Rakka Mahkemesi Başkanı Memduh Selim Bey -9
İsveçli yazar ve gazeteci Karin Johnsson kitabından öyle anlaşılıyor ki ne zaman başladığı belli olmasa da Memduh Selim 1929’un kış aylarında Suriye’nin Rakka şehrinde hâkimlik yapmaktadır. Karin Johnsson, Harun Reşid zamanında kurulduğu söylenen Rakka şehrini, 1929 yılının kış aylarında ziyaret ederken Memduh Selim Bey’le tanışır. Yazarın aktardığına göre, o zamanlar Rakka’da pek okuryazar yoktu ancak beş-altı aile vardı ve Memduh Selim Bey’in ailesi bunlardan biriydi. Kendisi bu süreçte Rakka mahkemesinin başkanı ya da baş hâkimi olarak görev yapmaktadır. Yazar Selim Bey’le karşılaşmayı ve evlerine misafir olmayı şu cümlelerle aktarır: İlk ziyaretimizi Gazjik’in yakın arkadaşı olan mahkeme başkanı Selim Bey’e yaptık. Rakka’nın nüfusu çoğunlukla Arap, Bedevi ve Ermenilerden oluşmaktaydı, yıkık ve küçük bir kasaba olmasına rağmen, canlı ve hareketliydi, dört hâkim orada görev yapıyordu ve hepsi de ful çalışmaktaydı.
Selim Bey’in bulunduğu mahalleye doğru yöneldik, iki katlı evi heybetli görünümüyle çevredeki diğer yapılardan daha yüksek duruyordu. Sac kaplı bir kapının önünde durduk ve el şeklindeki tokmakla kapıyı vurduk. Mahkeme başkanı kendisi gelip kapıyı açtı. Cezayirî ailesinin 45 yaşlarındaki esmer renkli erkeği başındaki fesi hariç, giyim kuşamıyla tıpkı bir Avrupalı gibiydi. Bizi dört etrafı yüksek bir duvarla örülmüş bir avluya davet etti, oradan duvara yapışık yükselen merdivenle ikinci kattaki büyükçe ve birazda karanlık olan salona gittik.
Burada Selim Bey’in çalışma odası, yemek odası ve yatma yeri vardı. Yer ve duvarlar Acem halılarıyla örtülmüştü, duvarın hemen önünde ise tahtadan yapılmış bir divan yerleştirilmişti ve üstü de Acem kumaşıyla örtülmüştü. Pencerenin önünde kamıştan yapılmış kürsüler dizilmişti, satranç sehpasının yanı sıra Fransız golfuyla birlikte odanın orta kısmında ise 1880’lerin İsveç dizaynına benzeyen noktalı ve uzatılmış kırmızı gül püsküllü resimleriyle süslü örtüyle kaplanmış uzun bir masa vardı.”[1]
Arapça ve Türkçe konuşan Selim Bey, bizi dostlukla karşıladı ve tercüman aracılığıyla bizimle hoş bir sohbete başladı. Ancak, zamanımız kısıtlı olduğu için fazla sohbet edemedik; çünkü akşam yemeği için kiliseye davetliydik ve bizi bekliyorlardı. Fakat, oradan ayrılmadan önce, ertesi gün öğle yemeğine gitmek üzere ona söz vermemiz gerekiyordu.”[2]
Sözünü yerine getirmek üzere ertesi gün Karin Johnsson ve beraberindekiler, Karla karışık yağmurun yağdığı bir anda yola çıkarak, sarı çamurlu suyun aktığı dereler gibi olan o dar ve dönemeçli sokaklardan yürüyerek Selim Bey’in evine giderler. Bu sefer de baş hâkimin kendisi bize kapıyı açtı, tam da kapının açıldığı anda arkasında duran iki hanımı gördüm ki merakla bize bakıyorlardı. Onlardan biri gülümseyerek hızlı bir şekilde ayrılıp alt kattaki odalardan birine girdi, diğeri kaldı ve her yönüyle bizim yerleşmemizi sağladı. O hanımın saçları kısa, üzerinde pamuklu ve kahverengi bir fistan ve onun üstünde de peştemal vardı, yüzünde hafif kırmızı ve parlak bir makyaj, ayaklarında ise spor bir ayakkabı vardı.
