İngiltere'nin Irak Büyükelçisi: Kürdistan seçimlerinde hiç kimsenin tarafını tutmuyoruz
İngiltere'nin Irak Büyükelçisi Stephen Hitchen, Kürt mücadelesini ülkesinin Birinci Dünya Savaş'ındaki mücadelesiyle karşılaştırarak, Irak ve Kürdistan vatandaşlarına ülkelerini terk etmemeleri çağrısında bulundu ve "Tartışmalı bölgelerdeki Kürt sorunları güçlü bir ekonomiyle çözülecektir” dedi.
Irak ve Kürdistan arasındaki sorunlardan bahseden Stephen Hitchen “Hala sorunlar var. Bütçe sorunları çözülmüş gibi görünüyor, ancak onlarca yıldır derinlere kök salmış asıl sorunun ‘Kürt halkının Bağdat'ı zayıflatan şeyin beni daha güçlü kıldığına inanması’ olduğunu söylemek doğru olur diye düşünüyorum” diye konuştu.
Başkan Neçirvan Barzani’nin güçlü bir diplomat olduğunu söyleyen Stephen Hitchen, "Sayın Neçirvan güçlü bir diplomattır. Siyasi anlaşmalarda çok iyidir" dedi.
Irak’tan İngiltere’ye kaçak olarak giden göçmenlere sığınma hakkı verilip verilmediğine ilişkin bir soruya cevap veren Stephen Hitchen, “Iraklıların İngiltere’den sığınma hakkı alması artık çok zor” İfadelerini kullandı
Kürdistan seçimleri yaklaşırken, İngiltere’nin hiçbir siyasi partiyi diğerine tercih etmediğini ve tarafsız olduklarını aktaran Hitchen, “Sayın Lahur, Sayın Bafel, Sayın Kubat ve Yeni Nesil ile görüştüm. Hemen hemen tüm partilerle görüştüm. Bir partiyi diğerine tercih etmemiz gibi bir durum yok. Irak seçimlerinde kimsenin yanında değiliz. Elbette Muhammed Şiya es-Sudani ve hükümetiyle birlikte çalışıyorum. Farklı bakanlıklarla çalışıyorum. Biriyle görüştüğümde bu onunla aynı fikirde olduğum anlamına gelmez” değerlendirmesinde bulundu.
Rûdaw TV’nin programı, Beston Osman'ın moderatörlüğünü yaptığı Bestoon Talk'un bu seferki konuğu İngiltere'nin Irak Büyükelçisi Stephen Hitchen oldu.
Rûdaw: Bugün Basra'da olmak nasıl bir duygu? Basra Fayha. Ayrıca Kürdistan ve Irak'ın dört bir yanından 59 farklı üniversiteden 200'e yakın öğrenci bulunuyor. Size soru sormak için buradalar. Korkuyor musun?
Stephen Hitchen: Evet, çok korkuyorum. Hepinizle konuşmak istiyorum. Biraz korkuyorum çünkü bana ne tür sorular sorulacağını bilmiyorum. Bana zor sorular sorulacağını tahmin ediyorum. Beni diplomatik bir utanca sürüklemeye çalışabilirler ama elimden geleni yapacağım.
Rûdaw: Tamam. Peki, sizce hangi ilden başlamalıyız?
Stephen Hitchen: İstersiniz Basra ile başlayalım.
Rûdaw: Peki, kimin Basra'dan sorusu var?
Muhammed Ala: Basra'da Diş hekimliği yapıyorum. Sayın Büyükelçiye sorum. Basra'da birçok kanser türü teşhis edilmiş durumda. Bunun nedeni, üretim sonrasında beraberinde gelen emisyon gazlardır. Basra'da iki İngiliz şirketi faaliyet gösteriyor. İngiltere, kanseri önlemek için Basra'nın sağlık sektörünü desteklemeyi planlıyor mu? Kanserli çocuklara yardım edecek mi? İkinci sorum: Petrol üretiminden kaynaklanan emisyon gazları iklimi değişimine yol açtı, özellikle artan sıcaklıkların doğrudan nedeni olarak çevre üzerinde olumsuz bir etki yaratmış durumda. Paris Çevre Zirvesi'ndeki son gelişmeler nelerdi?
Steven Hitchen: Teşekkür ederim Dr. Muhammed. Konular üzerindeki düşüncelerimizi ifade etme fırsatı verdiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Öncelikle söz konusu iki şirket: Shell ve BP, bunlar özel şirketler, devlete ait şirketler değil. Tüm yapılan yatırımları ve verilen kararlar hükümete değil, iki şirketin kendisine aittir.
