Celal Talabani: Mehabad’dan Irak Cumhurbaşkanlığı'na

Orhan Gazi Ertekin - İsmet Yüce

1 -  Kürtler erken büyür!

1933'te Kelkan Süleymaniye'de doğan Celal Talabani 3 Ekim 2017'de Irak'ta Cumhurbaşkanlığı yapmış bir Kürt olarak hayatını kaybetti. Kürt hak hareketinin uzun ve yorucu tarihinin en az 70 yılına liderlik eden bir misyon sahibiydi o. Bununla beraber Talabani, Kürtler için bir politik lider değildir yalnızca. Aynı zamanda Kürt misyonunun Ortadoğu’daki en somut siyasi başarı sembolüdür.

Bir Kürt olarak ve Kürt kalarak, hatta Kürt mücadelesi yoluyla Irak Cumhurbaşkanlığı'na kadar gelmiş bir lider olması onu tıpkı Mandela gibi küresel çaptaki özgürlük mücadeleleri açısından ilham ve ders verici bir politik lidere dönüştürür.

Bu kadarla da sınırlı değildir. O aynı zamanda Ortadoğu’da bir Kürt "common law"ının (Kürtlerin bütünlüklü ve müşterek hukuku) inşası açısından Molla Mustafa Barzani’den sonraki en önemli yaratıcılarından birisidir. Ve bir şey daha ekleyelim buna; Talabani aynı zamanda Kürt kimliğine sadece “asi gerilla” olarak değil aynı zamanda diplomasi ve hukukçu özelliğiyle de bir kimlik unsuru ekleyen başlıca liderlerdendir. "Asi" veya "gerilla" kimliğinin yanında hak savunucusu veya avukat kimliği de belirgindir.

Onun isminin Hewler Barosu'nun ilk sırasına kaydedilmesi sıradan bir jest değil aynı zamanda Kürt politikası ve kurumlaşmasında hak savunuculuğu ve avukatlığın köklü niteliğinin de teslim edilmesi anlamına gelir.

Bu anlamda onu Kürt panteonundaki dört büyük hak savunucusunun -Gazi Muhammed, Kamuran Bedirhan ve Tahir Elçi ile birlikte- önde geleni olarak görmek yanlış olmaz. Çünkü Talabani, Ortadoğu’daki Türk, Arap ve Fars milliyetçiliklerinin "kibirli" dünyasını aşarak ABD'deki medeni haklar hareketi, siyah hareket ve Güney Afrika’daki siyah bilinç hareketleri ile karşılaştırılabilir nitelikteki Kürt hak hareketinin en önemli isimlerinden birisidir...

Nihayetinde Talabani’nin 84 yaşında tamamlanan ömrü Kürt hak hareketinin bütün temel meseleleri üzerine derinliğine sonuçlar çıkarmak bakımından oldukça temsil edici olaylar ve gelişmeler ile doludur. Dahası Kürt hareketinin tüm bir küresel ilgiler ve ilhamlar İçin sanıldığından daha geniş bir zenginlik taşıdığı gerçeğini de bu süreçlere eklemeliyiz. Hatta öyle ki Talabani'nin hayatı, modern Kürt tarihinin yeni bağlamlar içinde yeniden anlatılmasını gerektirecek kadar önemli teorik ve tarihsel ilhamlar içermektedir. Şimdi öncelikle Talabani’nin yaşamı üzerine temel bazı değerlendirmeler yapıp arkasından neden modern Kürt tarihine yeni tarihsel bağlamlar eklenmesini önerdiğimizi göstermeye çalışacağız...

Talabani'nin hayatına dair biyografi denemeleri, tıpkı Molla Mustafa Barzani, Mesud Barzani vb.'lerin biyografilerinde olduğu gibi hem tarihsel bağlam hem de kavramsal düzeyde maalesef yetersiz, eksik ve sorunludur. Biz burada Talabani'nin biyografisinin yeni bağlamlar içinde yazılması gerektiğine ilişkin bir ilk girişimde bulunacağız. Talabani'den sonra kuşkusuz diğer Kürt liderlerin biyografileri ile devam edeceğiz.

Talabani'nin çocukluğu: Kürtler erken büyür!

Talabani, Kürtlerin politik hayatlarının dört büyük parçaya bölündüğü, ama geçmiş hatıraların hâlâ anılarda yaşamaya devam ettiği bir dönemde; 1933’te doğdu ve Mehabad Kürt Cumhuriyeti'nin bir politik gerçek olarak doğup bir efsaneye dönüştüğü yıllarda çocukluğunu geçirdi.

Bu onun için iki şey demektir: Birincisi Kürtlerin henüz Osmanlı geçmişindeki bölünmemiş ortak hayatlarının hatırlandığı bir dönemin hatıraları genç kuşakların zihin ve duygu dünyalarını belirlemeye devam etmektedir. Talabani o yakın geçmişin hatıraları ile büyümüştür.

Ve ikincisi bütün o bölünmüşlük içinde Mehabad'da olağanüstü bir meydan okumanın yaşayan hatıraları da genç kuşaklara bir özgüven aşılamaktadır. Ubeydullah, Berzenci ve Barzanilerin mücadeleleri Kürt mücadelesine geçmişi olan köklü bir hareket özgüveni taşırken Gazi Muhammed’in Mehabad Cumhuriyeti atılımı ise bir yenilgi ile sonuçlanmış bile olsa siyasi başarıya uzanmanın çok uzak olmadığı duygusu veriyordu.

Talabani’nin kişiliğinin oluşumunda bu olayları bir çocukluk hatırası olarak taşımasının payı olsa gerektir. Nitekim Talabani'yi Mehabad’dan 60 yıl sonra Irak’ın Cumhurbaşkanlığı'na getirecek bir yaşam öyküsü işte oralardan başlamıştır...

Bu tarihsel geçmiş ve güncel mücadeleler her Kürt gibi Talabani’nin de erken büyümesine yol açmıştır. Fakat Talabani’nin onlardan bile biraz daha erken büyüdüğü söylenebilir. Dahiler için genellikle çok erken yaşta okuma yazma öğrendikleri ve örneğin yabancı dil öğrenmedeki yatkınlıkları anlatılır. Kürt politikacıları için bu, çok erken politikaya atılmak ve örgütlenme süreçlerinde yükselmek olarak anlatılabilir. 13 yaşında parti üyesi olup 18 yaşında KDP’nin merkez komitesi üyesi olmak, olsa olsa bir “Kürt dahiliği” olarak anlatılabilir. Kuşkusuz bu durum Kürt politik coğrafyasının erken olgunlaşma iklimine sahip olduğunu da gösteriyor.

Kürt Gençlik Hareketi ve Talabani

Talabani'nin gençlik süreci ise yeni politik atılımları barındırır. Örneğin 1956’da Kürdistan Öğrenci Birliği'ni kurmuştur. Kürt gençlik hareketi açısından oldukça önemli bir atılımdır bu. Bilindiği gibi gençlik hareketleri erken modern dönemden itibaren doğmaya başlayan bir siyasi faaliyet alanıdır. Özellikle üniversite öğrencilerinin esas olduğu bu gençlik hareketleri, sınıfsal aidiyetleri aşan bir radikalizmin de odağı olmuşlardır.

Mandela'nın ANC'nin gençlik kolunun kurucu üyesi olduğunu hatırlayalım. Kürt gençlik hareketinin ilk büyük ve kapsamlı örgütlenmesinin de bu yönüyle Talabani’nin eseri olduğunu kabul etmek gerekir. Bağdat Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak bu müdahalesi Kürt ulusal hareketinin geleneksel söylemlerden giderek kentli vurgulara doğru ilerlemesini de sağlamıştır.

Talabani 1958’deki General Kasım darbesinde Bağdat’ta öğrenciydi ve Arap yönetimi ile barış ve işbirliği sürecinin nasıl çelişik biçimde geliştiğini ve esas olarak Araplar için fayda çerçevesinde ilerletildiğini görme imkanı buldu. İlk sıralarda rejimin yerleşmesi için Kürtlere barış ve işbirliği teklifinde bulunulmuştu. Fakat iktidar gücü pekiştikçe Kürtlerin nasıl bir düşman haline getirildiğini de gördü. Değişen siyasal koşulların yarattığı tehlikeler nedeniyle Bağdat Hukuk Fakültesi'ni yarıda bırakmak zorunda kaldı. Fakat birkaç yıl sonra yeniden döndü ve 1959'da mezun oldu. Yarım bıraktığı hukuk öğreniminin o koşullarda devam ettirilmesinin basit bir gündelik icap olarak yerine getirilmediğini düşünmek doğru görünmektedir. Çünkü Kürtler için "hukuk", tıpkı askeri güç gibi daimi bir ihtiyaç ve "hizmet" alanı olarak varlığını sürdürmektedir. Her daim sürdürmüştür.

Nitekim Talabani, mezuniyetinden iki yıl sonra avukatlık yapmasına bile fırsat kalmadan 1961’de Irak yönetimine karşı başarılı gerillacılık hareketlerine katılmıştır.

Feodal güçler-sosyalist güçler gerilimi 

1963'te Baas yanlısı darbeden sonra da bir kez daha Kürtler ile Bağdat arasında aynı barış ve savaş süreçleri başlamıştı. Talabani, bu süreçte, Bağdat ile görüşmelerde KDP'yi temsilen öncü rollerden birini üstlendi. Fakat aynı dönemlerde KDP içindeki gerilimler de açığa çıkmaya başlamıştı. O dönemlerde Ortadoğu'nun genelinde feodal geleneksel hareketler ile sol-sosyalist sınıf hareketleri arasında gerilimli politik çatışmalar ve buna dair tartışmalar oldukça yoğundu. Sorunun politik olmaktan çok ideolojik olduğu düşünülüyordu. Özellikle sınıfsal meselelerin ulusal sorunun belirleyici alanlarından birisi olduğu düşünülüyordu. Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi yerel alanlarda Kürtlerin ideolojik yakınlıkları olan gruplarla birlikte mücadele eğilimleri bu nedenle giderek güçleniyordu.

Fakat Irak Kürtleri açısından 1960'lı yıllar bu ideolojik ayrımlardan çok, sorunun politik güç ilişkileri ile alakalı olduğu gerçeğini açığa çıkarmıştı. Nitekim 1963 sonrası KDP içinde ortaya çıkan feodal güçler-sosyalist-ilerici güçler ayrışmasında kısmen tasfiye olanlar, ilerici sosyalist güçler olarak anılan Talabani ve arkadaşları idi. Fakat Molla Mustafa onları İran'a sürdüğünde bile onların programlarını devralmıştı.

Ortadoğu barışı ve KYB'nin kuruluşu

KDP içindeki ideolojik gerilimler 1965'ten sonra Talabani'nin Kürt liderliği iddiasını belirginleştirmiştir. KYB’nin kuruluşunun iki temel gerilimden doğduğunu düşünmek mümkündür.

Birincisi geleneksel Kürt hareketleri ile gerilimi artıran bir yeni tür ve ideolojik temelli hareket potansiyelinin giderek güçlenmesi ve ikincisi ise Saddam’ın “özerklik anlaşması” teklifine verilen tepkilerin ayrışmayı körüklemesi.

Her iki gerilim de yeni yapıların doğuşunu zorlamıştır. Her iki neden açısından da ayrımın büyümesini sağlayan şey gerçekte Kürtler içindeki tarafların iradesinden çok Ortadoğu’nun Kürtlere çok oyunlu ve çok aktörlü bir politik hayat alanı açmış olmasıdır. Ortadoğu, Kürtler için hiçbir "kalıcı" ittifak imkanının bulunmadığı bir egemen yapıda kurulmuştur. Türk, Arap ve Fars milliyetçiliklerinin oluşturduğu statüko belirleyici bir sınır iken bu üç milliyetçiliğin birbirine karşı kullandığı bir "Kürt kartı" daima olmuştur. Kürtler için ittifak eğilimlerinin sürekli değişen doğası da kaçınılmaz olarak hakim milliyetçilikler ile işbirliği ve ittifak ilişkisi geliştirilmesini zorunlu kılarken aynı zamanda Kürtlüğün içinde bir bölünme ve ihanet olarak sunulması sonucunu da doğurmuştur. Bu durum örneğin Saddam’ın özerklik anlaşmasının abartılmasını sağlayan şeydir aslında.

Bu nedenle Molla Mustafa Barzani’nin Saddam'ın anlaşma teklifini geri çevirmesi aslında kaybedilmiş bir tercih değildi. Gerçekte Kürtler ile yapılan her “barış” sonunda aleyhlerine çevrilmiştir. İran’ın Kasımlo ile anlaşmasına ilişkin “İran barışı”nı hatırlayalım. Yine Türkiye’nin Kürtlerle cumhuriyetin başından itibaren yürüttüğü “barış” çabalarını da hatırlayalım. “Türk barışı” da benzer biçimde sorunun çözümüne değil yönetilmesine dayanıyordu.

Dolayısıyla 1975 ayrımı sürekli çözüm peşindeki Kürt liderliklerinin “çare” arayışlarını kendileri için faydalı hale getirmeye çalışmaktı. Anlaşmanın en sonumda Kürtlerin aleyhine dönüştürüleceğini Kürt liderliklerinin tahmin etmesi zor değildi. Ama biriken gerilim en sonunda ayrım doğurdu ve Kürtlerin Kürtlerle savaşı diye adlandırılan bir dönem de başlamış oldu.

Ortadoğu’da barışmanın beklendiğinin tersine bu yıkıcı özelliği Kürt hareketinin geleneksel-yenilikçi, sağ-sol ve İslamcı-laik bölünmelerine çok da işlevsel olmayan gündemler sağlamış ve taraflar bu ayrımı haddinden fazla ciddiye almışlardır....

Oysa dünyadaki "barış süreçleri" bir bütün olarak değerlendirildiğinde "Ortadoğu barış"larının özel bir kategori olarak ele alınması şarttır. İsrail'in Filistinliler ile barışına dair "İsrail barışı" da dahil Ortadoğu barışları stratejik bir mesele olarak ele alınmamıştır. Daha çok taktik süreçler olarak ele alındığı için de dünyadaki barış süreçlerinden önemli ölçüde ayrılır. Kuşkusuz ki farklı topluluklar arasındaki dayanışma, işbirliği ve yakınlaşma süreçlerini bu barış ilişkilerinden ayrı tutmak gerekir.

Tam da bu nedenle şunu söylemek gerekir ki Talabani, 1960'lardan itibaren Kürtleri kendi dışları ile ideolojik bir yakınlığa, dayanışma ve işbirliği süreçlerine de taşımıştır. Irak solu ile ilişkileri Kürtlerin birlikte yaşama veya ayrılmaya dönük bitmek bilmez tartışmalarının doğrudan muhataplarına ulaşmasına da yol açmıştır. Onun sosyalist milliyetçi dili ve söylemi Kürtlüğün kendisini evrensel bir dilin içine taşımasını da sağlamıştır...

Zor yıllar ve umut

1970'lerin ikinci yarısı Şam'da yeniden başlayan politik yolculuğu, Talabani'yi yeni bir dikkat alanına da taşır. En önemli nokta diplomasi ve uluslararası kamuoyunun örgütlenmesi çabaları ile Avrupa'ya seyahatler sürecinin başlamasıdır.

