İbrahim Halil Baran: Kürtler realist bir politikaya yönelmeli
PAKURD Genel Başkanı İbrahim Halil Baran, Kürt partilerin realist bir politikaya yönelmesi gerektiğini söyledi.
İbrahim Halil Baran, “Kürt partileri kendisini kandırmaktan vazgeçmeli ve realist bir politikaya yönlenmelidir. Bunun ilk adımı olarak şeffaflaşmalı ve talepleri konusunda bir uzlaşıya varmalı hiç değilse stratejik hedefleri doğrultusunda ittifak edebilmeliler” dedi.
Kürtlerin bağımsız ve birleşik bir Kürdistan için çokça bedel verdiğini ama bunun gereğini siyaset ve diplomaside yerine getirmediklerini belirten Baran, yeni çok kutuplu dünyada müttefikliklerin daha çok öne çıkacağını ve bunun Kürtler için bir fırsat dönemi olduğunu ifade etti.
Yeni bir Kürt partisi iddialarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Baran, “Türk devletine ait bir Kürt solu partisi vardı şimdi ise yine Türk devletine bağlı bir Kürt sağı partisinden bahsediliyor” diye konuştu.
PAKURD Başkanı, “Joe Biden’ın seçilmesi ve önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan AB zirvesinin Türkiye’de bazı değişiklikler yaratacağı muhakkak ama Erdoğan bu değişime direnme ihtimali de olan biri” değerlendirmesinde bulundu.
İbrahim Halil Baran, yeni bir Kürt partisi ve Türkiye’deki son siyasi gelişmelere ilişkin Rûdaw’ın sorularını yanıtladı.
Yeni bir Kürt partisi söylemi ne kadar ciddi sizce, bazı Kürt tarafları bir araya getirip yeni bir süreç başlatılabilir mi? Olursa bu süreç daha öncekine benzer mi?
Türkiyelileri tek bir kimlikte eşitlemek Kemalizm’in rüyasıydı. Yapamadı. Onun 90 yılda yapamadığını Kürtler, liderleri ve siyasetleri aracılığıyla yaptılar. Türk devletine ait bir Kürt solu partisi vardı şimdi ise yine Türk devletine bağlı bir Kürt sağı partisinden bahsediliyor. Sorunu doğru koymak gerekiyor; kurulacak bu parti kimin partisi olacak? Kürtler için bir statü talep etmeyen ve sorunu Kürtleri merkeze alarak okumayan partiler Kürtlerin partisi olabilir mi? Bence hayır. Bugün Türk devletinin çözmek zorunda olduğu bir sorunu vardır ve masaya otururken masanın tüm taraflarında da kendisinin olmasını istiyor. Bu sebeple yeni bir Kürt partisi olmayacaktır, oluşturulacak partiler de bizim değil Türk devletinin sorununu çözmek için var olacaklardır. Yeni çözüm süreci de ancak bu bağlamda ele alınabilir. Şu an sıfırın dibini sıyıran Kürt siyasetinin durumu düşünüldüğünde bu tür adımların gelecek açısından olumlu olduğu söylenebilir, fakat bu da bir yanılsama olacaktır.
Kürtler ne yapmalı?
Kürtler için çözüm basittir; devletleşmek. Ama bunun nesnel koşullarından her gün daha çok uzaklaşıyoruz. Kürtler bağımsız ve birleşik bir Kürdistan için çokça bedel verdi ama bunun gereğini siyaset ve diplomaside yerine getirmediler, kendi aralarında bir uzlaşı sağlamaktan uzak davrandılar. Bu sebeple her dört parçada da mevcut sınırların sınırlarını zorlamaktan başka ellerinden bir şey gelmiyor. Yeni çok kutuplu dünyada müttefiklikler daha çok öne çıkacaktır ve bu, Kürtler için bir fırsat dönemidir. Fırsatları heba etmekte mahir olduğumuz bilinir ama Kürtlerin artık hangi durumda olduğunun farkına varması gerekiyor; bu fırsatı da kaçırırlarsa yok olacaklardır.
Türkiye’nin mevcut durumu göz önüne alındığında bir süre daha bu karmaşa durumunun hâkim olacağını söylemek mümkün. Mevcut iktidarın değişmesi Kürtler için öncelikli hale gelmiş bulunuyor zira ittifakın ortakları Kürt kanına bir türlü doymuyor. Sonrasında Türkiye içindeki Kürtlerin dil, eğitim, idari değişimler gibi konular üzerinden gelecek iktidarlarla pazarlık yapabilir ya da bu işin bir parçası olabilirler. Bugün Kürt partileri kendisini kandırmaktan vazgeçmeli ve realist bir politikaya yönlenmelidir. Bunun ilk adımı olarak şeffaflaşmalı ve talepleri konusunda bir uzlaşıya varmalı hiç değilse stratejik hedefleri doğrultusunda ittifak edebilmeliler.
Erdoğan’ın son açıklamaları, reform söylemi, ABD ve AB’ye yönelik mesajları nasıl okunmalı, geri adım mı zaman kazanma mı?