Bu konu hakkında daha sonra daha detaylı konuşabiliriz, çünkü şirketler söz konusu olduğunda, örneğin tüm şirketlerin devlete ait olduğu Çin gibi değiliz. Basra ilindeki ve Irak genelindeki şirketlerimizin tamamı özel şirketlerdir. Tatbiki petrol ve gaz çıkarmanın Irak ekonomisi üzerinde önemli bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Ben Irak devletinin geliri için kullandığı petrol ve gaz miktarının sağlıklı olduğunu düşünemiyorum. Önümüzdeki 10-15 yıl içeresinde petrol fiyatlarının düşmesini bekliyoruz, dolayısıyla ekonomik reform ve çeşitlendirmesi konusunda Irak hükümetiyle birlikte çalışmak istiyoruz.
Irak'ın binlerce yıllık tarihini okursanız sizin için binlerce yıldır en değerli doğal kaynak verimli topraklar olmuştur. Daha sonra son 100 yılda değerli doğal kaynaklar petrol ve gaz olmaya başladı. Gelecek yüzyıllarda yenilikçilik, eğitim ve halkın farkındalığının en değerli doğal kaynaklar olacağını ve petrol ekonomisinden bilgi ekonomisine geçiş olacağını düşünüyorum.
Son olarak, biz İngiltere ve genel olarak Avrupa ve Batılı ülkeler olarak ilişkilerimizi yalnızca petrol, gaz ve güvenlik alanında güçlendirmek istemiyoruz, ayrıca birçok alana da odaklanmak istiyoruz.
Bu esasen on yıllardır ilişkimizin temel taşı olduğunu düşünüyorum, ancak şimdi sadece Irak'taki istikrarsızlığın emarelerine değil, aynı zamanda Irak'taki istikrarsızlığın nedenlerine de odaklanmak istiyoruz. Basra'da zaten bir kaç İngiliz şirketi mevcut, örneğin pek çok okulu bulunan Stirling grup gibi kurumlar. Biz Bu ilişkileri ilerletmek istiyoruz. Güvenlik, petrol ve gaz gibi geleneksel konulardan diğer birçok alana geçmek istiyoruz.
Lays Mohammed: Misan vilayetinde anestezi uzmanıyım. Günlük katliamlara rağmen İngiltere'nin Siyonizm'e verdiği destek konusunda tutumunuz nedir?
Stephen Hitchen: Doğrudan sorunuz için teşekkür ederiz. Elbette ki bu önemli bir konu. Her şeyden önce biz İngilizler, Filistin halkına ve onların geçtiğimiz yüzyıl boyunca çektikleri acılar için üzülüyoruz. Bu hikayenin başlangıcında İngiltere'nin kesinlikle bir rolü var, dolayısıyla bizim de bir tür sorumluluğumuz var. Bu soruna diğer bazı ülkelerden daha fazla önem verdik.
Irak ve İngiltere'nin Filistin, İsrail ve Gazze konusundaki tutumları arasındaki farka gelindiğinde bir yanlış anlaşılma olabileceğini düşünüyorum. Biz uzun süredir iki devletli çözümden yanayız. Bu her zaman İngiliz politikasının temeli olmuştur. Biz her zaman iki devletli çözüm olmadan ilerleme olamayacağına inandık.
İngiliz hükümetinin Filistin meselesine ilişkin politikasında şu anda üç öncelik var. Birincisi, Filistin halkına yönelik dış yardım üzerindeki tüm kısıtlamaların kaldırılması, ikincisi rehinelerin koşulsuz serbest bırakılması, üçüncüsü ise en önemlisi ateşkesin derhal sağlanmasıdır. Ben bunun şimdi yakın olduğunu düşünüyorum, mesela Dr. Fuad Hüseyin burada olsaydı aynı şeyi belki farklı bir şekilde söylerdi.
Elbette İsrail'le dostane bir ilişkimiz var ve buda inkar edebileceğimiz bir şey değil. Bu ilişkiyi onları etkilemek için kullandık. Bu İsrail bağımsız bir devlet olduğu için yeterli etki yaratmamış olabilir. İki gün önce İngiltere Dışişleri Bakanı İsrail'in Gazze'deki okulları bombalamasını şiddetle kınadığını söylemişti.