Bu durum geride "örgütü" ve "hareketi" olan bir politik liderin Avrupa açılımı olarak görülebilir ve belki de ilk defa Kürt mücadelesinin "yerel" ve "evrensel" dilinin iç içe geçtiği bir süreç başlamıştır. Hoybun, Ağrı isyanını örneğin Şam'da yönetmişti. Fakat yenilgi, birçok Kürt liderin Avrupa'ya geride hareketi olmayan aydınlar olarak iltica etmesiyle sonuçlanmıştı.

Talabani ise yaşayan bir mücadeleyi ulusal ve uluslararası seksiyonlar olarak birleştirmiş oluyordu. Fakat, 1980’lerle birlikte Kürt hareketlerinin çok zorlu bir varlık-yokluk sürecine girdiği biliniyor. Bu dönemde milyonlarca Kürt Irak'ta ya öldürülmüş ya da göçe zorlanmıştır.

Hayalden gerçeğe: Kürt devletine doğru

1991 Körfez Savaşı ise artık umudun başlangıç yıllarıdır. Kürtler için gerçek bir kurumsallaşma ve hukuksallaşma sürecinin başladığı bu dönem, bugüne kadar süren etkileriyle son yüz elli yıllık hayal kırıklıklarının bir yenisi olarak yaşanmadığını, Mehabad'ın makus talihinin artık tersine döndüğünü de göstermektedir. Kürtlerin bu yeni kurumsallaşma sürecinin ayrıntılı bir araştırma ile çözümlenmesi şarttır.

Fakat şunu söylemek gerekir; Irak’ta Kürt kurumsallaşması ve hukuksallaşmasının faillerinden birisinin Talabani olduğu, belirli bir “denge” üzerine oturduğu açıktır. Bazı araştırmacılar bunun bir tür “yeni aşiretçilik” olduğu ve Erbil ile Süleymaniye ayrışmasının Kürt aşiretçiliğinin yeni koşullarda devamı olduğuna dair düşünceler ileri sürseler de biz bu yaklaşımın doğru olmadığı kanaatindeyiz.

Bu yanlış yaklaşımın özellikle Türk, Arap ve Fars milliyetçiliğinin Alman milliyetçiliğini esas alan “tekçi” ve "merkezci" hukuk ve devlet yaklaşımından kaynaklandığını düşünüyoruz. Herderian ulusal tarih yaklaşımı Kürt milli hareketi için sanıldığı kadar geçerli değildir.

Nitekim Irak’taki Kürt kurumsallaşması ve hukuksallaşmasını Amerikan devrimi sürecindeki dengelere benzer dinamiklere dayandırmak daha uygun ve makul görünmektedir. Bu durum farklı ve birbirini tasfiye edemeyecek güçlerin varlığının tanınmasını, birbirlerini sürekli denetlemesini, geniş bir kamuoyu ve parlamento inşası imkanlarını da beraberinde getirmiştir.

Kürt kurumsallaşması bu anlamıyla “ilkel milliyetçiliğin” postmodern dönemlere taşınması değil gerçek bir hukuku ve demokrasiyi garanti edecek siyasal dengelerin kendi geleneklerini oluşturması olarak görülmelidir.

Nitekim 1991 sonrası süreçler bu benzetmeyi daha da güçlendirmektedir. 1994 yılında Kürtler arasında yaşanan ve sonuçları çok ağır olan iç savaş Ortadoğu’da Kürtler arasında oluşan yeni tür hukuk ve kurum inşa etme tecrübesinin bir ara aşamasıydı. Oldukça yıkıcı ve tamir edilmesi zor olmakla beraber kaçınılmaz biçimde dengelere dayalı hukukun devamını sağlamıştır.

Deyim yerindeyse Irak Kürt Bölgesi'nin Türkiye, İran ve Suriye gibi bir “otoriter” yapının içinde kısıtlı kalmamasının sebebi buradadır. Kürt özerk yönetiminde bir "Sezar" çıkmamasını sağlayan şeydir bu durum aynı zamanda. Kürt liderliklerinin Kürt kurumsallaşması ve hukuksallaşmasını koşullandırdığı bu denge sayesinde Talabani Irak Cumhurbaşkanı olmuştur.

