HDP: Halının altına süpürülen Susurluk ilişkileri açığa çıktı
Haber Merkezi - Sedat Peker’in ifşa videoları hakkında açıklama yapan HDP, “Kürt sorunu çözülmedikçe, güvenlikçi politikalar ve yaklaşım değişmedikçe, isimler ve aktörler değişse de kirli ilişkiler devam edecek” dedi.
HDP Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Sedat Peker’in eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, oğlu AK Parti Elazığ Milletvekili Tolga Ağar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve son olarak eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım hakkında ortaya attığı iddiaların başlattığı “devlet-mafya isbirliği”, “uyuştucu ticareti” ve “faili meçhul cinayetler” gibi son günlerde kamuoyunda yoğun şekilde tartışılan başlıkları değerlendirdi.
“Talan düzenine hep beraber son verelim...” başlıklı HDP MYK açıklamasında, “Ortadoğu’da Suriye ve Irak’tan, Kuzey Afrika’da Libya’ya kadar geliştirilen çete ilişkileri, savaş ve çatışma ortamı bu kirli ilişkilerin de yatağıdır konumundadır aynı zamanda” ifadeleri kullanıldı.
Meclis’in bu süreçte sorumluluk alması gerektiğini belirtilen açıklamada “Meclis sorumluluğunu yerine getirerek, derhal bir soruşturma ve bir araştırma komisyonu kurmalı ve meselenin kişiler değil sistem sorunu olduğundan hareketle, ortaya saçılanların örtbas edilmeyeceğine dair bir irade ortaya koymalıdır” denildi.
1996’da ortaya çıkan karanlık mafya ilişkilerini sembolize eden Susurluk sürecine diikati çeken açıklamada, şu ifadeler yer aldı:
“Gerçek anlamda adaletin hâkim olduğu, yargının tarafsız ve bağımsız hareket ettiği bir ülkede, böylesi kirli ve gayri meşru ilişkilerin oluşması, siyaset-bürokrasi-mafya ilişkilerinin kurulması ve bu yapıların devlet içinde konumlanarak büyümesi mümkün değildir. Ancak yargı mekanizmasının iktidarın sopası olarak kullanıldığı ülkemizde, işlenen tüm suçlar ve kurulan tüm kirli, gayri meşru ilişkiler vatan-millet edebiyatı arkasında gizlenmekte ve ülkenin kaynakları çıkar ilişkileri ekseninde iktidar ve organize suç örgütleri arasında paylaşılmaktadır.
Mafyatik iktidar ilişkileri halkları bitmek bilmeyen bir yoksulluk ve yolsuzluğa, karanlık bir geleceğe mahkûm etmektedir. AKP-MHP iktidarının devletin bütün kademelerine sirayet etmiş olan anlayışı, tek adam rejimi ile adeta mafya ve çete ilişkilerini devlet karakteri haline getirmektedir. İktidarın Kürt halkına, toplumsal ve siyasal muhalefete yönelttiği şiddet ve baskı bu ortamda normalleştirilmekte ve bu çürümüşlüğün sürmesine olanak tanımaktadır.
‘İlk kez yaşanmıyor’
Türkiye bu durumu ilk kez yaşamıyor ve demokratik bir düzen tesis edilmediği sürece de yaşamaya devam edecektir. 1996 yılında yaşanan Susurluk kazası ile birlikte yine siyaset-bürokrasi-mafya ilişkileri ortaya saçılmıştı. Uyuşturucu trafiği ve pazarı, silah ticareti, faili meçhul cinayetler, banka hortumlamaları, off-shore vurgunları, kirli ilişkilerle birlikte birer birer toplumun önüne dökülmüştü. O günlerde de görüldü ki, mafyatik yapılanmalar kendilerini Kürt halkına düşmanlık politikaları üzerinden var etmekteydi. Demokrasinin, hukukun, adaletin ve şeffaflığın yokluğu, çete ilişkilerinin devlet içinde kurumsallaşmasına neden olmaktaydı.
‘Kürt halkına karşı sürdürülen kirli savaşın yürütücüsüydü’
İnsanlığa karşı suçlarla dolu bu karanlık geçmiş, bugünün iktidarı tarafından da sahiplenilmiş, o kirli zihniyet aktörleriyle kurulan ittifaklar sonucu bugüne taşınmıştır. Bugün de, o günkü aktörlerin önemli bir kısmının sahada ve sahnede olduğu, kirli iktidar ilişkilerini sürdürdüğü açıkça görülmektedir. O günkü aktörler Kürt halkına karşı sürdürülen kirli savaşın yürütücüsüydü. Kirli savaş ortamından beslenerek ve faydalanarak çıkar ilişkilerini geliştiriyorlardı. Bugünkü aktörler de savaş, çatışma ve silahlanma ortamından beslenerek ilişkilerini sürdürmektedir. Ortadoğu’da Suriye ve Irak’tan, Kuzey Afrika’da Libya’ya kadar geliştirilen çete ilişkileri, savaş ve çatışma ortamı bu kirli ilişkilerin de yatağıdır konumundadır aynı zamanda.