7 Ekim'de yaşananlardan sonra kendilerini savunma hakları olduğuna inanıyoruz ama aynı zamanda her türlü insan hakkı ihlalini açıkça kınıyor, onlarla özel toplantılarda konuşup davranışlarını etkilemeye çalışıyoruz.
Son olarak bu savaşın Lübnan'a yayılmasını kesinlikle istemiyoruz. Tabii Lübnan'a yayılırsa ve Hizbullah bu savaşın içine çekilirse Irak'a da etkisi olur. Önümüzdeki birkaç hafta veya ay içinde tüm çabalarımızı bu savaşın yayılmasını önlemeye odaklayacağımızı düşünüyorum.
Rûdaw: Ama siz önümüzdeki aylarda Gazze'de değişim beklerken, hayatını kaybeden çocuklar var. Bahsettiğiniz gibi okullar hedef alınıyor. Sanırım tüm dünya kamuoyu İngiltere ve diğer Batılı ülkelerden çok daha hızlı bir tepki bekliyor. Hayatını kaybeden insanlara karşı vicdani bir sorumluluk hissetmiyor musunuz?
Stephen Hitchen: Sorun şu ki, krizin başlangıcı olan 7 Ekim'e dönersek, elbette olayların bir geçmişi var, bir yüzyıllık tarihi ve siyasi geçmişi var. Bu planlanmış bir olaydı. Ancak 7 Ekim'de yaşananlar bir trajediydi, bir insanlık trajedisiydi ve mümkün olduğu kadar çok insanı öldürme planıydı. Bin kişiden daha fazla.
Dolayısıyla böyle bir saldırı karşısında kendini savunmanın İsrail olsun, Irak olsun, Ürdün olsun her ülkenin hakkı olduğunu söylüyoruz. Bu her şeyi haklı çıkarmaz, asla haklı çıkarmaz. Hamas'a karşı savaş gerekçelidir. Birleşik Krallık olarak bizim tutumumuzla sizin tutumunuz arasındaki fark bu olabilir. Hamas'ın iyi bir siyasi geleceğe sahip olduğuna düşünmüyoruz. İki devlet görüşüne karşılar. Biz bu fikre karşıyız, dolayısıyla Hamas'ın gelecekte olumlu bir rol oynayacağını düşünmüyoruz.
Rûdaw: Kürdistan'dan sorusu olan var mı? Hadi Kürdistan’dan bir soru alalım.
Germiyan bölgesinden Daşne Şemsettin: Bir Kürt olarak size sormak istiyorum, siz 16 Ekim olaylarından sonra Kürdistan’ın tartışmalı bölgelerinde neler olduğunu ve yaşandığını çok iyi biliyorsunuz. Şimdi de Araplaştırma süreci bu bölgelerde devam ediyor. Bir Kürt olarak Kerkük’e veya Xaneqin’e gittiğin zaman bir Kürdistan bayrağını buralarda göremiyorsun. Siz benim yerimde olsanız, bir Kürt olarak böyle bir siyasetin bu bölgede devam etmesini kabul eder midiniz ya da ülkeyi bırakıp başka bir ülkede mülteci olarak kalmayı mı seçerdiniz?
Steven Hitchen: Çok iyi bir soru, teşekkürler. Sanırım ilk cevabım kalmanız gerektiği yönünde olacaktır çünkü burası sizin ülkeniz ve burada bir yeriniz var. Bu hiçbir şekilde her şeyin kusursuz olduğu anlamına gelmez. Irak'ın geleceği konusunda oldukça iyimser olmak istiyorum, bu yaşanan sorunları göremediğimden değil.
Elbette bahsettiğiniz bu insanlar sorun yaşıyor. Bunun Saddam Hüseyin döneminde sahip olduğunuz ağır mirasın bir parçası olduğunu düşünüyorum. Toplumlar arasındaki güvensizliğin o dönemden kaynaklanan ve çözülmesi kolay olmayan bir durum olduğunu düşünüyorum.
Mesela Kerkük meselesinin çözümü çok zor. Musul, Diyala ve Kerkük gibi tüm tartışmalı bölgelerde çok karışık sorunlar var. Sizin toplumunuz o dönemden kalan travmalara maruz kalmış durumda.
Bu nahoş travmaların etkisi, birbirinize güvenmeyi zorlaştırıyor. Çünkü çevrenizde o acı var, çevrenizin dışına güvenmeniz oldukça zor. Yaşadığınız şeyleri ülkemin insanlarına anlatmakta zorlanıyorum. Sadece ülkemin senin yaşadığın acıyı en son hissettiği Birinci Dünya Savaşı'na dönebilirim. Bu çok farklı bir durum çünkü o savaşta bir milyon insanı kaybettik.
