Lozan Antlaşması’nın 100. Yılında Türkler ve Kürdler-3

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, emperyalist güçlerin bölgedeki sadık müttefiki konumuna gelen Ankara Hükümeti İngiltere, Fransa ve Bolşevik Rusya’nın da yardımıyla 1925 Kürd Milli Hareketi’ni bastırdı; binlerce köy yakılıp-yıkıldı, yaklaşık 800 kişi İstiklal Mahkemelerinde idama mahkûm edildi, binlerce sivil sorgusuz sualsiz infaz edildi, siyasi kadro ve sivil halktan kaçabilenlerin büyük kısmı İngiltere mandası altındaki Irak ve Fransa mandasındaki Suriye’ye sığındı. Hareket sürecinde kurulan İstiklal Mahkemeleri ve çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu’yla aynı zamanda iç muhalefet de bastırılarak yeniden dizayn edildi.

1925 Kürd Milli Ayaklanması bastırıldıktan sonra, Kemalist rejimin şoven ve ırkçı yaklaşımı daha net bir şekilde ortaya çıkmış. Mustafa Kemal, Cumhuriyetin kurucu unsurlardan bahsederken artık şöyle demektedir: “Cumhuriyetimizin asıl unsuru Türk halkıdır.”[1] Haziran 1926’da İngilizlerle Musul meselesi de çözüldükten sonra, Cumhuriyetin kurucu kadroları arasındaki iktidar kavgası da sona ermiştir. “Mustafa Kemal kendisine rakip olan veya olabilecek herkesi tasfiye etmiştir.”[2]  

Sevr ve Lozan anlaşmaları, esasında 16 Mayıs 1916’da İngiltere, Fransa ve Rusya gibi güçlü emperyal devletler arasında gizli olarak imzalanan ve Ortadoğu haritasının yeniden çizilmesini amaçlayan Sykes-Picot Antlaşması’na dayanmaktadır.  Sevr ve Lozan arasında yaşanan olaylar ve çatışmalar, resmi ideoloji ve tarih yazımı tarafından “Milli Mücadele” ya da “Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırılmakta ve bu mücadeleyle yedi düvele karşı savaş verildiğini; Sevr Antlaşması’nın tarihin çöplüğüne atılmış olduğu ve Lozan zaferinin kazanıldığı yazılmaktadır. Fikret Başkaya’ya göre ise, “Milli Mücadele, bir veçhesi itibariyle bir Türk-Yunan savaşı, diğer veçhesi itibariyle bir iç savaş ve nihayet üçüncü bir veçhesi de diplomasiyi etkilemeyi amaçlayan politik bir hareketti.”[3]

Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemindeki biçimlenişi ve Kemalist rejimin niteliğiyle ilgili farklı tanımlamalar yapılmaktadır; “Cumhuriyet-i cebriyye”[4], “askeri cumhuriyet, askeri diktatörlük”[5], “milli şeflik”, “tek adam yönetimi”, “askeri bürokratik diktatörlük” ve “katıksız bir otokrasi” vb. gibi. Aslında “Cumhuriyet” denilen bu yeni rejim, Birinci Dünya Savaşı sonucunda küçülen Osmanlı imparatorluğunun, askeri bürokrasinin yönetiminde yeni bir adla devamı niteliğindedir. Kürdistan da, Cumhuriyet yönetimi dönemi boyunca Umumi Müfettişlikler, Askeri Yönetimler, Örfi İdareler, Sıkıyönetim ve Olağanüstü yönetimlerle yönetilmiştir.

Sevr’den Lozan’a giden süreçte anlaşmaya taraf devletlerin siyasetlerinden bahsederken, Kürd siyasi liderleri ve örgütlerinin konumu ve süreçle ilgili tutumları da ayrıca değerlendirilmelidir. Bu dönemde Kürdler adına çalışmalar yapan, faaliyet yürüten ve Wilson Prensiplerinin Kürdlere de uygulanmasını savunan biricik örgüt, Kürdistan Teali Cemiyeti (KTC) ve ona bağlı diğer örgütlerdir. Fakat Sevr imzalandığı dönemde, KTC kendi içinde bir ayrışma ve bölünme geçirdiği için, aslında meydanda gerekli ve yeterli girişimlerde bulunup Kürdleri temsil eden aktif ve güçlü bir örgütsel yapı yoktu. Örgüt aktif olduğu dönemde, sadece Paris Barış Konferansı'nda, Şerif Paşa KTC'nin desteği ve onayıyla konferansa müdahil olmak üzere temsilci olarak seçilmiş, dönemin Amerika Reisicumhuru Wilson’la bir görüşme yapmış ve Kürd milletinin durumu ve istekleriyle ilgili bir muhtıra takdim etmişti. Yine benzer bir girişimle “Sivas-Zara, İmraniye Kürdistan Teali Cemiyeti şube reisi” imzasıyla Alişêr Efendi tarafından Sevr komitesine hitaben yazılmış ve Şerif Paşa aracılığıyla komiteye iletilmek istenen iki mektup vardır ancak amacına ulaşamamıştır.

