'Cesetleri bir çukura atıyorlardı, köpekler gelip yiyordu'
Üçüncü Bölüm:
Irak’ta devrik diktatör Saddam Hüseyin liderliğindeki Baas rejiminin Güney Kürdistan halkına karşı başlattığı ve adına “Enfal” dediği soykırım hareketinin ilk aşaması 23 Şubat 1988’de başladı.
Sistematik bir şekilde 8 aşamada tüm Güney Kürdistan’da uygulanan soykırımda, kadın, çocuk, yaşlı, erkek 182 bin Kürt katledildi.
Binlerce kişi Irak’ın güneyindeki çöllerde canlı canlı toprağa gömüldü, kadın ve çocuklar açlık ve susuzluktan yaşamını yitirdi.
Yine Enfal’de 4500 köy ve 30 ilçe yerlebir edildi, 1800 okul, 300 hastane, 3000 cami ve 27 kilise yıkıldı.
Kürdistan tarhinin en karanlık süreçlerinden biri olan Enfal soykırımına birebir tanık olanlar, yaşadıklarını Rûdaw’a anlattı:
Payize Mahmut: 7 ay 18 gece toplama kampında kaldık
Nugre Selman toplama kampından sağ kurtulan Payize Mahmut, “Ölenlerin cenazesini alıp gömeceğiz deyip götürüyorlardı. Bir çukur açıp cesetleri çukura atıyorlardı. Sonra da köpekler gelip cesetleri yiyordu” dedi.
Payize Mahmut kampta yaşadığı o zor süreci Rûdaw’a anlattı:
Adım Payize Mahmut Mansur, Tepe Spi köyünde doğdum. Enfal katliamının mağduruyuz. 7 ay 18 gece Nugre Selman’da (toplama kampı) kaldıktan sonra geri döndük. O zamanlar 9 ya da 10 yaşlarındaydım. Olayları tam olarak hatırlamıyorum, nerden geldiğimizi nerelerden geçip Nugre Selman’a ulaştığımızı hatırlamıyorum. Ama gözlerimin önünde yaşananları asla unutmuyorum, bize karşı yapılanları unutmuyorum.
Nugre Selman’a gitmeden önce Mıla Sura’dan Qoratu’ya sevk ettiler bizi. Qoratu’dayken bir gece bizi Topzawa’ya götürdüler. Yanılmıyorsam 2 iki gece Topzawa’da kaldık. Geniş bir alanda hepimizi topladılar, orada bulunan insanları 4 bölüme ayırdılar. Yaşlı kadınlar bir tarafa, genç kadınlar ve kızlar bir tarafa, yaşlı erkekler bir tarafa ve diğer erkeklerde başka bir tarafa.
Biz en son babamızı orada gördük bir daha da göremedik. Sonra askeri bir araçla bizi bir yere götürdüler. Uzun bir süre yol gittik, birkaç saat sürdü. Bizi nereye götürdüklerini bilmiyorduk, kaç saat olduğunu da bilmiyorum. Daha sonra bizi ormanlık bir alanda indirdiler. Burasının Dubıs olduğunu söylediler. İki ay boyunca burada (Dubıs) kaldık. Sonra yine askeri bir araçla bizi Nugre Selman’a götürdüler. Yolculuk uzun sürdü 17, 18 saat aracın içinde kaldık ve bizi kentte dolaştırdılar. Nugre Selman’a ulaştığımızda hava kararmış ve gece olmuştu. Bizi bir yere götürdüler, ne elektrik vardı ne de su. Toz toprak içinde battaniyeler vardı. Su ve elektrik olmayan bu yerde 3 gün kaldık. 3 gün geçtikten sonra elektrikleri açtılar ve su getirdiler.
“Cesetleri bir çukura atıyorlardı, köpekler gelip yiyordu”
Yaklaşık bir, iki ay aynı koğuşta kaldık. Çok fazla tacize uğradık. İki günde bir bize ekmek veriyorlardı. Ekmekleri de fare ve kedinin gezindiği bir alanda tutuyorlardı. Ekmek dediğim, taş gibiydi. Su bile yoktu ki suyla birlikte yiyelim. Bize acı, tuzlu ve ekşimsi tadı olan bir su veriyorlardı. Su içerken burnumuzu tutuyorduk, çok pis bir suydu. Oradakilerin hepsi hastalığa yakalanmışlardı. Her seferinde biri farklı sebeplerden ölüyordu. Ölenlerin cenazesini alıp gömeceğiz deyip götürüyorlardı. Bir çukur açıp cesetleri çukura atıyorlardı.