Biz ilkini kazandık. İkincisi, savaş yabancılara karşıydı. İç savaş yoktu. Kimsenin baskısına uğramadık. Bunu açıklamak için yapabileceğim tek karşılaştırma bu.
Dolayısıyla bu sorunların çözümüne karar vermek benim için çok zor. İngiliz büyükelçisi olarak bunun Diyala veya Kerkük sorununa tam bir siyasi çözüm olduğunu söyleyemem. Söyleyebileceğim tek şey, eğer ekonomi gelişirse, bunun zamanla düzelebileceğini düşünüyorum.
Böyle bir durumla ilgili kendi deneyimimize dayanarak kıyaslayabileceğim tek şey, uzun yıllar, onlarca yıldır dinlere göre bölünmüş, kimlik ve dini semboller yüzünden kavga eden iki toplumun olduğu Kuzey İrlanda'yla yaşadığımız zorluklardır.
O dönemde gösteriler yapılıyordu, 300 yıl önceki olaylar hatırlatılıp çatışmalar yaşanıyordu. Yaşadığım hayat süresi kadar Birleşik Krallık‘ta üç bin kişi bu yüzden hayatlarını kaybettiler. Çözüm bu olmadı ama gerçek şu ki, kalıcı ve mükemmel olmayan bir anlaşma yapıldı, bu ekonominin toparlanmasını sağlayan bir anlaşmaydı.
Ekonomi düzeldiğinde insanlar milislerin ve terörist grupların parçası olmak yerine o toplumda yaşamın inşasının bir parçası olma fırsatına sahip oluyor.
Dolayısıyla sorun çözülmedi. Kimlik sorunu çözülmedi ama dürüst olmalıyım ki insanlar hayatlarında başka şeyler olduğu için bunu unutuyorlar. . Dolayısıyla bu sorunları büyük ölçüde ekonomi çözebilir. O halde söylediklerime geri döneyim, kalmalısın çünkü burası senin ülken.
Rûdaw: Bahsettiğiniz deneyimi İngiltere ile karşılaştırdınız ama bizim İngiltere’den daha yakın bir deneyimimiz var. İskoçya bağımsızlık referandumu yaptığında hiçbir İngiliz kuvvetinin saldırdığını görmedik. Örneğin Glasgow’u kontrol etmek gibi. Irak'ta gördüğümüz durum çok ama çok farklıydı. Daşne'nin sorduğu karşılaştırmayı nasıl yapabilirsiniz? Şu anda çok sayıda insanın topraklarından tahliye edildiğine dair haberler var. Kendi topraklarında çiftçilik yapma hakkı bulunan Palkana köyü sakinlerinin da aynı şekilde tarım yapması engelleniyor. Xaneqin’de de Araplaşma süreci başlamış durumda. Bunlar oradaki yerli halkın bahsettiği şeyler, bu konuda ne diyorsunuz?
Steven Hitchen: Teşekkür ederim. Bir fark var. Aradaki fark şu ki, avukat gibi görünmek istemem ama İskoçya bağımsız bir ülkeydi ve onlar Birleşik Krallık’ın bir parçası olmayı seçmişlerdi. Yani İskoçya adında yüzlerce yıl bağımsızlığını koruyan ve daha sonra İngiltere'ye bağlanmaya karar veren tüzel bir durum vardı.
Olan buydu. Biz 1707'den beri Birleşik Krallık‘tık, ondan önce de İskoçya bağımsız bir krallıktı. İskoçya ve İngiltere Krallığı arasında çatışmalar vardı. Yani ayrılmaya karar verme ihtimalleri her zaman vardı. Şimdi ise onlar bizim ile kaldılar ki bir İngiliz olarak bunu takdir ediyorum. Bir diğer farklılık ise koşullardır. Bu 300 yıllık ortak ve olumlu bir deneyim oldu, bu süre zarfında İskoçya baskı görmedi. Bizim çoğu zaman İskoçyalı Başbakanımız oldu, İskoç bakanlarımız oldu. Onlar Birleşik Krallık ‘tan çok yararlandılar.
Toplumlarımız arasında şiddet yaşanmadı. Saddam gibi insanları bir yerden bir yere göç ettirip, İngilizleri İskoçya'nın başına getirme gibi bir durum yoktu. Böyle bir şey olmadı. Bu, bir yandan Kürt halkına yönelik soykırım, diğer yandan kimliğinizi zayıflatma ve yok etme girişimi olan Saddam tarihinden kalan mirasınızın bir parçasıdır. Bu, Birleşik Krallık ‘ta hiç olmadı. Gerçekleşmeyen ayırma girişimleri oldu. Ancak bir ayrılık olsa bile bu, kimlik ve toprak çatışması değil, iki dost arasında bir ayrılık olacaktır.
Kerkük’ten Zaid: Jeoloji mezunuyum. Sorum şu şekilde; Bildiğiniz gibi Kerkük'te işsizlik oranı yüksek. Büyük petrol rezervlerine sahip olmasına rağmen. British Petroleum, North Oil Petrol Şirketi ile çalışmayı neden tamamlamadı? İngiltere, North Oil Company ile petrol ve gaz yatırımlarını mı yapmayı düşünüyor? Bir sorum daha var Sayın Büyükelçi; herkes ABD'nin, İran'ın ve Türkiye'nin açık rolünü biliyor ama kimse İngiltere'nin gizli rolünü bilmiyor. Türkmenlerin İngiliz dış politikasındaki konumunu bilmek istiyorum.
Steven Hitchen: Bu soru için teşekkürler. Beni Kerkük'ün sorunlarına çekiyorsunuz. Önce British Petroleum'u sordunuz, bu özel bir şirket, İngiliz hükümetinin projeyi tamamlamama gibi bir kararı yoktu. Bu tamamen şirketin aldığı bir karar. Ama bir şey söylemek gerekirse İngiliz ve Batılı şirketler genel olarak istikrarlı, güvenli ve hukukun üstünlüğü gibi koşularda gelişiyor.
Bizim doğal ortamımız olmayan, kaos ve istikrarsızlık, rüşvet, tehdit ve silahlı milislerin olduğu bir ortamda gelişebilecek başka ülkelerden şirketler var. Yani eğer Iraklılar Batılı yatırımcılara bakıyorsa bu büyük ölçüde korumaya bağlı çünkü sermaye korkaktır.
Her işadamı Fas'a mı yoksa Kuveyt'e mi yoksa Suriye'ye mi yoksa Irak'a mı yatırım yapacağına karar verir. Yani eğer Irak'ı seçmek istiyorsa güvenliğe ve koruma düzeyine bakacaktır. Sanırım beş yıl öncesine kadar iş adamları güvenlik ortamından korkuyordu, şimdi ise hukuki ortamdan korkuyorlar. Hukukun üstünlüğü olmalı ki Batı'dan Irak'a yatırım dalgası çekebilesiniz.
Rûdaw: Irak'taki gizli rolünüz nedir? Türkmenler hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Stephen Hitchen: Türkmenler bizim tarafımızdan seviliyor ve siz en iyi insanlarsınız.
Abdullah Halidi: Hukuk fakültesi öğrencisiyim: Musulluyum ve talasemi hastasıyım. Bu hastalık Irak genelinde yaygın ve bunun tamamen Irak'ın meselesi olduğunu ve tüm Iraklıları ilgilendirdiğini düşünüyorum. Her ay kan nakli için Bağdat'a gidiyorum. Şu anda Irak'ta bu hastalığın tedavisi yok. Ancak iyi haber şu ki İngiltere, genetik kan hastalıklarının tedavisiyle doğrudan ilişkili olan Crisper-9 genini değiştiren Casvir gen terapisine ilk ön lisansını verdi. Bu genetik kan hastalıklarının tedavisi ile doğrudan ilgilidir. Bunlar talasemi hastalığında içeriyor. Bu tedavi Irak'ta yapılabilir mi?
Steven Hitchen: Sorunuz için teşekkür ederim, Tanrı sizi korusun. İngiltere’deki bazı ilaç şirketlerinin oynadığı rolden gerçekten gurur duyuyoruz. Korona virüs döneminde aşı geliştiren AstraZeneca, 20 yıl önce Irak pazarına giren önemli bir şirket.
Dolayısıyla İngiliz şirketlerinin Irak pazarına girebileceği alan olduğunu düşünüyorum. Görevim gereği, tabii ki onları zorlayamam, bu bir iş kararı, bir hükümet kararı değil, çeşitli şirketlerimize gerçekleri olduğu gibi açıklamam gerekiyor.
İtibarı süsletmek için değil, mesela 2021 ile 2024 arasında bir ilerleme görünüyor. Ama bazen bir ülkenin itibarı o ülke gerçeğinin gerisinde kalabiliyor.
