halka benzemektedir.


İşte bu büyük çarpıtma, Kürdistan’ın kaderinin yeniden yazıldığı bu dönemde artık iyice gözler önüne serilmiştir ve Kürt siyasası bir kırılmanın eşiğinde durmaktadır. Halk artık, Kürdistan’ın tüm parçalarında Kürtlerin devletleşmesine karşı olanların, Kürdistan’ı bir bütün, federal ya da otonom bir bölge olarak kurgulamayanların siyasetinin iflasını görmektedir. Zira şimdiye dek yüz binlerce şehidi ne için verdiğinin bilincindedir. Ellerimize işgalcilerimizin bayraklarını tutuşturanların, onların devletlerinin bütünlüğünün bir parçası kılanların, kendi kardeşlerimize karşı işgalcilerimizin ordularının bir parçası olduğunu söyleyenlerin bunu iyi anlamaları gerekir.

 

Artık aynı ideoloji, inanç ve sınıflara ait olsak bile aramızda korkunç bir fark vardır: onlar bizim işgalcilerimizden yanadır; biz ise özgür ve bağımsız ama hiç değilse bu yolda ilerleyen Kürdistan’dan yanayız.

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli