Don Kişot: Hepsi ikiyüzlü, gıkları çıkmadı!

15-12-2014
İnan Gedik
Etiketler çevre gazetesi Çepeçevre Don Kişot
A+ A-
Ankara (Rûdaw) - Türkiye’nin ilk çevre gazetesi Çepeçevre 12 yıl sonra yeniden yayın hayatına başladı. Gazetenin yayın yönetmeni Türkiye’nin en sıra dışı eylemcilerinden ve “Don Kişot” olarak tanınan Osman Akkuş.

 

Akkuş, dünyada ve Türkiye’de ciddi bir ekolojik kıyım yaşandığı için yeniden yayın hayatına başladıklarını belirtti. Kürt illerinde çatışmalı dönemde ormanların yandığını ve bombalardan dolayı toprağın zehirlendiğini belirten Akkuş, “Türkiye’deki çevreciler ve yeşiller gıkını bile çıkarmadı. Bana göre bunların hepsi ikiyüzlü. Halen de öyleler” dedi.

 

Akkuş, ilk olarak Aras Nehri üzerine sonra da Dicle ve Fırat üzerine ekolojik barış köprüsü kurmayı amaçlıyor.

 

Çepeçevre’nin öyküsünü anlatır mısınız?

 

Çepeçevre’nin ilk sayısı 1992’de çıktı. İstanbul’da Swissotel’in olduğu yer eskiden çay bahçesiydi. Taşlık Çay Bahçesi çocukluğumuzun geçtiği yerlerdi. Maçka, Demokrasi Parkı, Taşlık Çay Bahçesi’nin olduğu yerler orman gibiydi. Ben Libya’ya gitmiştim. 5 yıl kaldım. Dönünce çay bahçesi gitmiş yerine Swissotel gelmişti. O zamanlar bir çevre bilinci falan fazla yoktu ama bir şeyler ters gidiyordu. Bu ortadaydı. Sesimizi duyurmak için bir şeyler yapmamız lazımdı. Türkiye’nin ilk çevre gazetesi Çepeçevre böyle doğdu. İstanbul’da doğdu. 12 ilde büromuz vardı ve dağıtımımız yapılıyordu.

 

Niye kapandı?

 

Ben Körfez Savaşı sırasında canlı kalkan olarak Irak’a gitmiştim. Bağdat’ta canlı kalkan olarak 41 gün kaldım. 41 gün savaşı yaşadım. Acıya ve savaşa tanıklık ettim. Bu kadar acı insanda bir yarılma yaratıyor. Savaş ruhsal erozyona uğratıyor. Kolay değil onları yaşamak.

 

İsterseniz Çepeçevre’ye sonra dönelim. Neler yaşadınız, nasıl bir ruhsal erozyon geçirdiniz?


Artık hiçbirşey eskisi gibi olmuyor. Bağdat’a her şeyimi bırakarak gittim. Hayatımı, bütün birikimimi İstanbul’da bırakıp Bağdat’a gittim. ‘3-5 gün sonra dönerim’ dedim. Gidince baktım ki öyle dönülecek gibi değil. Bağdat düşene kadar orada kaldım. Bağdat düştü ben de oradan kaçtım.

 

Ordayken sürekli sirenler çalardı ve siren çalmaya başladığında sığınağa girebilmeniz için sadece 2 dakikanız var. Üzerinize tonlarca ağırlığında bomba düşüyor. Düştüğü zaman yer sallanıyor. Sadece düştüğü yer değil uzaklar bile sallanıyordu. Siren çalınınca birden bire koşardık. Türkiye’ye döndüğümün günün ertesi günü İstiklal Caddesi’nde yürürken arkamdan siren çalmaya başladı. Ambulans geliyordu. Ben olduğum yerde çakılıp kalmıştım, kilitlenmiştim. Yanımdaki arkadaşım bana ‘Donkişot burası Bağdat değil’ dedi. Sonra kendime geldim. O an anladım ki benim kentte durmamam lazım.

 

Nereye gittiniz?

 

Deyrulzafaran Manastırı’nın arkasında güneşe tapanların kaldıkları mağaralar var. Hatta bir mağaranın içinde inanılmaz bir su vardır. Manastırın suyu da zaten o mağaradan gelir. İşte o suyun olduğu mağaranın yanındaki mağarada kaldım. Ruhsal erozyonu giderebilmek için 5 ay boyunca orada yaşadım.  Sabah köylüler giderken ekmek, domates, salatalık vs bırakırdı. Aylar sonra kendime geldim. Yani yeniden İstanbul’a gitmem aylar sonra olabildi.

 

Çepeçevre ne oldu?

 

İstanbul’a gittim ki hiçbir şey kalmamış. Benim bütün arşivim satılmıştı, büromuz darmadağın edilmişti. Çepeçevre de bitmişti. Büyük bir kırıklık yaşadım ve Güneydoğu’ya gittim yine aylarca dolaştım. Ardından da hasbelkader Ankara’ya geldim ve burada yaşamaya başladım.

 

Gazeteyi yıllar sonra yeniden çıkarma ihtiyacı nereden doğdu?

