Arap düşünür: Kürt ve Filistin sorunu çözülmeden bölgeye istikrar gelmez

Erbil (Rûdaw) – Irak’ın tanınan düşünürlerinden Abdulhüseyin Şaban Orta Doğu’nun istikrara kavuşması için iki temel sorun olan Kürt ve Filistin meselelerinin çözülmesi gerektiğini söyledi. İsrail'in savaşı bitirme gibi bir çabasının olmadığını belirten Şaban, Netanyahu yönetiminin savaşı Lübnan'ın kuzeyine taşıyarak burayı da Gazze gibi yerle bir etmek istediğini belirtti.

Rûdaw TV’de Rûdawî Emro programına konuk olan önde gelen Arap düşünür Abdulhüseyin Şaban, bir yılını dolduran İsrail’in Gazze işgali ve bölgede yaşanan gerilim hakkında soruları yanıtladı.

Gazze'nin bir yıl içinde karşı karşıya kaldığı yıkıcı savaşın ardından İsrail’in savaşın kapsamını genişletmeyi amaçladığını dile getiren Şaban, “İsrail ve Başbakan Netanyahu'nun hedefi savaşın kapsamını genişleterek Lübnan’a yaymak. Dolayısıyla Lübnan şu anda en kötü durumda. Beyrut'ta ilk birkaç bölge tamamen tahrip edildi, Lübnan içinde ve dışında bir milyondan fazla insan yerinden edildi, hayat her anlamda altüst oldu” dedi.

Abdulhüseyin Şaban, İsrail’in Lübnan'ın kuzeyini de Gazze’ye dönüştürmek istediğine dikkati çekerek, “Lübnan'da 4,5 milyon insan artık daha geniş kapsamda büyük tehlike altında yaşıyor” yorumunu yaptı.

Bölgedeki istikrarsızlığı İsrail devletinin kurulduğu 1948’de başladığını savunan Şaban, şunları kaydetti:

“Filistinlilerin sınır dışı edilmesi ve 1948 ve 1949 tarihli 197 sayılı geri dönüş kararlarının reddedilmesi, İsrail'in imzaladığı ateşkes şartlarına uymaması ve kendi topraklarını genişletme ve Filistin çoğrafyasındaki suyu kendi sınırları içine çekme çabaları, işgal ve sınır dışı operasyonlarının devam etmesi gibi durumlar bölgenin sürekli bir istikrarsızlık içinde debelenmesine yol açtı. Ancak Arap ülkelerini askeri üs olmaya iten, kalkınmalarını sekteye uğratan tek durum bu değil. 1930'lu, 40'lı ve 50'li yıllarda Mısır, Suriye ve Irak'ta yaşanan ilerleme yerini olağanüstü hale bıraktı, bu ülkelerindeki hükümetler askeri ve diktatörlüğe dönüştü.

 Arap ülkelerinde İsrail karşısında tedirginlik arttı, bazıları İsrail düşmanlığına karşı ülkeyi savunma bahanesiyle kendilerini köşeye sıkıştırdılar. Bu korunma kaygısı diktatörlüğe yol açtı. Diktatörlük düşünceden eyleme geçtiğinde şiddete yol açar. Şiddet, rastgele uygulandığında, özellikle sınırları aşarak devletin özgüvenini hedef aldığında teröre dönüşür, toplumun ve vatandaşların devletin bölgesel çıkarlarına olan güvenini zayıflatır. Dolayısıyla bu sorunlar bölgesel çıkar çatışmalarına yol açtı.

İran'ın da mezhepçilik temelinde ulusal bir ideolojik projesi var. Aynı zamanda Türkiye’nin de benzer mezhepsel hedefe sahip bir Osmanlı ulusal ideoloji projesi var. Bu projeler Irak topraklarında çarpışarak Arap topraklarında istikrarsız bir durum yaratıyor. Ayrıca çok önemli olan bir nokta daha var ki Batılı ülkeler uzun süredir bölgenin zenginliklerini ele geçirmek ve halklarını iç çatışmalarla meşgul etmek için her türlü çabayı gösteriyor. Onları küçük devletçiklere bölerek azınlık haline getiriyorlar. Henry Kissinger 1975'te 'Her petrol sahasının arkasında bir emirlik inşa etmeliyiz' demişti; bu, Bernard Lewis'in 1979'da hayata geçirmek için geliştirdiği projesinin aynısıydı; Kongre 1983'te bölge ülkelerinin 41 devletçiğe bölünmesi yönündeki gizli bir toplantıda destekledi.”

“İsrail tahakküm altına alınmak istemiyor”

ABD’nin açıklamalarına göre hareket edere İsrail'in Gazze'ye saldırısını “meşru müdafaa” diye tanımladığını anlatan Abdulhüseyin Şaban, “Uluslararası hukuka ve BM Şartı'nın 51. maddesine göre İsrail’in Gazze'de Filistinli Arap halkına, Lübnan halkına karşı yürüttüğü bu imha savaşı veya diğer eylemleri meşru müdafaa sayılamaz” diye konuştu.

Avrupa ülkelerinin de ABD’nin bu tutumunu benimsemediğini dile getiren Şaban, “Uluslararası toplum buna sessiz kalmasa ve eski dünya düzeninde olan dengeler var olsaydı, bugün Filistinlilerin ve Arapların başına gelenler olmazdı diye düşünüyorum. Ayrıca bazı Arap hükümetleri İsrail'le ilişki kurmak istiyordu; bu da onları Filistinlileri desteklemekten uzaklaştırmaya yaradı” dedi.

Abdulhüseyin Şaban, “Artık bu durum yeniden gözden geçirilmeli. Çünkü sadece Araplar değil, tüm bölge tehdidi altında. İsrail tahakküm altına alınmak istemiyor ve yıkım sürecini tamamlayarak projesini tamamlamak istiyor” diye ekledi.

Orta Doğu’nun en önemli iki sorunu bulunduğunu kaydeden Şaban, “Bunlar Kürt sorunu ve Filistin sorunu. Kendi kaderini tayin hakkı tanınmadığı sürece bölgede kaos ve istikrarsızlık sona ermez. Kendi kaderini tayin hakkı, başkenti Kudüs olan bir Filistin ulusal devletinin kurulması ve Filistinli mültecilerin geri dönüşü sağlanmadıkça bölge savaşa, çatışmaya ve iç istikrarsızlığa da maruz kalmaya devam edecek” yorumunu yaptı.

Şaban, “Bu savaş uzun süre devam etse bile siyasi bir çözüm bulunması gerekiyor. Avrupa'da 30 yıl süren ve ardından 1648'de Vestfalya Antlaşması'na varılan savaşa bakın, bütün savaşlar nihayetinde siyasi çözümle son bulur. Siyasi bir çözüm olmalı ama siyasi çözüm güç dengesi gerektiriyor. ABD ve büyük ülkeler İsrail'in yanında yer alırken Filistinliler, Lübnanlılar tek başına direniyor ve dolayısıyla artık bir güç dengesi yok. Küresel vicdan harekete geçmeli ve kaldı ki öyle de oldu. ABD’deki 62 üniversitedeki öğrencilerin yanı sıra bazı Avrupa üniversitelerinde de büyük protestolar gerçekleşti. Artık Avrupa ve ABD’deki bazı Yahudi cemaatlerin içinde de İsrail'in düşmanca eylemlerine karşı duruş var. İsrail'de de Netanyahu'nun düşmanca politikalarına karşı çıkan bir kamuoyu kesimi var” diye ekledi.