15 Temmuz Kürtler için milat mı?
Kürt Yazar Aytekin Yılmaz, Türkiye’de yaşanan darbelerle yüzleşilmediğini belirtiyor.
15 Temmuz darbe girişimi ve verilen tepkinin daha önceki askeri darbelerden farklı olduğunu söyleyen Yılmaz, “Cumhuriyet tarihinde ilk kez sivil halk darbecilerin karşısına çıkıp ölümü pahasına direndi” diyor.
“Çatışmalı süreç var olalı beri Kürtler mağduriyetin her türünü fazlasıyla yaşıyor zaten” diyen Yılmaz, darbe girişimi sonrası mevcut durumun dışında şeylerin olmayacağı görüşünde.
Aytekin Yılmaz, çatışmalı sürecin, devlet içindeki ayrışmış tarafları birleştirdiğini söylüyor.
Yılmaz, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili Rûdaw’ın sorularını yanıtladı:
Türkiye darbelerle bugüne gelmiş bir devlet. Sizce darbeler Türk toplumuna ne verdi, onlardan ne aldı?
Sadece Türkiye için değil, başka ülkelerde de askeri darbelerin toplumlara iyi şeyler getirdiğine tanık olunmamıştır. Aksine tümü de işkence ölüm ve yıkım getirmişlerdir. Cumhuriyet dönemindeki askeri darbeler tarihi biraz araştırıldığında bunu fazlasıyla görebiliriz. Bugün bile Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi sıkıntılar 12 Eylül askeri darbesinin ürünüdür. Çünkü halen yürürlükteki anayasa darbe anayasasıdır. Askeri darbeler bir topluma zulüm getirir, özgürlükleri götürür.
Tüm darbelere rağmen Türkiye devlet olarak paradigmasını değiştirmedi. Acaba 15 Temmuz darbe girişimi devletin, paradigmasını değiştirmesi için bir başlangıç olur mu?
Eski darbeci geçmişiyle hesaplaşmamış bir toplum, her daim yeni darbe girişimlerine maruz kalabilir. Bir toplum ya da bir devlet askeri darbelerle niçin hesaplaşmaz? Türkiye’de bu soruyu soranların sayısı her zaman bir avuç insanı geçmedi. AKP ilk defa hükümet olarak hesaplaşacağız dedi ama yapmadı, yapamadı.
Türkiye’de hükümet olanlar, devlet kurumlarına yerleştikten sonra o kurumların birer darbe kurumu olduğunu unutup “Biraz da biz sefasını sürelim” rehavetine kapıldılar. Darbelerden bu kadar çekmiş bir ülkede halen ordunun en güvenilir kurumlar arasında olması ise meselenin trajik yanını oluşturuyor.
Unutmamak gerekir ki bu ülke daha önceki hiçbir darbeyle hesaplaşmadı. Yaptıklarından pişman olan bir tek darbeci çıkmadı. 12 Eylül 1980 darbesini yaşlılıktan yatalak olmuş üç generale hapis cezası verip kapatan da bugünkü AKP hükümetidir. Oysa biliyoruz ki geçmişiyle hesaplaşmamış bir devlet geçmişte yapmış olduğu benzer hataları yapmaya devam edecektir. Nitekim 15 Temmuz darbe girişimi bunun bir belgesi oldu.
Bir röportajınızda, “Bu devlet düşmansız yaşayamaz” demiştiniz. 15 Temmuz’dan sonra aynı alışkanlık devam eder mi?
Bunu ilk kez 1920’li yıllarda dönemin devlet adamlarından Halil Menteş söylüyor, oradan alıntı yaparak söylemiştim. “Biz bir cumhuriyet kurduk ama düşmansız yaşayamaz” dediği aktarılıyor. Mesele tam da budur bence. Sürekli düşmanları diri tutarak, döneme göre düşmanlar yaratan bir devlet, darbe girişimlerine açık hale gelir. Böylesi devletlerin “hain”leri çok olur. Sürekli düşman ve hain yaratan sistemler, karşıtlarını da yaratmış olurlar. Bu bazen içerden bazen de dışarıdan olur.
15 Temmuz darbe girişimi ve darbeye karşı verilen tepki daha önceki askeri darbelerden farklıdır. Cumhuriyet tarihinde ilk kez sivil halk darbecilerin karşısına çıkıp ölümü pahasına direndi. Muhalefet partilerinin de bu direnişin yanında durup darbe girişimine karşı olmaları yakın Türkiye tarihinde rastlanan bir şey değildir.
