Deprem Notları - Bazen eski siyah beyaz bir fotoğrafta durur bir şehrin ölüm zamanı

Bu yazı, depremi canlı bir şekilde Adıyaman Besni’de yaşayan, ailesinden bireylerinin son anlarına şahit olan ve yaşadığı ocağı enkaza dönüşen Yazar Faik Öcal’ın notlarından derlendi.

17 Şubat 2023

 

162- Depremin vurduğu beton yığınlarının içinde taşlarla iç içe geçen kitapları görünce içim parçalanıyor bir daha. Ey kitaplar, kimler okurdu sizi? Ses verir misiniz yoksa suskunluğunuzu daha da ağırlaştırır mısınız? Sizi okuyanların gencecik insanlar oldukları her halinizden belli. Kim bilir o gençler nasıl bir heyecanla alıp okumuşlardır sizleri. Belki de okumak nasip olmamıştır. Kim bilir? Ben sadece can çekişen halinize bakıp fikir yürütüyoruz.

Şundan eminim ama: Sizleri bu halde görünce yürekleri çok sızlarlardı. Dayanılacak gibi değil ki.

 

163 - Enkazdan aldığım tek kitap Cemil Meriç'in Kırk Ambar kitabı oluyor. Kitabı enkazda parçalanmış görünce dayanamıyorum alıyorum. Kitap toz toprak içinde. İçim bir başka parçalanıyor. Kitap ve insan iç içe geçmiş ölmüş. Buna yürek dayanmaz. İki kutsal perişan olmuş enkazlar içinde.  Hem Cemil Meriç'e olan hürmetimden hem de bir hatıra olsun diye alıyorum Kırk Ambar’ı. Ömür boyu saklayacağım. Adıyaman gibi toz toprak içinde kitap, her tarafı parçalanmış. Bir kitap ancak bu kadar Adıyaman’a benzeyebilir.

 

164 - Oldum olası hayatım boyunca bütün Ulu Camileri sevdim. Adıyaman Ulu Caminin bende ayrı yeri vardı. Memleketimin en güzel camisiydi. Onu böyle yıkılmış görünce yıkıldım onun gibi. Camide kıldığım namazlar aklıma geldi. Yeşil bir hüzün ayaklarıma dolandı, gözlerimi sıvadı. Dayanılır gibi değil. İki yıkık birbirimize bakıp durduk uzun bir süre. "Fani dünyada olup olacağı bu" diyerek, teselli ettik iki yıkık olarak birbirimizi.

 

165 - Bazen eski siyah beyaz bir fotoğrafta durur bir şehrin ölüm zamanı. Saat hep 04:17dir. Kıyamet kopmuştur bir anda. Ölen ölmüştür bir çırpıda. Giden gitmiştir apansız. Bize sadece yat etmek ve yasını tutmak düşmüştür. Küçük kızın büyük gözlerinde sözün sonuna gelinmiştir. Gidilecek başka kapı kalmamıştır. Çarpanlarına bölünecek bir nüfus kalmamıştır.

 

166 - Depremde çaldıkların eline ayaklarına dolanacak, kendinden kaçamayacaksın. 

Boynuna dolanacak kaçırdıkların, nefes alamayacaksın. Boğazına dizilecek fazlasıyla aldıkların, rahat edemeyeceksin. İçine oturacak sakladıkların, huzur bulamayacaksın. Ölmek isteyeceksin ölemeyeceksin. Göz boyamakla sadece kendini kandırdın. Kul hakkıyla gideceksin. Hem de hakkını arama imkanı olmayanların hakkıyla gideceksin Allah’ın huzuruna. Asla yüzündeki karayı aklamayacaksın.

 

167 - Hayasız pervasız boş konuşmalardan, içi doluymuş gibi görünen kof suskunluklardan, afralı tafralı tartışmalardan bıktım usandım. Bir an için alıp başımı gitmek istiyorum maalesef yapamıyorum. Buna imkanım yok. Yine insanlar yaptı yapacağını: Depremden daha çok hasar veriyorlar. Susuyorlar sonra bir grizu patlaması gibi içini boşaltıyorlar. Bu kadar da olmaz ki. Cüzi irade bu kadar da fena kullanılmaz ki.

 

168 - Ağla memleketim ağla. Bu senin yıkımının hikayesi. Bu senin toplu cenazelerin. Bu senin kıyametin. Bu senin bir başına kalmışlığın. Bu senin çaresizliğin. Ancak sen kendine ağlayabilirsin. Acılı gözyaşlarınla kendini teselli edebilirsin.  Kendi yaralarını kendin tedavi edebilirsin. Kırık dökük ellerinle sakinlerini teselli edebilirsin. Öylece ortalık yerdesin, dirilerinle, ölülerinle, kaldırım taşlarınla, gözyaşlarınla, tozunla toprağınla.

 

169 - Gözyaşlarımla ıslatıyorum toza toprağa bulanmış taşlarını. Hiç dile gelir mi tarih, feryat ü figanı mı işitir mi konu komşu. Olmasaydı sonumuz böyle, Ahmet Kaya'nın sürgünlük sızısıyla. Yazılmasaydı hikayemiz böyle can kırığı kalemlerle. Ölmeseydi sakinlerin öksüz bir terk edilmişliğin gölgesinde. Beni kimsesizliğin vurdu Adıyaman, ebediyen kimsesizim artık. Yazı küser, söz susar gayrı.

 

170 - Senin kelimesizliğin benim kimsesizliğim memleketimin içler acısı halini dile getirmeye yetmiyor Sunam. Türkülerde kaldı asude bir bahar ülkesi. Ölü şairlerin kalbine gömüldü kimliksiz cesetlerin. Yerini yurdunu bulmadı dili damağı kurumuş ağıtların. Yarı yolda kaldı yolcuların. Böyle başlamamıştı türkümüz, böyle bitmemeliydi. İnce bir sızıya mezar olmamalıydı bütün hatıralar.