KDP ile KYB arasındaki güç bölüşümü anlaşması bu dengelere dayalı yeni tür Anglo Sakson sürecin önemli bir parçasıdır. Bu yeni hukuk ve kurumsallaşma alanının ve Ortadoğu’daki bu yeni hukuk dinamiğinin bu nedenle akademik ve popüler düzeyde daha ciddi takip edilmesi gerekmektedir...

Kuşkusuz ki bu kurumsallaşma sürecinin ciddi sorunları vardır: Her hukuk ve yargı alanı kendi özgürlük ve eşitlik vaatlerinin gerçekleştirilmesi bakımından üç temel tarihsel unsura dayanmak durumundadır. Bunlardan birincisi iktidar paylaşımındaki dengedir. İkincisi siyasal grupların kendi tarihlerinden özerkleşmiş bir hukuk düşüncesi ve üçüncüsü ise yine özerk bir hukukçular cemiyetinin inşasıdır. Kürt kurumsallaşması bu unsurlardan birincisini içermektedir ki Ortadoğu'da iktidar merkezinde bu çapta bir dengeye sahip başka bir ülke bulunmadığını söylemek abartı sayılmamalıdır.

Buna karşılık Kürt kurumsallaşmasının özerk bir hukukçular cemiyeti ve hukuk düşüncesinin özerkleşmesi ihtiyacına dair sorunları vardır. Nihayetinde bu bir başlangıçtır ve zaman içinde ürettiği yeni sınıf ve kuşaklar kuşkusuz ki daha olgun kurumlaşmaları ve hukuku talep edecek ve ilerleyecektir...

Ortadoğu'da daha önce tecrübe edilmemiş bu yeni hukuk dinamiklerinin oluşmasında Talabani'nin de doğrudan payı vardır. Bu nedenle Talabani açısından 2000’lerle başlayan süreç siyasal çekişmelerdeki ısrarlı tavrının bilgelik ile devam ettiği yıllar olmuştur. "Mam Celal", işte bu geçiş sürecinin bir özeti ve bir politik lideri bir akrabaya dönüştürerek sevmenin de ilanı olmuştur.

Bilgelik ve politik bilinç

Politik liderlerde bilgelik genellikle belirli bir politik başarı anında daha çok fark edilir hale gelir. Lenin’in Sovyet devriminden hemen sonra yoldaşlarına şöyle dediği söylenir:

“Yoldaşlar şimdi iktidar bizimdir ve artık bütün alçaklar bizden taraftır..”.

Politik başarının zihni bulandırmasını önleyen bir uyarıdır bu. Kendine karşı gerçekçi olmak politik liderlerin pek başarabildiği bir özellik değildir. Bilgelik ancak bu özellik ile kazanılır. Tıpkı Aliya İzzetbegoviç gibi. Liderler, genellikle iktidara yakınlaştıkça kendi imgelerinin daha da derinleşmesinin peşine düşerler. Talabani için bu geçerli değildir. Hatta Lenin'in yukarıdaki sözlerine benzer bir söz de Talabani için rivayet edilmektedir. Eşi, bir gün Talabani’nin çok geç bir saat olmasına rağmen eve gelmemesi nedeniyle telefon ederek eve gelmesini, çünkü hırsızlardan korktuğunu söyler. O sırada siyasi bir toplantıda olan Talabani’nin telefondaki cevabı ise şudur: “Merak etme bütün hırsızlar şu an benim yanımda...”

Talabani'nin uzun ömrünün kısa tarihsel hikayesi sadece bu kadar değildir kuşkusuz. Bir de Talabani'nin biyografisi ile Modern Kürt tarih yazımının karakteristik sorunlarına içiçe geçtiği noktalara da değinmemiz gerekecektir...

 

(Bu yazı, İsmet Yüce ve Orhan Gazi Ertekin tarafından kaleme alınmıştır. Orhan Gazi Ertekin Demokrat Yargı Eşbaşkanı’dır)

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)