 

Şu an ekolojik bir kıyım var ve buna karşı çıkacak kimse de yok. Bir Yeşil Parti vardı şu anda yok. Yeşiller ve Sol gelecek diye birleştiler. Yeşilin sağı, solu olur mu? Olmaz. Yeşil yeşildir ve kendi içinde felsefesi vardır. Baktık ki durum ekolojik anlamda çok kötü. Türkiye’nin ilk çevre gazetesi olması nedeniyle bir birikimimiz de vardı. Bunu tekrar aktaralım ve yeniden yolda çıkalım dedik. Neyi ne kadar başarırız bilmiyorum ama deniz yıldızı hikayesinde olduğu gibi bir deniz yıldızını kurtarabilirsek ne mutlu bize.

 

Türkiye’de ekolojik yıkımla birlikte bir ekolojik bilinçlenme yok mu? Sık sık köylülerin çevreci eylemlerine tanık oluyoruz…

 

Bir bilinçlenme var, bir eylemlilik var ama bu komşu köy için değil sadece kendi köyü için. İnsanlar eylem yapıyor çünkü anıları gidiyor. Taşlık Çay Bahçesi’nde benim anılarımın yok olduğu gibi. Bunu hazmetmek kolay değil. Bunun için yaşlı teyzeler ve amcalar yollarda. Keşke bu ülkeyi bir köy gibi düşünebilsek de el birliğiyle yollara dökülsek.

 

Uzun süre Kürt illerinde zaman geçirdiniz? Yıllarca süren çatışmalı ortam bölgenin ekolojisini nasıl etkiledi?

 

Bölgeye ilk 1996 yılında gitmiştim. Halen bende notları durur. Diyarbakır’da arabadan indikten sonra aylarca Ergani, Lice, Hani, Mardin, Nusaybin, Midyat… Bölgeyi aylarca dolaştım. O aralar ulusal basında çevre sayfaları yapıyordum. Dönünce çevrecilere, ekolojistlere ve barışseverlere ‘Gelin Güneydoğu ile bir ekolojik barış köprüsü kuralım’ dedim. O zamanlar her gün insanların öldürüldüğü zamanlardı. İğneli fıçı gibiydi. Birileri caretta carettalar için eylem yapınca çevreci oluyor. Burada insan ölüyor, ormanlar yanıyor, toprak zehirleniyor. Bir Allah’ın kulundan ses çıkmadı.

 

Tabii ki Anadolu engereği için bir şeyler yapmak, caretta carettaların peşinden koşmak da güzel ama Güneydoğu’da toprak zehirlendi, ormanlar cayır cayır yandı. Bunlar olurken Türkiye’deki çevreciler, yeşiller gıkını çıkarmadı. Bana göre bunların tümü ikiyüzlü. Halen de öyle.

 

Çatışmalı ortam bitti şimdi de baraj tartışmaları başladı? Barajlar çevreyi nasıl etkiliyor?

 

Barajlar sadece oranın değil tüm Türkiye’nin sorunu. Ama Hasankeyf’in üzerinde durmak gerekir. Orası için uzun yıllar kafa patlattım. Hasankeyf on binlerce yıllık bir oluşum. Açık hava müzesi. Ta ilk çağlardan bu yana tüm yaşayanların izleri var. Barajı yapacak konsorsiyomun olduğu ülkelerle iletişime geçtik. Onlara durumu anlattık. Uzmanlar barajın daha ileride, Irak tarafında kurulması durumunda Hasankeyf’in kurtulacağını söylüyor. Sadece AKP’nin inadı yüzünden devam ediyor.

 

Bölgenin çevre açısından önemli sorunlarından biri de mayınlı araziler. Bu konuda son durum ne?

 

Ottowa Sözleşmesi’ne göre Türkiye’nin bu mayınları tam da bugünlerde bertaraf etmesi lazım. Altına imza atmışız. 1 milyon mayın olduğu varsayılıyor. O kadar can gitti o kadar insan sakat oldu. O mayınlar oraya kaçakçılığı önlemek için döşenmişti. Bu mayınların artık VİP salonlarına döşenmesi lazım çünkü kaçakçılar artık oradan geçiyor. Artık kaçakçılığı yapanlar VİP salonlarında.

 

Hedefleriniz neler?


Çepeçevrenin üç ana hedefi var. Birincisi ekolojik bir anayasanın hazırlanması. Bu anayasa değişecek muhtemelen ama ne kadar ekolojik olursa o kadar iyi.  İkincisi çevre mahkemelerinin kurulmasını istiyoruz. Üçüncüsü ise çevre gazeteciliği kavramının yer bulması. Magazin, ekonomi, spor haberciliği var ama hayati önem taşıyan çevre gazeteciliği yok çünkü birileri korkuyor. Bu hedeflerimiz gerçekleşmiş olsaydı adamın biri, bir gece 6 bin ağacı kesmeye cesaret edemezdi. Yalova belediyesi o ağaçları kesemezdi.

 

Aynı zamanda barış istiyoruz. Bütün komşularımızla sorunlu haldeyiz. Komşularımızla aramızda ekolojik barış köprüsü kurmayı düşünüyoruz. Aras Nehri bizimle Ermenistan’ı bölüyor. Oradaki sivil toplum kuruluşlarıyla buradakileri bir araya getirmeyi amaçlıyoruz.

 

Dicle-Fırat üzerinde de diğer komşularımızla barış köprüleri kuracağız. Önce Ermenistan’dan başlamayı düşünüyoruz. Ekolojik barış köprüleri atarak tekrar dostluğu, barışı ve kardeşliği inşa etmek istiyoruz. 

 

Yorumlar

Misafir olarak yorum yazın ya da daha etkili bir deneyim için oturum açın

Yorum yazın

Gerekli
Gerekli