Sonra siyah köpekler, birkaç köpek vardı, siyah köpek olarak adlandırıyordu, gelip cesetleri çıkarıp yiyorlardı. Hatırlıyorum, Nugre Selman’daki koğuşların iki ayrı bölümü vardı. İki koğuşun arasında boş bir alan vardı. Bir bölümde Halepçeliler vardı, diğer bölümde ise Germiyanilerdi. Şamal ile Garib adındaki Halepçeli iki genç, Şamal senin boyundaydı, diğeri ise daha küçüktü, su tankerleri geldiğinde kova su aldılar. Şamal ile Garib’e işkence edenlerden birine Halas amca diyorlardı. Kürtler bitti (Halas) diyordu. Bu nedenle ona “Mam Halas” diyorlardı. Diğer askerin de ismini hatırlamıyorum
“İki çocuğu ölünceye kadar dövdüler”
Oradaki bir yetkili iki asker çağırdı ve iki genci ellerinden asarak ayaklarının altına vurmaya başladılar. Faşakaya yatırdılar. O kadar çok fazla vurdular ki yürüyemiyorlardı. Daha sonra da futbol sahasının ortasında bacaklarından asarak kablolarla ölünceye de işkence ettiler, can bedenden çıkana kadar dövdüler. Öldükten sonra da halatı kestiler. Cenazeleri sütünün altındaki çamur alana düştü. Cesetler bir süre boyunca çamur içinde kaldılar. Nasıl götürdüklerini hatırlamıyorum.
Esmer adında bir yengem vardı. Bir gün ona kalk tuvaleti temizle dediler. O da “Saddam’ın babasının yüzü kararsın, size bize ne zamana kadar tecavüz edeceksiniz böyle, bize ne zamana kadar eziyet edeceksiniz, öldürün de kurtulalım” dedi. Hacac onu yakaladı, “Saddam’ın babasının yüzü kararsın dersin ha” dedi. Hacac, “Saddam benim halamın oğlu” dedi ve Esmeri dövmeye başladı. O hala “Saddam’ın babasının da yüzü kararsın” diyordu, Hacac da dövmeye devam ediyordu. Annemler Esmer’e “kızım yeter sus” dedi. O da “bize başka ne yapacaklar artık” diye yanıt verdi, “bundan öte bana ne yapacaklar yani. Beni öldürseniz bize size minnet etmeyeceğim” diyordu. “Öldürseniz de size minnet etmeyeceğim” demeye devam ediyordu. Hacac, bayıltana kadar dövmeye devam etti.
“Tankerden su içenler öldü”
Nugre Selman iki ayrı bölümdü oradaki bütün insanlar toplanıp olanları izliyordu. İki koğuşun arasında boş bir alan vardı. Bir bölümde Halepçeliler vardı diğer bölümde ise bizler kalıyorduk. Dört su deposu vardı sanırım. İki depo bu tarafta diğer ikisi de karşı taraftaydı. Bir ara tankerle su getirdiler ve bu Halepçelilerin tankeri dediler. Kardeşim Beyan da bir kova su getirdi. Ama Beyan su kovasını bize ulaştırınca elinden düşürüp suyu döktü.
Ama sonda o tankerden su içenlerin hepsi öldü. Eğer o su dökülmese ve biz de içseydik Suphanallah biz de ölecektik. Tankerden su içenlerin hepsi hayatını kaybetti. Bizi Nugre Selman’a götürdüklerinde erkekler bir koğuştaydı, karanlık bölüm diyorlardı, ne su vardı ne elektrik, dizlerimize kadar toprağa batardık. Çığlıklar, bağırışlar kıyamet koptu sanki. Sonra kalabalığı koğuşa tıkıştırmaya başladılar. Yaklaşık 500 kişiyi tıka basa koğuşa doldurdular. İnsanları ite kaka koğuşa doldurdular, kimin kim olduğu belli değildi.
“Ne yemeği, siz Kürt değil misiniz?”
Kuwestan adında bir kuzenin orada vefat etti, Nugre Selman’daki o karanlık koğuşta. Kuwestan insanların ayakları altına düşmüş çığlık atıyordu. Annem, “Esmer Esmer” diye bağırmaya başladı. Karanlık olduğu için kimse kimseyi tanımıyordu. “Esmer, Esmer, Esmer!” bu çığlığın sahibinin Kuwestan olduğunu söyledi, Esmer de sesini duyuyorum ama nerede olduğunu bilmiyorum, ne yapıyım bilemiyorum diyordu. Çocuk sabaha kadar ayaklar altında bağırmaya devam etti. O karanlıkta, ayaklar altında ezilerek can verdi.
Ertesi gün güneş açtı, koğuştaki 2,3 pencereyi açtılar, koğuş biraz aydınlandı. Öğlen saat 12’ye kadar yemeğin gelmesini bekledik. Yemek gelmedi, akşama kadar bekledik yine gelmedi. İki gün boyunca bir şey yemedik. İki günün sonunda kuru ekmek getirdiler. “Hani yemek nerede” diye sorduk, “Ne yemeği, ne yemeğinden bahsediyorsunuz, Kürt değil misiniz? Siz Kürtsünüz, size vandallar size!” diyorlardı.”