Bugünkü darbe karşıtlığı bu bakımdan kıymetli bir şeydir. Bu darbe karşıtlığının samimiliğini sürekliliğini ancak zaman içinde anlayabiliriz. Darbe sadece asker yapınca olmaz, sivil hükümet ve odaklar da darbe yapabilir. Bu bakımdan şunun takipçisi olabiliriz; darbelerin bize yapılanına mı yoksa tüm darbelere mi karşıyız? Bir bu bakımdan bir de askeri darbe karşıtı olanların sivil darbe yapmamaları gerekir. O yüzden Türkiye’de siyaset önümüzdeki dönemde buna benzer konularda sınavdan geçecektir.
Kürtler tüm darbelerin birinci mağdurları oldu hep. Bu sefer de Kürtler mağdur olacak mı? Devlet kurumları “temizlik”ten sonra Kürtler’i susturmak için bir dalga başlatacak mı?
Çatışmalı süreç var olalı beri Kürtler mağduriyetin her türünü fazlasıyla yaşıyor zaten. Yani devlet operasyonları eksiksiz sürüyor. Bunun dışında başka neler yapabilir? Darbe girişimi sonrası var olan bölgedeki durumda büyük alt üst olabilecek şeyler beklememek lazım.
Belli ki şiddet sarmalı devlet içindeki darbeci unsurları gizlemiş. Çatışmalı süreçlerde askerlere sınırsız yetkiler ve imkânlar verildi. Hükümetler, devlet içinde askerin etkisini kırmak, sınırlamak istiyorsa çatışmalı süreçlere son vermek zorundadır. Bir yandan çatışma savaş diğer yandan asker etkisiz olsun diyemezsiniz.
Kürtler 15 Temmuz’dan sonra kendini nasıl savunmalıdır?
Darbelerden en çok mağdur olmuş bir halk olarak, Kürtler ilk günden beri darbeye ve darbelere karşı olduklarını gösterdiler. Hükümet bunu görmeli ve çatışmasız bir ortamın yaratılması için yeni politikalar geliştirmelidir.
Devlet içindeki çiftbaşlılıktan en çok çatışma bölgelerinde yaşayan Kürtler zarar görüyor. Devletin içindeki çiftbaşlı bürokrasi normale dönerse bu çok olumlu bir gelişme olacaktır. Devlet içinde gizli paralel bir devletin olduğu açığa çıktı. Çatışmalı dönemlerde bölge insanı bunun çok zararını gördü. Zamanla bazı şeyler açığa çıktığında yapılan birçok şeyin bu çiftbaşlılıktan, yani devlet içinde kendini gizlice örgütlemiş paralel devletin faaliyetlerinden kaynaklı olduğu gibi şeyler duyabiliriz.
Erdoğan’ın içerde bu kadar güçlendikten sonra Kürtler’e bir iyilik yapmayacağı algısı var. Sizce de öyle mi?
Hükümetin ya da Erdoğan’ın daha da güçlendiği görüşü tartışmaya değer bir konudur. Unutmayalım Erdoğan’ı son seçimde çatışmalı süreç güçlendirdi. Darbe girişimi sonrası, muhalefetle yan yana duran ılımlı bir siyasi iklim oluştu. Böylesi bir ortamda muhalefetle kavga edemezsiniz, Erdoğan’ın son yıllardaki siyaseti ise hem dışarıda hem içeride kavga üzerine kuruludur.
Darbe girişimi olmuş, operasyonlar devam ederken, meydanda toplanan kitlesine ilk müjdesi Taksim Meydanı’na bir cami bir de kışla yapma sözü oldu. Taksime kışla yapma isteği ve bunu her defasında dile getiriyor olması birçok insanda şaşkınlığa yol açtı. Düşünebiliyor musunuz, kışladaki asker bir gün önce darbe girişiminde bulunmuş, siz de kalkıp o kışlayı o camiyi yapacağım diyorsunuz. Türkiye’yi kışla ve cami arasına sıkıştıran bir proje sürdürülebilir değildir.
Türk Ordusu darbe girişiminden sonra birlik halinde görünmüyor. PKK savaşı sürdürürse, ordu birliği sağlanır diyenler var ve PKK ateşkes ilan edilmelidir diyorlar. Buna katılıyor musunuz?
Baskı doğası gereği çoğunlukla birleştirici bir rol oynar. 7 Haziran seçimlerinden sonra ateşkesin bozulması çatışmaların yeniden başlaması muhalefet partilerini bile birleştirmiş, hükümetle aynı noktaya getirmişti hatırlarsanız eğer.