Dolayısıyla benim işim onlara yatırımın önündeki engellerin neler olduğunu, tehditlerin neler olduğunu söylemem gerekiyor. Açıkçası İngiliz şirketlerinin, ilaç şirketlerinin veya diğer şirketlerin karşı karşıya olduğu sorunların bir kısmının da silahların yayılması olduğunu açıklamak gerekir. Devletin dışında da silahlı milisler var, özellikle Batı'ya karşı düşmanca söylemi olan milisler. Şirketlerin, çalışanlarının tehdit edildiğini görmeleri durumunda paralarını tek bir ülkeye yatırmaları, fabrika açmaları ve farklı şehirlerde ofis açmaları biraz zordur.
Rûdaw: Diğer bir soru da, İngiltere’nin her yıl Irak'tan İngiltere’ye kaçak olarak giden kişilere, vize başvurusunda bulunanlardan daha fazla sığınma hakkı verip vermediğidir. Bu konuda ne diyorsunuz?
Stephen Hitchen: Iraklıların İngiltere’den sığınma hakkı alması artık çok zor çünkü 1980'lerde ve 1990'larda, Saddam'ın baskı uyguladığı yıllarda, rejimin tehdidi altındaki insanlara barınak sağlamış olmaktan gurur duyuyoruz. Şu an Irak'taki durum örnek teşkil edecek düzeyde değil ama baskıcı da değil. Saddam'ın iktidarda olduğu dönemdeki durumu Kürtlerle, Necef'teki Şiilerle, Sünniler dahil herkesle şimdiki durumla kıyaslayamayız.
Erbil'den Dalia: Ben Erbil'den Dalia Fathi Barzani. Ben bir fizyoterapistim. Zamanda geriye gidersek, 31 Temmuz 1983'te Baas rejiminin emriyle 8 bin Barzani dağlardan güney Irak çöllerine gönderilerek öldürüldü. O yüzden lütfen onları bir dakikalık saygı duruşuyla onurlandıralım. Teşekkürler. Konuşmamı Kürtçe bitirmek istiyorum. Siz ‘Sefir Show'un altıncı bölümünde Necef'te bir mağazada oturuyordunuz. Bir Arap abaya dükkanı vardı. Esnaftan Messi'nin Dünya Kupası'nda giydiği feraceyi giyimsek istediniz. Orada kahverengini seçtiğini hatırlıyorum.
Halepçe ziyaretinizde de sonbaharda nar almak için döneceğimi demiştiniz. Irak ve Kürt kültürüne ne kadar hayran olduğunuzu fark ettim. Bu vesileyle, eğer kabul ederseniz, size Kürdistan'dan bir hediye getirdim,
Efendim, eğer İngiltere'de kraliyet tacınız varsa, bizim burada Kürdistan'da da Kürt cemedanimiz var. Kırmızı cemadani’yi ayrımcılık olduğu için değil, Enfal'de öldürülen 8 bin Barzani'yi ve Kürdistan'da Enfal ve soykırımda öldürülen 182 bin Kürd'ü anmak için seçtim.
Bana fırsat verirseniz babama teşekkür ederim, sizin için kendi elleriyle hazırladığı bu cemadani’yi sizlere sunmaktan mutluluk duyacağım.
Steven Hitchen: Alabilir miyim?
Dalia: Elbette. Bu senin için.
Steven Hitchen: Güzel. Teşekkürler. Bundan sonra gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum ama Erbil'deki arkadaşlarımı Sayın Mesud, Sayın Mesrur ve Sayın Nahcivan ile görüştüğümde bunu giyebilirim. Ama bahsettiğiniz olay, Enfal ve 8 bin Barzani'nin ortadan kaybolması çok üzücü bir olay. Bunu hayal etmemiz zor, bu tür olaylar derin yaralar bırakıyor. Bir yabancı olarak 170 bin kişiyi kaybedip yeniden birine güvenmenin ne kadar zor olduğunu herkesin çok net görebileceğini düşünüyorum. Kendinizi güvenmeye nasıl zorlayabilirsiniz bilmiyorum. Şimdi bu neslin görevi, bu tarihi nasıl aşabilecekleri ve tüm bu hoş olmayan şeylerden sonra bir başkasına nasıl güvenebilecekleri konusudur.
Bu acı olaylar her toplumun başına gelmiştir. Kürtlerin kendi acı hikayeleri var. Bütün toplumların acı hikayeleri vardır. Ama bundan anladığımız şu ki, kültürünüzle büyük bir gurur içeresindesiniz, ben bunu ülkeye giderken yanımda götürmek istiyorum.
