Ankara (Rûdaw) – Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, Tiran’da Bektaşi tarikatı için Vatikan benzeri, egemen bir mikro devlet kurmayı planladıklarını açıklamasının ardından, konu dünyadaki Bektaşi, Alevi ve Kızılbaş Kürtleri ve Türkleri arasında tartışılmaya başlandı. Bektaşi ve Alevilerin çoğu bu adımın kendileriyle hiçbir ilgisinin olmadığını söylüyor.
Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, başkent Tiran’da Bektaşi tarikatı için Vatikan benzeri, egemen bir mikro devlet kurmayı planladıklarını söyleyerek yeni bir tartışma başlattı.
Rama'nın ABD'de dile getirdiği öneri, Arnavutluk'ta şaşkınlık yaratırken öneriyi "halkla ilişkiler çalışması" diye tanımlayan ve Edi Rama'nın siyaset tarzına bağlayan yorumlar yapıldı. Üniter devlet öngören Arnavut anayasasının da böyle bir girişime izin vermeyeceği dile getiriliyor.
Bektaşi toplumunu da Türkiye’deki Alevi-Bektaşi hareketinin bu oluşumun dışında olduğunu söz konusu girişimin geçmişle, hukuki zeminlerle hiçbir ilgisi olmadığını ifade ediyor.
Rûdaw’a konuşan Türkiye’nin Kalkınma Eski Bakanı ve Pir sultan Abdal Derneği Eski Başkanı Müslüm Doğan, Alevi hareketi anlamında bu girişimin geçmişle, hukuki zeminlerle hiçbir ilgisi olmadığını belirterek, “Türkiye’deki Alevi-Bektaşi hareketi bu oluşumun dışındadır. Hiçbir zaman böyle bir şey düşünülmedi, böyle bir algoritma geliştirilmedi. Bazı kişiler daha önce alınan kararlardan bahsediyor olabilir, ancak bu doğru değil. Alevi inancı ve öğretisinin, bâtıni felsefenin son 40 yıllık mücadele geleneğinde, bulunduğunuz ülkenin jeopolitiğine göre bir mücadele verirsiniz. İnanç ve öğretinizin özgünlüğünü ileri kuşaklara aktarmak için çaba gösterirsiniz. Bu girişim, bana göre doğru bir adım değil” dedi.
Edi Rama’nın önerisinin tek olumlu yönünün, uluslararası kamuoyunda Alevi-Bektaşi inancının tanınırlığını arttırdığını ifade eden Doğan, “Var olan bir inanç olduğunu, kendi özgün haliyle bir inanç olduğu anlamında belki bir yarar sağlayabilir. Ancak bunun dışında, Arnavutluk özel istihbarat birimlerinin bir çıkışı olarak uluslararası bir kamuoyu yaratma ve kendi çıkarlarına uygun bir örgütsel yapı anlamında değerlendiriyorum” değerlendirmesinde bulundu.
Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, mikro devlet planından, BM Genel Kurulu'ndaki konuşmasında "Amacımız, Tiran'daki Bektaşi Dünya Merkezini egemen bir devlete, yeni bir ılımlılık, hoşgörü ve barış içinde birlikte yaşama merkezine dönüştürmek" cümlesiyle bahsetmişti.
Türkiye’de böyle bir ihtiyacın hiçbir zaman tartışılmadığını anımsatan Doğan, şunları söyledi:
“Ne Türkiye'de ne de diasporada böyle bir talep oluşmadı. Diasporanın bir ihtiyacı olabilir, ancak Türkiye ve diğer coğrafyalarda böyle bir ihtiyaç yok. Bektaşilik, Aleviliğin demokratik devrim süreci olarak kabul edilir. Yani yeni bir süreç başlamış ve Alevilik kentlere inmiş, kent koşullarında örgütlenmiş ve diğer inançlarla ilk defa bir araya gelmiştir. Belki de Alevi köyler ilk defa cami görmüşler, İslam ile ilk defa buluşmuşlar, burada korunma amaçlı tekkenin yanında Bektaşilik bir demokratik devrim süreci olarak değerlendirebilir. Alevi-Bektaşi toplumu zaten bu demokratik devrimle birlikte buluşmuş ve birleşmiştir. Yani artık sadece Alevi toplumu değil Alevi Bektaşi toplumu olarak ifade edilir. Alevi-Bektaşi topluluğunun felsefi temeli batıniliktir ve bu düşünce Pisagor’a kadar gitmekte en az 5000 yıllık bir geçmişe sahiptir.
Bu değerlendirme zayıf bir yorum. Bizim hiçbir dine ya da inanca karşı bir örgütlenmemiz yok. Alevi inancı, kendi inanç ve öğretisini koruma ve ileri kuşaklara aktarma çabası içerisindedir. Tüm dinlere eşit uzaklıktayız. İslam’a da Hristiyanlığa da Museviliğe de öğretilere de, insanın yarattığı tüm inanç ve öğretilere eşit uzaklıktayız. Ilımlı İslam’mış sert İslam’mış bunlar bizi ilgilendiren bir husus değil. Toplumsal örgütlülük yapımız içerisinde bize yönelen yapılara karşı elbette toplumsal yapımızı koruruz ama onun dışında hiçbir şey bizi ilgilendirmiyor.”