‘Kürt sorunu çözülmedikçe bu kirli ilişkiler devam edecek’
Bir kez daha ortaya çıkmıştır ki, Türkiye’de devletin demokratikleşememesinin temelinde Kürt sorununun çözümsüzlüğü yatmaktadır. Kürt sorunu çözülmedikçe, güvenlikçi politikalar ve yaklaşım değişmedikçe, isimler ve aktörler değişse de bu kirli ilişkiler devam edecek, işlenen suçlar devletin bekası yalanına sarılan iktidarlar tarafından örtülecektir. Halının altına süpürülen Susurluk kazası dönemindeki ilişkiler bu yüzden yeniden açığa çıkmıştır. Bütün bu kirli ilişkileri, yolsuzlukları ve toplum düşmanı siyaseti halktan gizleyebilmenin yolu Kürt sorunundaki çözümsüzlük olmuştur. Ortaya çıkan vahim tablo bu hakikati bir kez daha ortaya koymuştur. O dönem olduğu gibi şimdi de işlenen suçlar vatan-millet söylemiyle örtülmeye çalışılmaktadır. Sorun sadece birtakım kişilerin suça bulaşması değildir. Sorun sistem sorunudur ve Türkiye demokratikleşmedikçe, Kürt sorunu barışçı ve demokratik bir çözüme kavuşmadıkça, bu kirli düzen varlığını sürdürecektir. Cumhuriyetin demokratikleşmesi ve devletin kurumsal olarak şeffaflaşması sağlanmadıkça, vatan-millet söylemlerinin gölgesinde daha çok suçlar işlenecektir.
‘Yargının içine düştüğü içler acısı durum…’
Ortaya çıkan siyaset-bürokrasi-mafya ilişkileri karşısında AKP-MHP iktidarının suskun kalması veya geçiştirerek üstünü örtmeye çalışması kirlenmenin ve ortaklığın boyutlarını da gözler önüne sermektedir. Bir eleştirel sosyal medya paylaşımı karşısında hemen harekete geçen savcıların, toplumun dehşetle izlediği korkunç ifşaatlar karşısında harekete geçmemesi, yargının içine düştüğü içler acısı durumu ortaya koymaktadır. Taraflı ve iktidara bağımlı yargı, sadece Yürütmeden gelen talimatlar doğrultusunda harekete geçeceğinin işaretini bir kez daha vermiştir.
Türkiye halkları kirlenmiş bir iktidarı ve siyaset-bürokrasi-mafya ilişkilerini hak etmemektedir. Demokratik kamuoyu başta olmak üzere, siyasal ve toplumsal muhalefetin tüm kurumları, muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri, sendikalar, vicdan sahibi bütün yurttaşlar sesini yükseltmeli ve bu kirlenmişliğe güçlü bir şekilde itiraz etmelidir.
‘Bir araştırma komisyonu kurmalı’
Meclis sorumluluğunu yerine getirerek, derhal bir soruşturma ve bir araştırma komisyonu kurmalı ve meselenin kişiler değil sistem sorunu olduğundan hareketle, ortaya saçılanların örtbas edilmeyeceğine dair bir irade ortaya koymalıdır.
Bu kirli havayı solumak, kirli ilişkileri taşımak zorunda değiliz. Bizler toplumun kanını emen, sömüren, insanları yoksulluk ve sefalete mahkûm eden, cinayetler işleyen bu sisteme mecbur değiliz. Demokratik bir yaşamdan yana olanlar bu çürümüş ve yozlaşmış yapıyı sonuna kadar reddetmektedir. Tepeden tırnağa bir demokratikleşme ve özgürleşme sürecine ihtiyaç vardır. Ortaya çıkan tablo birkaç bakanın ve bürokratın istifa etmesini ya da ettirilmesini, geçici önlemler alınmasını çoktan aşmıştır. Geçmişle ve bugünle kapsamlı bir hesaplaşma, demokratik dönüşüm ve özgür gelecek için hayati önemdedir.
‘Demokratik meşruiyetini yitirmiş olan bir iktidarla karşı karşıyayız’
Devlet güdümündeki mafya ve çete yapıları arasına sıkıştırılan bir toplum ve ülke hali kabul edilemez. Toplum nezdinde bütün demokratik meşruiyetini yitirmiş olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu durumu değiştirmenin en etkili yolu, geniş zeminli demokratik mücadeleyi oluşturmaktır. Bu mücadele geliştikçe, ortak hedefler doğrultusunda kazanımlar elde edildikçe değişimi gerçekleştirme zemini de güçlenecektir. Elbette erken seçim de bu mücadele sürecinin hedeflerinden birisidir.
Bizler halkız, çoğunluğuz ve güçlüyüz. Topluma ve insanlık değerlerine savaş açmış çetelerin ve iktidarın yıktığı değerler bizlerin değerleri ve yaşamlarıdır. Hep beraber bu karanlığı aydınlığa çevirme irademiz vardır. Bizler, hakikatin savunucuları olarak bu talan ve yağma düzenini kabul etmiyoruz ve değişmesi için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Demokrasi, adalet, hukuk, özgürlük ve eşitlik hakkımızdır ve bu hakkı mutlaka hep birlikte kazanacağız.”