Halepçe’den Kale: Hoş geldiniz Sayın Stephen, ben Kale, Halepçe Üniversitesi Ticaret Bölümü öğrencisiyim. Sorum şu: Şeyh Mahmut Darbandi Bazian'da yaralı olarak tutuklandığında İngiliz hükümeti tarafından Hindistan'a gönderildi. İngiliz hükümeti daha sonra Şeyh Mahmut'un yerine birini atamak istedi ancak karizmatik bir isim bulunamadığı için Şeyh Mahmut’u geri getirmek zorunda kaldı. Acaba geri döndüğünde, normal koşullarda mı öldü?
Stephen Hitchen: Bu, cevabını bulamadığım önemli ve tarihi bir soru.
Rûdaw: Sanırım programdan önce birisi şey Mahmut'un soyundan olduğunu söylemişti. Sen midin?
Stephen Hitchen: Wow …
Balen Şeyh Mustafa: Ben Kürdistan hükümdarı Şeyh Mahmut Hafid'in soyundan geliyorum. 100 yıl önce İngiliz hükümeti, Irak'ta olduğu gibi Kürt halkına da bağımsız bir devlet kurma sözü vermişti ama İngiliz hükümeti bu konuda neden geri adım attı?
Rûdaw: Bu çok zor bir soru…
Steven Hitchen: Evet. Buraya kolay sorular için gelmedim. Sorunun cevabını bilmiyorum. İngiltere'nin onları Hindistan'a gönderip geri getirdiği hikayesini biliyorum. Ama nasıl öldüğünü bilmiyorum.
Kürt bağımsızlığı ve bizim buradaki rolümüz sorusunun uzun ve karmaşık bir cevabı var. Burada oturup saatlerce konuşabiliriz. Müzakerelerin devam ettiği 1919-1923 yılları arasında gerçekte ne olduğunu araştırırsanız, o dönemde dört kişi vardı: Lloyd George, Wilson, Clemenceau ve başka İtalyan birisi, yıkılan Habsburg İmparatorluğu'nun, Rus İmparatorluğu'nun ve Osmanlı'nın nasıl olacağı konusunda karar vermek zorundalardı.
Yaptıkları açıkça Süleymaniye ve Erbil'deki durumdan daha büyük olan ülkeler arasındaki güç dinamiğinin bir parçasıydı. Bu konularda pekiyi değillerdi ama çalışmaları gerekiyordu. Yapılacak çok iş vardı, bu yüzden çok hızlı çalıştılar. Bu sorunun asıl cevabı komşularınızın, Kürt halkının komşularının durumunun bir Kürt devletinin kurulmasına imkan vermemesidir.
O dönemde Kürtlerin devlet kurması çok zordu. Sanırım ikinci cevap, Kürt halkının bir millet mi olduğu, yoksa Kürt halkının başka halklardan ziyade birbirleriyle savaşan farklı aşiretlerden oluşan bir grup mu olduğu onlara sorulduğunda cevap, Kürtlerin birleşik bir grup olmadığı, farklı diller konuştuğu, farklı kültürlere sahip olduğu ve manevi bir liderinin olmadığı yönündeydi.
Rûdaw: Ancak Şeyh Mahmut Kürt halkına önderlik yaptı. İngiltere, Kürtlere verdiği devlet vaadinden pişmanlık duymadan önce bir İngiliz diplomatın mektuplarında, Kürtlerden bir millet, Kral Mahmut’tan ise güçlü bir kral olarak bahsettiğini görüyoruz.
Stephen Hitchen: İngiliz sistemindeki bazı kişiler Kürtlerin bir halk olduğunu düşünüyordu, bazıları ise öyle düşünmüyordu. Yani bununla ilgili gerçek bir tartışma vardı. Ayrıca şüphe götürmez olan ikinci hususun da Ortadoğu'nun sınırlarıyla ilgili alınan kararların, bir kişiden çok daha büyük ve geniş siyasi güçle ilgili olduğudur diye düşünüyorum.
Erbil’den Sümeyye: Ben Erbil'in köylerinden bir Peşmerge'nin kızı Sümeyye Raşid'im. Size hoş geldiniz diyorum. Benim sorum çok basit: Kürdistan Bölgesi'nde siyasi seçimlerin yaklaştığını biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde Lahur Şeyh Cengi'ye resmi bir ziyaret yaparak siyasi yönünüzü ortaya koymanızın mantığı neydi?