Türkiye iç ve dış politikasında aşılamaz bir tıkanma meydana geldi ve bu tür mesajların verilmesi artık bir tercihten daha çok bir zorunluluktur. Fakat Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin manevra kabiliyeti en yüksek siyasetçisi olduğu göz önüne alındığında nelerin olabileceğini kestirmek güçleşir. Bugün söylediğini yarın inkâr edebilir, kendi söylediğini tekrar edenleri cezalandırabilir ya da hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebilir. Maliye bakanının istifası, adalet bakanı Abdülhamit Gül’ün, Tayyip Erdoğan’ın ve ardından Bülent Arınç’ın açıklamaları ihtiyacı ortaya koyan ama neler yapılacağını çaktırmayan söylemler. Nitekim Bülent Arınç’ın açıklamalarının istifayla sonuçlanması ve ardından İhsan Arslan’ın disiplin kurulan sevki ve AKP’li Galip Ensarioğlu’na YPG ile ilgili bir soruşturma açılması ortada organize edilmemiş bir sürecin olduğunu gösteriyor. Anlaşılıyor ki devlet kendi içinde henüz ortak bir karara varmış değil. Gezi döneminde de aynı şeyi görmüştük; birinin söylediğini diğeri yalanlıyordu çünkü devlet içindeki kliklerin çatışması vardı. Bugün de aynı şey oluyor. Joe Biden’ın seçilmesi ve önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan AB zirvesinin Türkiye’de bazı değişiklikler yaratacağı muhakkak ama Erdoğan bu değişime direnme ihtimali de olan biri. Her şeyi riske edip, iktidarını sürdürmesi olası ama Türkiye bu açılımları yapmazsa artık bundan dönüşü de zor olacaktır. Bugün Türkiye, geleceğini Avrupa Birliği’nde gören ya da mafya liderlerine teslim olmak arasında bir yerdedir ve önümüzdeki günler yapacağı tercihe göre geleceğini belirleyecektir.
Diğer partiler veya daha somut olarak yeni kurulan DEVA ve Gelecek gibi partilerin Kürt meselesinin çözümü hakkındaki sözlerini nasıl okumalıyız?
Bu trajikomik bir durumdur. Zira bir partinin başında eski başbakan, diğerinde ise eski başbakan yardımcısı ve bakan bulunuyor. Yani aslında denenmiş, Kürtlerin kendilerinden pek hayır göremediği bir iktidarın öne çıkmış iki ismi. Hele hendek olayları düşünüldüğünde Ahmet Davutoğlu ve partisinin hiç şansı yok gibi. Fakat bugün Türkiye’deki siyasal ortam, kimin tercih edilmesi gerektiği üzerine değil kimin gitmesi gerektiği üzerine kurulu. Aynı zamanda devletin bir parçası olan ve bu olup bitenlerden de en az iktidar kadar sorumlu olan muhalefet, iktidarı değiştirmek ihtiyacı sebebiyle tercih edilecektir. İki partinin de Kürtlerle ilgili soft söylemleri olumludur ama Kürtlerin bu söylemler karşısında bir umuda kapılmaları yanlış olur. Kürdistan meselesi, Türk devletinin Kürt sorunu ve şu an yönetimde bulunan diktatöryal demokrasi problemi birbirinden ayrı üç konudur. Kürtler bugün üçünden de muzdariptir ve mevcut iktidarı değiştirmek için bütün yollar mubah hale gelmiştir. Bu partilerin söylediklerini veya söylemediklerini bu şekilde değerlendirmeliyiz. Bugün Kürtlerle ilgili en azından AB müktesebatının gereğinin yerine getirileceğini söyleyen partilere destek verilebilir.
Türkiye'de Kürt meselesi partiler üzerinden çözülür mü?
Türkiye’nin “Kürt Sorunu” elbette partiler, iktidarlar üzerinden çözülebilecek bir mesele. Türkiye’de yaşayan 25-30 milyon Kürdün bireysel ya da kolektif haklarıyla ilgili her parti çözümler önerebilir, her iktidar da bazı iyileştirmelerde veya çözümlerde bulunabilir. Nitekim AKP’nin bu konuda attığı bazı adımlar da oldu. Fakat biz Kürtler açısından sorun birkaç katmanlıdır ve sorunun temelinde bunca nüfuslarına rağmen Kürtlerin hala statüsüz yaşıyor olmaları yatıyor. Bu sorunu partiler çözemez, devlet de çözmek istemez. Bu uluslararası bir sorundur ve bunun için AB’nin, ABD’nin, İngiltere’nin ve diğer dünya güçlerinin yardımına ihtiyaç vardır. 100 yıl önceki bölüşümden Kürtlerin payına düşeni değiştirebilmek için olayın asıl sahiplerinin sözü geçecektir. Bu yüzden Kürt siyasetine düşen krizi derinleştirmektir fakat bunu yapabilecek ne cesaretleri, ne örgütlü yapıları ne de fikri sermayeleri var.