Ateşkes ve çatışmasızlık ortamını bu kaygılardan ayrı ele almak gerekir. Çatışmalar başlamadan önce devlet hiçbir adım atmasa bile PKK savaşı başlatmamalıdır diyordum. Onlar biz başlatmadık diyor. Neticede çatışmalı süreç devlet tarafında ayrışmış olanları birleştirdi. 90’lı yıllarda devlet, bu savaşı düşük yoğunluklu bir konseptte yürütüyordu, şimdi de hükümet kendi kontrolünde götürmek istiyor. Yani işlerine geldiğinde bazen ateşkes bazen de çatışma konsepti devleti koruyan bir konsepttir. 30 yıldır devlet bu dengeyi iyi ayarlamışa benziyor.
Darbe girişimine özellikle sol çevreler biraz daha temkinli yaklaşıyor sanki. Ne darbe ne diktatörlük diyenler var. Bu konuda ne dersiniz?
Eskiden beri Türkiye solunun darbelere yaklaşımı hep sorunlu ve tartışmalı olmuştur. Halen 12 Eylül’ü eleştirenler, 27 Mayıs darbesinin olumlu yanlarından bahsederler. Trajik olanı ise bütün darbeler en çok da solcu sosyalistleri ezmiştir.
15 Temmuz darbe girişimine karşı temkinli veya ilgisiz kalmalarının altındaki en önemli nedenin Erdoğan ve AKP karşıtlığı olduğunu söyleyebiliriz. Darbe istemeyenler Erdoğan’ı da istemediği için böylesi bir tablo çıktı ortaya.
Askeri darbenin her türünü reddetmek gerektiğini düşünüyorum. Meşru değildir, siyaset dışıdır. Darbeler, başka korkunç sonuçlarının yanında geriye mağdurlar bırakır, 15 Temmuz darbe girişiminde yüzlerce ölü ve yaralının yanında 50 bin personel memuriyet görevinden uzaklaştırıldı. Aileleriyle birlikte düşünüldüğünde en az 150 bin insanın yaşam hikâyesi alt üst oldu. Darbenin girişimi bile bir yıkım olmuşken, bir de bunun amacına ulaşmış olduğunu düşünsenize. Sadece darbe değil, darbelerin girişimi bile korkunç bir şeydir.
Orta ve uzun vadede Türkiye kendine gelir mi yoksa Türkiye Suriyelileşir ve Kürt sorunu Filistin – İsrail sorununa mı dönüşür?
Darbe girişimi sonucunda tutuklananların ve görevden alınanların konumuna ve sayısına bakıldığında kapsamı geniş ve derin bir tablo çıkıyor karşımıza. 50 binden fazla devlet personelinin görevden alındığını, darbe girişimine katıldığı tespit edilen binlerce rütbeli subay ve askerin tutuklandığını öğreniyoruz. Böylesi bir durumda özellikle asker ve yargı bürokrasisinde oluşacak boşluğun nasıl doldurulacağı birçoklarının merak ettiği bir durumdur. Boşalan yerlere daha önce Balyoz ve Ergenekon davalarında görevden alınanların atanacağı söyleniyor. Bu kadronun muhafazakâr bir hükümetle zaman içinde yeni problemler yaşamayacağını kim garanti edebilir?
Türkiye Suriyelileşir mi? Son birkaç yıldır Türkiye herhangi bir Ortadoğu ülkesi gibi olmuştu zaten. Şu darbe girişimi de tuzu biberi oldu. Bir ülke tüm bu sorunlardan demokrasi ve özgürlükleri geliştirerek çıkabilir ancak. Otoriterlik, çatışma ve kamplaşma bugün Türkiye’nin geldiği yer oldu. Aynı yere dönmesi intihar etmek gibi bir şey olur. Çözüm çatışmasızlık ortamının sağlanmasında özgürlüklerin geliştirilmesinde ve önünün açılmasında...
PORTRE / Aytekin Yılmaz
Kürt yazar, 1967 yılında Diyarbakır'ın Ergani ilçesinin Ortayazı köyünde doğdu. Siyasi faaliyetleri nedeniyle 9,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yazı faaliyetini hapishane de sürdüren Yılmaz, bu dönemde çeşitli inceleme-araştırma çalışmaları yaptı. 1997 Musa Anter Gazetecilik İnceleme-Araştırma Ödülü, 1999 MKM Film Öyküsü Ödülü, 2003 İkinci İstanbul Ulusal Kısa Film Festivali Öykü Ödülü’nün sahibidir.
Yayımlanmış eserleri şunlardır: Doğu’nun Talanı ve İnkârı (2001), İçimizdeki Hapishane / Labirentin Sonu (2003), Dağbozumu (2011), Yoldaşını Öldürmek (2014), Sığınamayanlar (2016).