Avukatlar Kürt halkının Lozan’da ihlal edilen hakları için Danıştay’a başvurdu
Diyarbakır (Rûdaw) - Kürt Diaspora Konfederasyonu (DİAKURD) avukatları, Lozan Anlaşması’nın iptali ve “Kürt halkının self-determinasyon hakkının uygulanması" talebi ile Danıştay’a başvuruda bulundu. Konuya ilişkin açıklama yapan avukatlar, iç hukuk yollarından bir sonuç alınamadığı taktirde konuyu BM İnsan Hakları Komitesi’ne götüreceklerini bildirdi.
DİAKURD, Lozan Anlaşması’nın 100’üncü yılında 2 Mayıs 2023 tarihinde avukatları vasıtasıyla “Kürt halkının ihlal edilen self-determinasyon hakkının uygulanması talebiyle” Cumhurbaşkanlığı Kabinesi'ne başvuruda bulunmuş ve yasal süreç başlatmıştı. Belirlenen süreç içerisinde yanıt alınamadığı için konu yargıya taşınmıştı.
Diyarbakır Gazeteciler Cemiyeti’nde basın toplantısı düzenleyen DİAKURD avukatları Hişyar Özalp ve Rıdvan Dalmış, Danıştay’da açılan dava hakkında bilgilendirmede bulundu.
Avukat Hişyar Özalp, Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılında ilk defa Kürtlerin yasal yollara başvurarak bu anlaşmayı kabul etmediklerini ve “Halkların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı”nın uygulanmasını istediklerini söyledi.
Lozan’da Kürt iradesinin temsil edilmediğini, anlaşmanın Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını ortadan kaldırdığını belirten Özalp, Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluşundan beri bu anlaşmaya dayanarak Kürtleri inkar ettiğini, yok etmeye çalıştığını ve asimilasyona başvurduğunu belirtti.
Hişyar Özalp, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ne karşı Danıştay’da açılan davada delilleriyle birlikte tüm bu süreçlerle ilgili belgeleri dosyaya eklediklerini ve ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesi’nin ihlal ettiğine dikkat çektiklerini aktardı.
Kürtler bu davaya her adımda sahip çıkmalı
Dosyayı hazırlarken bir çok Kürt akademisyenden destek aldıklarını, görüş ve önerilerine başvurduklarını aktaran avukat Özalp, “Danıştay başvurumuzu reddeder veya olumsuz yanıt verirse Temyize başvuracağız. Buradan da bir netice alınamaz ise Anayasa Mahkemesi’ne gideceğiz. Talebimiz burada da kabul edilmez ise dosyayı uluslararası hukuka taşıyacağız ve BM İnsan Hakları Komitesi’ne başvuruda bulunacağız. Davayı açan tarafa DİAKURD olabilir ama bu dava bir halkın davasıdır. Bu yüzden tüm Kürtler bu davaya her adımda sahip çıkmalı ve seslerini dünyaya duyurmalı. İnanıyorum ki dava sürecinde de Kürt halkı, partileri, bağımsız şahsiyetler ve sivil toplum örgütleri bu davaya hak ettiği değeri ve desteği verecektir” diye konuştu.
Dava dosyasının içeriği ile ilgili bilgi veren Özalp, şöyle devam etti:
“Özellikle 2004 yılından sonra imzalanan ve Türkiye’nin de tarafı olduğu uluslararası anlaşmalar kapsamında Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkından yararlanmaması için Türk akademisi yoğun olarak karşı argümanlar geliştirme çabası içine girdi, yüzlerce makale yazıldı. Bizim dilekçemiz bu argümanları da tek tek çürütüyor. Örneğin bu anlaşmaların sadece sömürge halklara uygulandığı yönünde tezler öne sürülüyor ama bunun böyle olmadığını güncel örnekleri ile gösterdik. En son Darfur var, Eritre, Kosova var, öncesinde Bangladeş var. Bir de Kürtlerin siyasi olarak temsil edilmediklerini vurguladık. Biliyorsunuz bazı Kürt milletvekilleri Meclis’e giriyor ve dışarıya karşı işte Kürtler temsil ediliyor deniyor. Aslında hukuken ve siyasi olarak böyle olmadığını, çünkü Türk devlet sisteminin herkesi Türk kabul ettiğini, daha Meclis kapısında bu vekilleri Türklüğe biat etmek zorunda bıraktığını ifade ettik.”
“Kürtler moral ve ahlaki bir zafer kazanacak”
Avukat Rıdvan Dalmış da, davanın Danıştay için sürpriz olacağını belirterek, “Hiç bir mahkeme önüne gelen davayı karara bağlamaktan kaçınamaz. Neticede kabul veya ret şeklinde bir yanıt verecektir. Ne olursa olsun biz burada Kürtlerin moral ve ahlaki bir zafer kazanacağını düşünüyoruz. Çünkü tezleri son derece güçlü. Asimilasyon hala bitmedi, devlet hala Kürtleri temsil etmiyor” dedi.
Dalmış, “100 yıl önce egemen güçlerce her türlü ahlaki ve hukuki standart ayaklar altına alınmak suretiyle, Kürt halkı, toprakla birlikte alınıp satılan ve egemenler arasında el değiştiren serfler gibi telakki edilmiş, Kürdistan toprakları Kürtlerin görüşü alınmadan devletler arasında bölüştürülmüş, Kürtler yok oluşa mahkum edilmek istenmiştir” diye konuştu.
Aradan geçen süre içerisinde Kürtlerin Türkiye’de, anayasanın 66’ıncı maddesi gereğince “Türk” olmalarına hükmedildiğini, her türlü siyasal temsilden, özerk bir şekilde kendi kaderi tayin etmekten mahrum edilmişliğini, kültürleri ve dillerinin yasaklandığını belirten Dalmış, 1926 yılında yürürlüğe konan Şark Islahat Planı genel müfettişlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal gibi isimler adı altında 2002 yılına kadar sürdürüldüğünü söyledi.
Dalmış, Kürtlere yönelik etnik ayrımcılığın sürdüğünü, Kürtlerin kendi dilinde eğitim alamadığını, asimilasyon devam ettiğini belirtti.
“Kendi Kaderini Tayin Hakkı her türlü zorbalığa karşı bir çıkış kapısıdır” diyen Dalmış, “O halde bir azınlık; halk tanımına uyuyorsa, ayrımcılığa veya sistematik baskı veya asimilasyona uğruyor veya böyle bir tehlike varsa, iç self-determinasyon hakkını kullanması engelleniyorsa, serbest iradesiyle dış self determinasyon hakkını kullanmak istiyor ve diğer azınlıkların temel insan haklarına ve jus cogens kurallara saygı gösterme kapasitesi gösteriyorsa, dış self determinasyon hakkını, yani ayrılma hakkını, kullanabilir” ifadelerini kullandı.
Rıdvan Dalmış, “Davamızın temel tezi budur. Türkiye Cumhuriyeti’nde Kürtler için bu şartların hepsi mevcuttur. Yüzyıl önce Kürtlerin rızası alınmadan imzalanan ve Kürtlerin topraklarıyla birlikte maraba gibi elden elden devredildiği anlaşma batıldır. Hiç kimse başkasına sahip olduğu haklardan daha fazlasını devredemez. İhlal, baskı ve asimilasyonun son bulması için Kürtlerin kaderlerini özgürce belirlemeleri gerekmektedir. Bunun için Danıştay nezdinde dava açtık” diye belirtti.