 

171 - Kızımın saçlarını tanımaz mıyım hiç? Onları koklamadığım bir gün olmadı. Kızımın saçları ikimizin arasında hayati bir bağdı. O bağ koptu. Kızım ölü saçlarıyla gitti. Beni arkasında yarı sağ, yarı ölü bıraktı. Kızımın saçları olmadan yaşayamam. Saçlarını koklamadan nefes alıp veremem. Doğduğuna onu ellerime aldığım gün geliyor. Sapsarı saçları yüzüme dökülüyor ilk günkü kokusuyla, saflığıyla. İçimde bir şeyler kırılıyor. Eskisi gibi belimi doğrultamayacağımı biliyorum. Eskisi gibi insanların arasına karışamayacağımı sonra…

 

172 - Depremde kesilmiş ellerimi uzatıyorum sizlere. Uzanamıyorum. Tutamıyorum. Kör karanlık bir boşlukta sallanıp duruyorum. Beni kesik ellerimle bırakıp gittiniz, bir başıma bıraktınız. Olmayan ellerimle nasıl tutunacağım hayata. Olmayan ellerimle nasıl ekmeğimi kazanacağım, helal lokma yiyeceğim. Olmayan ellerimle nasıl tutacağım bir başkasının ellerini. Olmayan ellerimle nasıl dayanacağım kendime. Olmayan ellerim… Beni kimsesizliğe saldınız, yetimliğe evlat verdiniz.

 

173 - Enkazın kenarında fotoğrafınızı gördüm vuruldum. Bir hayırsever duvarın üzerine koymuştu. Mahzun melül bakışlarınız çarpmıştı beni. Bir düğün fotoğrafı olduğu aşikar. İnsan en mutlu gününde ölüme bakar gibi poz verir mi hiç? İnsan bir fotoda bu kadar susar mı, kendini gizler mi? İnsan ölüm ve yaşam arasında bu kadar kendine benzer ya da kendiyle çelişkiye düşer mi? Ne ölümden kaçıyordunuz ne de yaşama sığınıyordunuz. Ölüm ve yaşam ötesi bir düğün fotoğrafıydı sizinki.

 

174 - Yüzlerce fotoğraflık bir albüm. Albüm patlamış fotoğraflar etrafa saçılmış. Ölüme koşar gibi. Sahipleri belli ki geçmişine bağlı, hatıralara hürmetkar insanlarmış. Bir göz atıyorum, hatıralar üzerime hücum ediyor. O kadar çoklar ki, o kadar kimsesizler ki, o kadar kopuklar ki. Dayanamıyorum. Albümde benim hayat hikayem olabilirdi, yerde yatan benim hatıralarım olabilirdi. Toz toprak içindeki kocaman albümü hemen kapatıp gidiyorum. Terk edilmişlik kahrediyor. Terk edilmişlik benim garip yalnızlığıma benziyor. Böyle yakalanmamalıydım.

 

175 - Adamın enkaz içinde bir şeyler aradığı her halinden belliydi. Haliyle dikkatimi çekti. Ne arıyordu genç adam? Kulak kesildim ister istemez. Telefondaki kişiye söylüyordu: Onlara ait bir eşya bulsam hatıra olarak saklayacağım ama bulmak imkansız. Adamın gözlerindeki çaresizlik, sesindeki kırılganlık çok aşina, pek tanıdıktı. Enkaz altında kalmışım gibi acı çektim. Görmüştüm: Hiç yaşamamış gibi ölmek, arkanda bir iz bırakmadan gitmek.

 

176 - Hayat akıp gidecek yatağına küskün yataklarda. Kalbim hep aynı saatte duracak: 04:17. Zamanın yol haritası yırtıldı içimde, daire kırıldı beynimde. Zaman, içimde topallayıp duran bir at, ne süvarisi ne gidecek yeri beli olan. Zaman teşhisi imkansız ceset ne soranı ne ziyaretçisi olan. Zaman ruhumda kırılmış mihenk taşı ne değeri biçilen ne de ederi bilinen.

Zaman Nuh’un Gemisi ne alıcısı ne de satıcısı olan.

 

177 - Depremden sonra insanların paraya fazla değer vermeyeceğini düşünüyordum. Çok safmışım. Değişen bir şey yok. Para her zamankinden daha güçlü, daha acımasız, daha buyurgan. Anladım: Biz insanlar akıllanmayacağız. Hayata ve ölüme değer biçen hep para oldu. Hiç kabullenmesem de böyle gelmiş böyle gidecek. Çoğu insan parayı bir amaç olarak görecek, para üzerinden güç kazanacak efendi olduğunu sanırken. Çok az insan da parayı bir araç olarak kullanacak, parayı bir hizmetkar olarak kullanacak efendilik taslayanlara haddini bildirirken.

 

178 - Çocukluk anılarım, ilk sevinçlerim, ilk hayallerim, ilk korkularım ilkokulumun enkazları altında kaldı. Elimi uzatsam tutamam onları. Çıkaramam. Çatısını yitirdi çocukluk anılarım. Çocuklarıma "1984-1989 yılarında bu okulda okudum" diye, göstereceğim bir mekan yok. Su yatağına küstü, çocukluk anılarım öksüz kaldı. İlk anılarımın, sevinçlerimin, hayallerimin, acılarımın ve korkularımın izini süreceğim bir mekan yok artık. Deprem ilk geçmişimi mekansız bıraktı. İnsanın ilk anılarının mekansız olması ile, ruhun bedensiz olması arasında hiçbir fark yok. Ürperticilik ve kırılganlıktır sana kalan.

 

 

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)