Hâkim Selim Bey doğrudan bizi ikinci kattaki odaya götürdü, yemek masası kurulmuş, üzerinde siyah renkli kaşık ve bıçaklar dizilmişti, onların yanında da pelüş perdeyle örtülü masa üzerinde içki bardakları dizilmişti. Sandalyelerin üzerinde ise pek şık durmayan peşkirler asılmıştı. Her sandalyenin önünde ince somundan yapılmış bir kek vardı ki tabak gibi duruyordu. Diğer yemek tabakları da masaya dizildikten sonra, ev sahibesi bizi yemeğe buyurdu. Şeref yerine beni oturttular, kaplardan sadece bir tanesi porselendi ve o porselen kap da ev sahibesinin nezaketiyle benim önüme konmuştu. Ev sahibesi Avrupa’da bu tabaklardan yemek yenildiğini biliyordu. Erkekler bir duble sek rakı alarak yemeğine başladılar.
Öğle yemeğinde küçük kaselerde ikram edilen iki çeşit çorba, pirzola, kızartılmış kuyruk yağı, kara erikten yapılmış puding, elma, kuru badem, şeker şerbeti, yumurta, süt ve un karışımından oluşan bir krema vardı. Yemek çok güzeldi ancak kullanılan baharatlar nedeniyle acı olmuştu. Bu seyahatta çok et yediğim için, kendim et yemedim; ancak meyvelerden yapılmış pudingi yedim. Selim Bey, yediğim pudingin Cezayirlilerin meşhur genel bir yemeği olduğunu söyleyerek, yemeğin hoşuma gitmesinden memnunluk duyduğunu belirti. Erkekler ise şarap ve rakıyla birlikte çok yemek yediler.[3]
Memduh Selim Bey, hanımıyla birlikte Karin Johnsson’u Harun Reşid zamanında Rakka’da yapılan Sarayın harabelerini de gezdirir. Selim Bey’in rehberliğinde eski şehir harabelerini gezmek üzere dışarı çıktık. Hanımının da bizimle gelmesi için izin çıkmıştı, elbiselerini değiştirip adet olduğu üzere çarşafını üstüne giyerek birlikte çıktık.
Akşam ışınlarının çarpmasıyla parlayan bir halifenin mozaik taşının önünde durduk. Mermerleri dağılmış bir merdivenin basamaklarından yukarı doğru burca çıktık ki adeta çöl üstünde dalgalanan bir şahın abası gibi idi. Oradan gizli patika yollardan geçerken nemin ağırlığı ve karanlığın gıcırtısı adeta dudakları titretiyordu. Orada kırılmış iri seramik parçaları üzerinden geçerken, yılanlarla da karşılaşıyorduk. Selim Bey o canlıları yakalayarak sakin bir şekilde boynuna doluyordu. Bana öyle görünüyordu ki o, modern doğu barbarlığı tarafından yaratılan evden daha çok buralara uyuyordu.”[4]
(Devam edecek.)
[1] Karin Johnsson, Bland Haremsdamer Och Schejker, Albert Bonniers Förlag, Stockholm, 1930, s. 161-162 (Lütfi Baksi arşivinden. İsveççeden çeviren: Emin Narozi)
[2] Karin Johnsson, Age., s. 163
[3] Karin Johnsson, Age., s. 164 (Lütfi Baksi arşivinden. Çeviren: Emin Narozi)
[4] Karin Johnsson, Age., s. 171 (Lütfi Baksi arşivinden. Çeviren: Emin Narozi)
(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)