Steven Hitchen: Teşekkür ederim, kolay soru şu: Hangi İngiliz kulübünün taraftarısınız? Bu kolay bir soru. Sanırım tüm Kürt partilerinin liderleriyle görüşmeler yaptım. Ayrıca Kürdistan seçimlerine hazırlanan tüm liste başkanlarıyla görüştüm.
Bu nedenle Sayın Lahur, Sayın Bafıl, Sayın Kubat ve Yeni Nesil ile görüştüm. Hemen hemen tüm partilerle görüştüm. Bir partiyi diğerine tercih etmemiz gibi bir durum yok. Irak seçimlerinde kimsenin yanında değiliz. Elbette Muhammed Şiya es- Sudani ve hükümetiyle birlikte çalışıyorum. Farklı bakanlıklarla çalışıyorum. Biriyle görüştüğümde bu onunla aynı fikirde olduğum anlamına gelmez.
Toplantının sonunda benim üniformalı bir sandalyede, İngiliz büyükelçisinin filancayla görüştüğünü ve bu konuları tartıştığına dair bir tweet olabilir.
Ancak bu görüntünün arkasında memnuniyetsizlik olabilir. O resmin arkasında çok samimi bir tartışma olmuş olabilir. Bu nedenle kimsenin tarafını tutmuyoruz. Birisiyle tanıştığımı, otomatik olarak onu onayladığımı veya desteklediğimi söylenmez. Bu, tüm politikacıların seçimlerde ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığı bir şeydir.
Duhok’tan Elvand Znar: Neçirvan Barzani'nin Irak'ta barışı tesis etmek ve Bağdat ile Erbil arasındaki anlaşmazlığı çözmek için attığı adımları nasıl değerlendiriyorsunuz? Onun rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Stephen Hitchen: Sayın Neçirvan doğal bir diplomattır. Siyasi uzlaşma konusunda oldukça iyidir. Bu konuda iyi olan tek kişi o değil. Sayın Mesrur'un ve daha sonra Sayın Mesud'un ziyaretlerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bağdat'ta tanıştığım siyasetçilerin hepsi Sayın Mesud'u görmekten mutluydu.
Ayrıca çok samimi bir şekilde görüştüklerini söylediler. Bu yüzden bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hala sorunlar var. Bütçe sorunları çözülmüş gibi görünüyor, ancak onlarca yıldır derinlere kök salmış asıl sorunun ‘Kürt halkının Bağdat'ı zayıflatan şeyin beni daha güçlü kıldığına inanması’ olduğunu söylemek doğru olur diye düşünüyorum.
Saddam'ın yönetiminde olsalardı Saddam'ı zayıflatan şey beni güçlendirir denilirdi. Bir noktada refahımızın birbirine bağlı olduğunu fark etmek için zihinsel bir sıçrama olması gerekir. Bunun her iki taraf için de görülmesi büyük bir adım olduğunu düşünüyorum, çünkü uzun bir tarih var, birçok zorluk yaşandı ve birçok insan acı çekti, dolayısıyla çevrenizin dışına güvenmek çok zor.
Sayın Neçirvan'ın ziyaretinin çok güzel geçtiğini düşünüyorum. Sayın Mesrur ve Sayın Mesud’un da çok önemliydi. Umarım bu gelişme en azından bazı sorunlara çözüm bulmanın başlangıcı olabilir. Kerkük, Musul ve Şengel’le ilgili konular çok karışık. Bunların hepsi birbirine bağlı. Bu nedenle çözümleri zordur.
Rûdaw: Size son sorum. Bir sonraki programda sizden sonra o sandalyeye kimin oturması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Steven Hitchen: Aklıma gelen o kadar çok insan var ki. Burada oturup insanların sormasını istediğim kişi, Kendisi hakkında çok güzel şeyler söylediğim bir kişidir. Sayın Neçirvan Barzani'nin burada oturmasının çok iyi olacağını düşünüyorum. O programı mutlaka izleyeceğim. Size başka kimin burada oturmasının harika olacağını da söyleyeceğim. O da başka bir Kürt Sayın Bafıl Talabani olmalı.
Rûdaw: Ama Erbil’de…
Stephen Hitchen: Beni yine mayın tarlasına atıyorsunuz üçüncü kişi olarak Basra’da olduğum için, Irak’ı önemli şahsiyetlerinden Sayın Şeyh Hasan Aidani’nin burada olmasını isterim.