Rama’nın girişimi Bektaşiler arasında bir çelişkili durum yaratır mı sorusuna Müslüm Doğan, “Olabilir tabii. Bu tür yapılar kurulduğunda tüzel kişiliklerle ilgili fırsatlar doğar ve bu fırsatlar etrafında dönen ilişkiler tartışma konusu olabilir. Ancak esas olan, ülkemizdeki Alevi-Bektaşi toplumunun böyle bir yapıya ihtiyaç duymadığıdır. Olumlu bir sürece evirilebilir mi? Neden olmasın, evirilebilir. Ama devletlerin bu yapıdan elini çekmesi gerekiyor. Arnavutluk devleti, Türkiye ve diğer ülkeler elini çekmeli. İran rejiminin hedef alındığı söyleniyor, İran rejimi derken Şii rejimi ve molla rejimi demek daha doğrusu. Molla rejimi kendi kendini tüketen bir rejim zaten ona karşı panzehir Alevilik değildir. Ona karşı panzehir, ileri demokrasidir. İnançların özgür olduğu, demokratik bir toplumdur. Yoksa Alevilik ve Bektaşilik, bu anlamda kullanılacak bir inanç değildir” ifadelerini kullandı.
Söz konusu karar, Arnavutluk’taki Bektaşi tarikatı tarafından memnuniyetle karşılansa da Türkiye’deki Bektaşiler bu sorun aslında bir Bektaşi'nin Babagan'ın kolunun sorunu olduğunu ifade ediyor.
Rûdaw'a konuşan Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, Bektaşiliğin tarihsel gelişimi ve Türkiye'deki mevcut durumu hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Bektaşiliğin Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen süreçte yaşadığı değişimler ve zorlukları değerlendiren Geçmez, özellikle Babailer ve Çelebiler arasındaki ilişkilere, Balkanlar’daki Bektaşi tekkelerinin önemine ve Cumhuriyet döneminde yaşanan gelişmelere dikkat çekti.
Bektaşiliğin Osmanlı Dönemindeki Tarihi Geçmez, Bektaşiliğin 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir konuma yükseldiğini, ancak zamanla Babailer ve Çelebiler arasındaki gerilimlerin arttığını ifade etti. Özellikle Osmanlı padişahlarının Balkanlar’daki Bektaşi tekkeleriyle olan ilişkilerine değinen Geçmez, II. Mahmut döneminde Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasıyla birlikte Bektaşilerin de ciddi bir baskı altına alındığını belirtti. Bu süreçte Babailer ve Çelebilerin Osmanlı’ya karşı bir direniş geliştirdiğini vurgulayan Geçmez, Bektaşi tekkelerinin kapanmasının ve sürgünlerin Bektaşi hareketi üzerindeki etkilerini anlattı.
Cumhuriyet Dönemi, Tekke ve Zaviyeler Kanunu Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte, Mustafa Kemal Atatürk’ün Bektaşi dergâhlarıyla temas kurduğunu hatırlatan Geçmez, Atatürk’ün hem Çelebileri hem de Babaileri ziyaret ettiğini belirtti. Ancak, 1925 yılında çıkarılan Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile Türkiye'deki tüm Alevi ve Bektaşi dergâhlarının kapatıldığını söyledi.
Bu durumun, Bektaşi geleneğinin Anadolu’daki varlığını büyük ölçüde sona erdirdiğini ifade eden Geçmez, birçok Bektaşi önderinin Balkanlar’a göç ettiğini ve Arnavutluk’un Bektaşi hareketinin merkezi haline geldiğini kaydetti.
Geçmez, Bektaşilik açısından önemli bir dönüm noktası olarak 1998 yılında İzmir’de düzenlenen toplantıyı işaret etti.
Bu toplantıda, Bektaşi hareketinin yeniden yapılandırılması adına önemli kararlar alındığını söyleyen Geçmez, özellikle halife Babaganların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma şartının getirildiğini vurguladı.
Balkanlar’daki Bektaşi topluluklarının da bu toplantıya katıldığını belirten Geçmez, bu kararların Bektaşi geleneğinin geleceği açısından büyük bir önem taşıdığını ifade etti.
Günümüzde halife babalık iddiasında bulunan bazı kişilere de değinen Geçmez, Türkiye’de bu şahısların meşruiyetinin olmadığını savundu.
Özellikle Türkiye vatandaşı olmayan kişilerin halife baba olamayacağına dikkat çeken Geçmez, Bektaşi topluluğu içinde bu kişilerin kabul görmediğini belirtti. 1998 İzmir toplantısında alınan kararların bu konuda net olduğunu hatırlatan Geçmez, Türkiye’deki Bektaşi topluluğunun bu kişilere karşı çıktığını söyledi.
Bektaşiliğin Balkanlar’daki merkezi rolü
Geçmez, Bektaşiliğin bugün Balkanlar’da özellikle Arnavutluk’ta yeniden canlandığını ve Bektaşi dergâhlarının burada özgürce faaliyet gösterebildiğini aktardı. Arnavutluk’un, Bektaşi geleneğinin merkezi konumuna geldiğini ifade eden Geçmez, bu durumun Türkiye’deki Bektaşileri de etkilediğini söyledi.
Ercan Geçmez’in açıklamaları, Bektaşiliğin tarihsel süreç içinde nasıl bir yol izlediğini ve günümüzde nasıl bir dönüşüm yaşadığını gözler önüne seriyor. Geçmez, Bektaşi geleneğinin sadece dini bir hareket değil, aynı zamanda sosyo-politik bir yapı olduğunu vurgulayarak, Bektaşi cemaatinin bugünkü zorlukları ve geleceği hakkında da önemli ipuçları verdi.
Yorumlar
Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın
Yorum yazın