Aslında Kürd aydınları ve örgütleri, İstanbul gibi metropollerde yoğunlaşıp Kürdistan coğrafyasında uzak kaldıkları için, halkla yeterli bütünlüğü sağlayamamış ve gerekli desteği alamamışlar. Dolayısıyla I. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan barış masaları vb. platformlarda güçlü bir halk desteğiyle yer edinememişler ve taleplerini de yeterince ilgili yerlere ulaştıramamışlar. Aynı durum Lozan için de geçerlidir. Türkler bu anlaşmayla önemli bir başarı elde ederek bir ulus devlet şeklinde varlığın İtilaf devletlerine kabul ettirirken; Ķürdler ise birliğini oluşturamamış, büyük güçlerin bölgedeki siyasetini ve politikalarındaki değişimi doğru okuyamamış, iyi niyetleriyle Türklerin vaatlerine kanarak bu yönde gerekli ve yeterli girişimlerde bulunmamışlar, taleplerini ve seslerini yeterince duyuramamışlar. Böylece Lozan Türklere büyük kazanç sağlarken, Kürdleri de uzun bir müddet uluslararası politikanın gündeminden düşürmüştür. Dr. Ahmed Nafiz Bey’in II. Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte 30.03.1945’te Xoybûn Kürd Cemiyeti adına “Sanfransisko Konferansı”na sunduğu raporda, Lozan Antlaşması sonrası durumu şöyle ifade etmiş, “İlgisiz bir Dünya, Kürdistan’ı ilgili devletlerin ulusal ihtiraslarına sunulan bir parçalanmış av olarak terk etti.”[6] 

Lozan Antlaşması'nın 100. yılını tamamladığı bu süreçte gündemde dolaşan bir iddia da, anlaşmanın yüz yılını doldurması nedeniyle geçersiz olacağı zannıdır. Bu iddia ya da zan doğru değildir, böyle bir uluslararası anlaşmada belirli bir süre belirtilmemiş ise, anlaşmayı imzalayan taraflar imzalarını geri çekmediği müddetçe veya Rus devriminden sonra Bolşeviklerin Sykes-Picot Antlasması’ndan çekildiği gibi bir durum oluşmadıkça ya da mevcut dünya nizamını, statükoyu değiştirebilecek büyük bir yeniden yapılanma ve düzenleme olmadıkça bu tür anlaşmalar üzerinden yüz yıl ya da daha fazla süre de geçse, kendiliğinden zaman aşımına uğrayacak anlaşmalar değil ve geçersiz olmazlar. 

Lozan Antlaşması’nın doğrudan olmasa da, en azından azınlıklarla ilgili bahsi geçen maddeleri dahi uygulanmadığı halde, antlaşmaya taraf devletler, bugüne kadar “Türkiye”nin anlaşmaya aykırı uygulamalarını görmezlikten geldiler. Bugüne kadar Kürdistan aydınları ve siyasi yapıları, değişik zamanlarda Lozan Antlaşması'nın yıldönümlerinde çeşitli toplantılar ve konferanslarla bu süreci farklı boyutlarıyla değerlendirmiş olsalar da, dünya kamuoyunda gerekli ilgiyi uyandırabilecek etkinlikler ve girişimlerde bulunamadılar.

Sonuç olarak, “Uluslararası hukuki açıdan Lozan Antlaşması kuşkusuz Kürd halkının ulusal istemlerine ciddi bir zarar veren anti-Kürt bir olgu olarak”[7] değerlendirilmelidir. Bölgede büyük bir nüfusa sahip olan Kürd milletinin yaklaşık yüz yıldır iradesi dışında, zor ve şiddet kullanılarak ülkesiyle birlikte bölünmesi ve parçalanması, kültürel ve milli haklarından mahrum edilmesi, zorunlu göçlere ve katliamlara maruz kalması Lozan Antlaşmasıyla gerçekleşmiştir. Ortadoğu coğrafyasında çok eski bir geçmişe ve büyük bir nüfusa sahip olan Kürdler, tarihsel toprakları üzerinde kendi kendini yönetme ve egemen olma hakkına kavuşmadığı müddetçe, bu coğrafyada istikrarın ve barışın sağlanması mümkün değildir.

 Lozan Antlaşması'nın yüzüncü yılı vesilesiyle, bu anlaşmanın altında imzası olan ülkelerden başta İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya ve Türkiye olmak üzere bütün taraflardan talebimiz odur ki bu anlaşmayla Kürdistan milletinin maruz kaldığı haksızlığın daha fazla sürmeden telafi edilmesidir. Nerdeyse 21. yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktığımız bu zamanda, yukarıda adı geçen taraf devletlerden, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, uluslararası insan hakları örgütleri vb. gibi demokrasi, insan hakları ve barışı savunan uluslararası kuruluşlardan beklentimiz; bölgede istikrarın sağlanması, uluslararası ölçekte demokrasi ve insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için, Kürdlerin self determinasyon hakkı çerçevesinde bir millet olmaktan kaynaklı haklarının tanınması ve iadesi, insan onuruna en yakışır bir tutum ve yaklaşım olacaktır. Bu da ancak Lozan Antlaşması’nın meydana getirdiği haksızlığı ve tahribatı gidermekle mümkün olabilir.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)



[1] Tekin Alp, Türkleştirme, say. 8, Resimli Ay Matbaası, İstanbul, 1928

[2] Seyfi Öngider, Kuruluş ve Kurucu, Aykırı Tarih, İstanbul, 2003, s. 285

[3] Fikret Başkaya, BÎR (Araştırma İnceleme Dergisi), Sayı: 11, Diyarbakır, 2009, s. 161-176

[4] A. Uçman, Bir 150’liğin Mektupları, Kitapevi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2012

[5] Mevlanzade Rıfat, İttihat Terakki İktidarı ve Türkiye İnkılabının İçyüzü, Yedi İklim Yayınları, İstanbul, 1993, s. 425

[6] Mehmet Bayrak, Kürtlere Vurulan Kelepçe Şark Islahat Planı, Özge Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2013, s. 62

[7] M. S. Lazarev, Emperyalizm ve Kürt Sorunu (1917-1923), Öz-Ge Yayınları, Ankara, s. 253